ERKİN BAŞER yazdı: Endüstriyel futbol denen şey, merkezinde eğlence sektörünün yer aldığı, birçok sektörle çok boyutlu bağlantıları olan, uluslararasılaşmış ve finansallaşmış bir yapıdır. Bu devasa sektörün en çok artı değer yaratan unsuru tabii ki futbolculardır.
ERKİN BAŞER
Dünyanın en çok izlenen ve sevilen sporu futbol tabii ki. Neredeyse tüm ülkelerde oynanıyor; üstelik profesyonel olarak. Futbol takımları, derecelendirilmiş liglerde bir araya geliyor ve haftalarca mücadele ediyorlar. Yerel düzeyde başarılı olanlar, aynı zamanda uluslararası turnuvalara katılıyorlar. Ulusal takımlar arasında da turnuvalar düzenleniyor. Heyecan ve rekabet, neredeyse herkesi kendine çekiyor.
İzleyiciler (yani taraftarlar), gerek statlarda gerekse televizyon ve dijital platformlarda tuttukları takımların başarıları ile mutlu oluyorlar veya hayal kırıklıkları yaşıyorlar. Ama hedefler hiç bitmiyor; gözden geçiriliyor, yeniden başlanıyor ve hiçbir zaman kalıcı bir tatminden veya hüsrandan bahsedilmiyor. Taraftarlar, son on yıllarda sadece izleyici değiller. Takımlar üzerine bahis oynuyorlar, takımlarının lisanslı ürünlerini satın alıyorlar, hatta borsalarda takımlarının hisse senetlerini alıp satıyorlar.
Dönüşen oyun, endüstrileşen futbol
Futbol, eskilerde olduğu gibi işçi sınıfının hafta sonu eğlencesinden ibaret değil artık. Koskoca bir futbol sektöründen bahsediyoruz. Piyasalaşma yönündeki dönüşümü açıklamak için, literatürde endüstriyel futbol deyimi sıkça kullanılıyor. 1980’lerde başta İngiltere olmak üzere Avrupa’da yapılanan futbolun bu yeni hâli, Türkiye’de de 1990’ların sonlarından itibaren görünür oldu.
Çok amaçlı büyük stadyumlar yapıldı. Sponsorluk anlaşmaları imzalandı. Lisanslı ürün satışları hızla arttı. Yayın hakları gelirleri çok büyük miktarlara ulaştı. Uluslararası sermaye hareketleri, futbol sektörünü de etkisi altına almaya başladı. Endüstriyel futbol denen şey, merkezinde eğlence sektörünün yer aldığı, birçok sektörle çok boyutlu bağlantıları olan, uluslararasılaşmış ve finansallaşmış bir yapı. Reklamcılık, giyim, inşaat, ulaşım, turizm, enerji, bilişim, elektronik, şans oyunları, oyuncak, hediyelik, sigortacılık, bankacılık, gıda, medya, matbaacılık, iletişim vb. birçok sektör futbol oyunundan besleniyor.
Futbol için ekonomi politik bir çerçeve çizerek işe başlayalım. Sonraki yazılarda ise derinlemesine analizler yapabiliriz. Günümüzde her şey piyasa koşullarına tâbi kılınıyor. Futbol da artık piyasalaşmış durumda. Profesyonel bir iş ve ilişkiler ağı. Öyleyse üç tip piyasa söz konusu olacaktır.
Futbol sektöründe piyasalar
1. Mal ve hizmet piyasaları:
a) Üretim araçları ve ara malları sektörü: Bu ikisini hizmet sektörlerinde ayırt etmek kolay değildir. Futbolcunun giydiği ayakkabı, maçların oynandığı stadyumlar, futbol topunun kendisi vb. bu kategoriye girecektir.
b) Tüketim malları sektörü: Taraftarların satın aldıkları her şey; maç bileti, maç esnasında yiyip içtikleri, lisanslı ürünler, maç yayını aboneliği, bahis vb.
2. İşgücü piyasası: Futbolda hizmeti üreten esas unsur futbolculardır. Ayrıca teknik ve idarî hizmetler, stadyum çalışanları ve kulüplerdeki tüm destek hizmetleri de bu kategoriye girer. Ve tabii ki, futbol oyununu üretenler dışında, ayakkabıdan formaya, medyadan sanal futbol oyunlarına vb. her şeyi üreten işçiler ordusu.
3. Finans piyasası: Kulüplerin hisse senetleri ikinci el piyasasında işlem görür. Kulüpler, yatırımları (daha büyük kapasiteli stadyumlar, yeni futbolcular vb.) için kredi çekerler. Finansman temin edenlerle kulüpler arasında bitmeyen bir borç ilişkisi bulunmaktadır.
