TUNCAY YILMAZ yazdı: “16 Nisan akşamı sokaklara çıkan kitleler, şayet Hayır galip çıkmışsa, Hayır’a sahip çıkan iradeyi ortaya koymalı; Erdoğan çetesi hile ve gaspla Evet’i galip çıkartmışsa buna güçlü bir itirazı ilk akşamdan gerçekleştirmeli ve bu sonucu kabul etmeyeceğini ortaya koymalı.”
TUNCAY YILMAZ
16 Nisan akşamı ve sonrasındaki birkaç gün, belki bir hafta ülkenin yakın geleceğinin belirleneceği günler olacaktır. Süreci kendi lehine geliştirmek isteyen tüm karar odakları bu günlere bakarak yeniden konumlanacak, ittifaklarını ve tercihlerini gözden geçirecek. O yüzden o günlerde sokağa hâkim olan, sokakta ısrar eden, iradesine sahip çıkan sonrasında kurulacak yeni dengeye avantajlı girecek, kendi oyununu ilerletme imkânı yakalayacaktır.
16 Nisan referandumundan çıkacak her iki sonucun ardından da hızlı bir normalleşme beklenemeyeceği hepimiz açısından aşikar.
Evet çıkarsa iktidar bloğu Kürt Hareketi’nin ve genel olarak bizlerin üzerine daha da yüklenecek, siyasal ortamı tamamen AKP-CHP (tabiî ki içindeki ayrıksı otlardan temizlenmiş haliyle!) spektrumuna hapseden bir sonuç elde etmek isteyecektir.
Hayır çıkması durumunda ise, iktidardakiler bunun kendileri açısından sonun başlangıcı haline gelmesini engellemek üzere, yine büyük saldırılar ve bu yenilgiyi gündemin gerisine itecek çapta yeni siyasal ataklarla (sınır içinde daha kapsamlı saldırı ve cadı avları, sınır ötesinde kara operasyonları vs.) durumu yeniden kendi lehine çevirmeye çalışacaktır.
Yani her halükârda baskı, şiddet, zor devrede. Evet çıkarsa ağırlıklı olarak resmi devlet güçleri devrede olacak, Hayır çıkarsa bunların yanı sıra ve hatta daha fazla paramiliter güçler ve taşeron örgütler devreye girecek.
Elbette bu iki sonucun toplumsal muhalefete etkileri de farklı olacak. Evet ve Hayır sonuçlarının yaratacağı temel fark, mücadelenin yüksek moralle (Hayır’ın kazanması durumunda) ya da düşük bir moralle sürdürülmesi olacaktır.
Burada da iki noktaya dikkat etmek gerekecektir. Birincisi “Evet” farkı küçük olduğu takdirde moral meselesi farklılıklar arz edebilir. Kazanmaya olan inancın yaratacağı öfke daha da artabilir ya da “kahretsin, yine kaybettik” havası doğabilir. Evet çıksa da faşist diktatörlük bir günden ötekine kurulmuş olmayacaktır. Bir geçiş yaşanacak ve bunun için de devlet güçlerinin dışında, toplum içinden hegemonya üretme ihtiyacı zaruriyetini koruyacaktır. Biz bugünden, yürüttüğümüz çalışmayı, bu ikinci durumun ortaya çıkmasını engelleyecek anlayış, ajitasyon, propaganda ve örgütlenme tedbirleriyle örmeliyiz.
İkincisi ise mücadelenin yükselmesi durumunda CHP’nin “Yenikapı ruhu” ya da “dokunulmazlıkların kaldırılması”nda yaptığı gibi düzen lehine yatıştırıcılık görevini üstlenip mücadeleyi engellemeye girişmesi olacaktır. Bunu da bugünden düşünerek tedbirli olmak gerekiyor.
Olabileceklere ilişkin senaryolar muhtelif şüphesiz. Sermaye ve uluslararası güçler de 16 Nisan sonuçlarına göre oyundaki konumlanışlarını yeniden gözden geçireceklerdir. Son süreçte Avrupa ve kısmen ABD sahasında ortaya çıkan kimi tutumlar sadece her iki tarafın “iç politik malzemesi” olarak okunmamalı. Bu, aynı zamanda bir pozisyon değişikliğine de alesta olma potansiyeli taşımakta.
Şayet durumu böyle okuyorsak, bu süreçte nasıl pozisyon alacağımıza ilişkin net bir perspektife ihtiyacımız var. Taktiksel hamlelerimiz ne olacak? Bu hamleleri konjonktürel olarak hangi plana bağlayacağız? Ve bu plan stratejik hedeflerimizle nasıl buluşacak?
15 Temmuz OHAL kâbusuna karşı 16 Nisan Hayır bayramı!
Son bir haftada büyük değişiklikler olmazsa (ABD’nin Suriye’yi vurması ne kadar provakatif bir coğrafyada yaşadığımızı göstermeye yeter de artar!) Hayır güçleri moralli ve görece toparlanmış olarak sandığa gitmiş olacak. Erdoğan çetesi büyük çapta hırsızlıklar, engellemeler yapmayı başaramazsa muhtemelen sandıktan Hayır oyu galip çıkacak.
Ancak sandıktan Hayır çıkmasının kalıcı bir değişiklik yaratmaya yetmediğini hepimiz 7 Haziran ve sonrasında bizzat yaşayarak gördük. Öyleyse, olası Hayır sonucunu nasıl kalıcılaştırabiliriz sorusuna verecek cevabımız olmalı.
Hayır Meclisleri, DİB, Emek ve Demokrasi için Güç Birliği, HDK, HDP bütün Hayır güçleri olarak, bir yandan Hayır’ı sandığa taşırken bir yandan da sandıktan çıkacak Hayır’ı garantiye alacak “Hayır’ımıza sahip çıkıyoruz” motivasyonu yaratmaya girişmeliyiz. Gezi İsyanı sürecinde işleyen mekanizmaları, orada oluşan toplumsal hafızayı yeniden harekete geçirebiliriz.
16 Nisan akşamı dökebildiğimiz en geniş kitleyi sokağa dökmek ve her halükârda “Hayır”ımıza sahip çıkılmasını sağlayacak bir çağrı ve organizasyon yapmak zorundayız. Özellikle büyük kentlerde sokakları “Hayır bayramına” çevirecek milyonlar, sandıktan çıkacak sonucu garantiye alma hususunda büyük önem taşıyacaktır.
16 Nisan akşamı sokaklara çıkan kitleler, şayet Hayır galip çıkmışsa, Hayır’a sahip çıkan iradeyi ortaya koymalı; Erdoğan çetesi hile ve gaspla Evet’i galip çıkartmışsa buna güçlü bir itirazı ilk akşamdan gerçekleştirmeli ve bu sonucu kabul etmeyeceğini ortaya koymalı.
Bu buluşmalarda uluslararası basın, gözlemci ve demokratik güçlerin heyetlerinin hazır bulunmasını sağlamak, Hayır iradesini dünya kamuoyuna taşımanın en kestirme ve garanti yoludur.
Karşı tarafın da 15 Temmuz sonrasındaki “Demokrasi Nöbetleri” benzeri, 16 Nisan akşamı ve sonrasında sokağa hâkim olma planları içerinde olacağını hesap etmeli, sokakları demokrasi güçlerine kapatmaya dönük saldırılara karşı meşru müdafaamızı yapabilecek hazırlıkta olmalıyız. Erdoğan’ın SADAT aracılığıyla geniş bir paramiliter ekibi eğittiği, silahlandırdığı hepimizin malumu. Bu çetelerin sokağa hakim olmasını engelleyecek tek güç sokaklara dökülmüş milyonlar olacaktır.
Özcesi, süreç 16 Nisan’da sandıklar kapandıktan sonra kazanılacak ya da kaybedilecek!
Mücadele tarzı
Sokaktaki mücadele tarzımız kesinlikle kitlesel, meşru, fiili, demokratik mücadele perspektifiyle olmalı. Daha organize, daha hazırlıklı, daha planlı bir Gezi İsyanı modeli hedeflemeliyiz. Kitleler adına kitlelerden kopuk mücadele formlarına pirim vermemeli, kitlesel, birleşik “Demokratik Halk Direnişi” hattında ısrarcı olmalıyız. Ancak elbette bizi bekleyen sürecin sertliğinin, üzerimize yönelebilecek provokatif resmi/paramiliter saldırının ölçüsüzlüğünün de bilincinde olmalı, her eylemde, organizasyonda kendimizi savunabilecek hazırlıkları mutlaka yapmalıyız.