Futbol sektöründe aktörler
Peki, futbol sektöründeki bu piyasaların aktörleri kimlerdir:
i) Futbolcular: Oyunu oynayan ve kulüp sahiplerine (patronlara), uluslararası kuruluşlara (FİFA, UEFA vb.), yayıncılara, lisanslı ürün satanlara, hatta dolaylı olarak otelcilere, matbaacılara, biracılara, mısırcılara, ekmek arasıcılara kazandıran; yani artı değer yaratan emekçiler. Bir üretim sürecinde diğer faktörler (yani değişmeyen sermaye; stadyum, futbol topu vb.) ancak kendi değerleri kadar değeri ürüne aktarırken; sadece emekçi kendi değerinin üzerinde bir değeri (yani ücretine ek olarak artı değeri) ortaya çıkarmaktadır. Bu devasa sektörün en çok artı değer yaratan unsuru tabii ki futbolculardır. Siz bakmayın, milyonlarca dolar/euro kazandıklarına, şirketleşmiş bir kulüp mutlaka onun üzerinden çok daha fazlasını kazanıyordur. Bu Neymar veya Pogba bile olsa böyledir.
Futbolun emekçilerini ayrı bir yazı konusu yapmak gerekecek. Burada geçerken Türkiye’deki duruma da değinirsek; henüz şirketleşme sürecinin tamamlanmadığını, dernekler hukukuna tâbi olan kulüplerin piyasa sistemine uyum sağlamakta zorlandıklarını ve artı değer elde etmekte yetersiz kaldıklarını belirtebiliriz.
Futbolcular açısından kısaca bir de bonservis meselesine vurgu yapabiliriz. Bir kulüp, sanki meta gibi bir emekçiyi alıp satabiliyor. Buna yetiştirme parası, sözleşme fesih bedeli veya meslekî eğitime harcanan bedelin tahsili deyin, sonuçta emekçinin özel mülkiyeti söz konusudur. Sanki ödenen bir işyerinin hava parası. Ne kapitalizm ama! Oysa diğer birçok sektörde normal olan, emekçinin belirli süreli emek gücünün özel mülkiyete tâbi olmasıdır.
ii) Futbolcu menajerleri: İşte bu emekçilerin alım satımına aracılık eden, onların üzerinden (ticarî) kâr elde eden bir nevi emlâkçı, kabzımal gibi bir şey. Artı değerin bir kısmına el koyan ve işgücü piyasasının kontrolünü ellerinde bulunduran şahıslar. Bir tür özel istihdam bürosu patronu.
iii) Kulüpler: Özellikle Avrupa ve Kuzey Amerika’da tamamıyla şirketleşmiş olan kulüpler, kâr elde etme güdüsüne göre hareket etmektedirler. Türkiye gibi diğer birçok ülkede ise henüz piyasa olgunlaşmadığı için kârdan daha önemli güdülerle kulüpler yönetilebilmektedir. İtibar kazanma, kendi özel işlerinin yolunu yapma, ülkenin tanıtımını yapma gibi. Böyle olunca da borç yükü yüksek kulüpler ortaya çıkıyor ve yöneticilerden bunun hesabı pek sorulmuyor. Kulüpler, esas olarak futbolcu satışından, maç günü satışlarından, sponsorluk anlaşmalarından, reklamlardan, yayın haklarından, bahis paylarından, borsadan, lisanslı ürün satışlarından, internet-tv-dergi vb. kendi yayınlardan gelir elde etmektedirler.
iv) Devlet ve Federasyon: Sektör büyük olunca vergi matrahı da büyüyor. Devlet de denetleme görevini ne kadar iyi yaparsa gelirlerini de o kadar artırıyor. Ayrıca Türkiye gibi ülkelerde en büyük sponsorluk anlaşmalarını yapan devlet kuruluşları (belediyeler dâhil) oluyor. Böylece kulüplerin finansmanını da büyük ölçüde üstlenmiş oluyorlar. E tabii, futbola siyaset karışması da doğal bir sonuç oluyor. Federasyonu yönetmek de devletten icazetli büyük şirket sahiplerine hak olmuş durumda.
v) Uluslararası Kuruluşlar: Başta FİFA geliyor. Dünya üzerindeki tüm futbol organizasyonlarını yöneten FİFA, çok büyük bütçelere ulaşıyor. Yolsuzluk, rüşvet, denetimsizlik almış başını gidiyor. FİFA’nın altında altı kıta konfederasyonu bulunuyor. En büyüğü ise Avrupa’daki, UEFA. Aynı sorunlar burada da mevcut.
vi) Diğer emekçiler: Oyunun asıl aktörleri futbolcular olsa da, bazıları asgarî ücrete tâbi birçok emekçi, işbölümünün gereği olarak sektörün tüm işlerini sürüklüyor. Teknik direktörler, masörler, aşçılar, top toplayıcılar, güvenlikçiler vb. Futboldan beslenen yan sektörleri de işin içine katalım: tekstil işçisi, deri işçisi, şoförler, sekreterler, basın emekçileri, reklam uzmanları, bahis büfesi çalışanları vs. vs. Hepsi sömürülüyor.
vii) Lisanslı ürün üreten şirketler: Bazen kulüp bizzat üretiyor bunları. Bazen anlaşma yaptığı bir firma. Formalar, tişörtler, şortlar, eşofmanlar, anahtarlıklar, kalemler, defterler, çantalar, futbol topları, magnetler, şekerlemeler, oyuncaklar, akla gelen gelmeyen yüzlerce ürün. Bunlardan kulüp bir pay alıyor. Üreten şirket(ler) de fazlasıyla kazanıyor. Bir de korsan ürünleri ekleyin, ne büyüklükte bir sektör olduğu ortaya çıkacaktır.
viii) Yayıncı kuruluşlar: Çok yüksek bedellerle yayın hakları satın alınıyor. Sonra bu yayınlar, abonelere ve diğer ülke yayıncılarına satılıyor. Maç yayını sırasında alınan reklamları da eklerseniz, yayıncı kuruluşun kâr etmemesi mümkün değil. Yayınlar da çeşitlendi; televizyon, dijital platformlar, radyo, tek tek maç yayını satışları, özet görüntü satışları vb.
ix) Sponsorlar: Kulüpleri finanse eden en önemli anlaşmalardan biri de sponsorluk anlaşmaları. Forma üzerine, stadyum adına, spor malzemesi temini olarak, futbolcunun taktığı şapkaya, basın toplantısı düzenlenen salona, hatta kulübün adına sponsor olunabiliyor. Düzenli ve sürekli bir reklam türü olarak firmaların kulüplere aktardıkları bedellerin, buna değip değmediği özel bir araştırma konusu olabilir.
x) Bahis oynatanlar: Burada devletten lisans almış resmî bahis şirketlerinden yasa dışı türlerine kadar çok çeşidi bulunuyor. Bu yazıda verilere girmedik, ama bu konu da ayrı bir yazı konusu olabilir ve bahis piyasasının büyüklüğü dudak uçuklatabilir.
xi) Finans kuruluşları: Kulüpler, özellikle bankalardan sürekli kredi alıyorlar ve böylece faiz borçlusu oluyorlar. Bu şekilde peşin ödemelerini yapabiliyorlar. Buraya sigortacılığı ve borsayı da ekleyebiliriz.
* Taraftar: Bu aktörlerin sayısı artırılabilir. Eğitimcileri, sağlıkçıları, yöneticileri, mafyayı, fantezi futbol oyuncularını da ele alabiliriz. Ama herhalde asıl unsur taraftar, yani tüketicidir. 1880’lerde İngiltere’de çayırın yanındaki yamaca sıralanan işçiler ve çocukları, bir 90 dakika sayesinde tatil günlerini keyifli geçirmiş oldukları için zor yaşamlarına bir tebessüm katabiliyorlardı. Bugün ise, eğleneceğiz diye yüzlerce lira harcamamız gerekiyor. Maç bileti veya yayın aboneliği ya da kahvehane giriş parası, çocuğun ısrarla istediği Arda Turan forması, dergisi, anahtarlığı, ulaşım parası, “iddaa”da bir umut yatırılan paralar…
İlk sonuç
Futbol endüstrileşiyor. Rekabete dayalı oyun ise hiç de âdil değil. Oligopolistik bir yapı söz konusu. Kulüpler arasındaki güç dengesi uçurum şeklinde. Lisanslı ürünler ve yayınlar tekelleşmiş durumda. Yerel unsurlar silikleşiyor ve dünya kulüpleri her mahalleyi ele geçiriyor. Manchester United, Çin’den Botswana’ya Guam’dan Kanada’ya her yerde.
Dünyanın en çok izlenen sporu söz konusu olunca, takım tutmamak da pek mümkün olmuyor. Ama gerçekler insanı zorluyor. Türkiye’nin belki de tek komünist futbolcusu Metin Kurt’tan duyduğum bir sözle bu yazıyı bitireyim: “Bugün her gol emekçinin kalesine atılmaktadır.”