Böylesi bir süreç geliştirmeyi başarabilirsek; 16 Nisan 1 Mayıs’a, 1 Mayıs’ Gezi İsyanı’nın yıldönümüne bağlanacak ve moral üstünlük, kısmen de olsa sokak hakimiyeti yeniden bize geçecektir.
Ve elbette iktidar bloğunda yeni konumlanışa ilişkin çatlaklar derinleşecek, fikir farklılıkları fiil farklıklarına doğru dönüşmeye başlayacaktır. Muhtemel ki egemenlerin arasında biri faşizmi koyulaştırmayı diğeri yumuşamayı/sosyal demokrasiyi devreye sokarak halk hareketini kontrol altına almayı öngören iki çizgi görünürleşecektir.
Bu noktada taktiklerimizi kendi bağımsız çizgimizi asla silikleştirmeden, burjuvazinin sosyal demokrasiyi devreye sokma hamlesini aşabilecek perspektifle geliştirmeliyiz. Kaba şekilde tariflersek şimdilik sosyal demokratlarla birlikte (referandum kampanyası çerçevesinde) faşizmin kurumsallaşmasını durdurma mücadelesi veriyor görünsek de, referandum sonrasında onların düzen içi frenleme sistemlerini aşacak bir süreci geliştirecek hareket perspektifiyle taktik ve politikalar geliştirmeliyiz.
Demokratik Meclisler Birliği /Formu/Koordinasyonu
Yukarıdaki kurguya devamla; sokakta Hayır’a sahip çıkan güçlerin tamamını kapsayan bir perspektifle “Demokratik Meclisler Birliği/Forumu/Koordinasyonu” ana taktiğini devreye sokmanın imkânlarını zorlamalıyız. Evet, bugüne kadar bu merkezileşmeyi başaramadık. Çeşitli sebeplerle ayrı kulvarlardan yürümek tercih edildi. Ancak mücadelenin yükselmesi, ister istemez direniş odaklarının birbiriyle istişaresini güçlendirmesini zorunlu kılacaktır.
Merkezileşme takıntısıyla yerellerdeki hareketi işlevsizleştiren, genel olarak mücadeleyi hantallaştıran bir atalete, “bekleyelim, görelim” ruh haline asla düşmeden, ama her fırsatta gerçek ve sanal dünyanın (ki sanal da artık gerçeğin bir parçasıdır!) bütün imkanlarını kullanarak, yeni/esnek, yaratıcı formları da devreye sokarak sahadaki mücadeleci güçlerin organize olması hedefini gözeten ısrarcı bir hat izlemeliyiz.
Meclislere biçtiğimiz misyonu sadece sokakta faşizme direnen, yıkıcı bir rolle sınırlamamalı, aynı zamanda, “yeni bir toplumsal sözleşme, demokratik anayasa” mücadelesinde kurucu rollerini bilince, söyleme ve eyleme çıkartmak için çabalamalıyız.
Meclislerin oluşmasında HDK/HDP’nin, diğer kurumlar/birlikler arası görüşmelerin kurucu etkisi olsa da bu parantezi çok aşan bir perspektifle hareket etmeliyiz. Bu süreçte örgütleyeceğimiz bütün organizmalar kurumsal ve bireysel katılımlara açık formlarda olmalı, örgütlerin dışında kalmış bütün birikimi ve enerjiyi kendi içinde toparlayabilmeyi başarmalıdır.
Sistem güçlerinin “sosyal demokrasi” bariyerini/frenini aşacağımız süreç ve alan tam da burasıdır. Şayet bu aşamaya gelmeyi başarabilirsek bu meclislerin hareket perspektifini stratejik konumlanışımıza, yani sadece demokratik değil aynı zamanda sosyal bir cumhuriyete çevirmek hiç de zor olmayacaktır.
07.04.2017