SEÇTİKLERİMİZ – DKÖ’lerin gerek iç işleyişlerinde gerekse diğer kurumlarla ilişkilerinde “bir arka bahçe konumuna” düşmemesi gerektiği ne kadar açık ise kendi bahçelerini sadece bazı çiçeklere ait göremeyeceği de o derece açıktır.
Bahattin Demir (Jeoloji Müh.)
Hakkı Atıl (Jeoloji Müh.)
Hatice Erbay (Jeoloji Müh.)
Aydın Çelebi (Jeoloji Müh.)
Ülkemizde TMMOB gibi birçok mesleki demokratik kitle örgütünde en yaygın tartışma konularından biri “örgütün siyaset yapma tarzına” ilişkindir. Aslında bu tartışmalar sadece üye ve yönetimler arasında değil örgüt kadroları ile yönetimler arasında; siyasi hareketler içinde de yaşanmaktadır. Sol hareketler özelinden bakıldığında bu konuya ilişkin, 70’lerin ikinci yarısından günümüze kadar geçen sürede, literatürde çok sayıda dokümanın üretilmiş olduğu görülecektir.
Uzun süredir varlığını koruyan böylesi çok taraflı ve çok boyutlu bir konunun bu yazı çerçevesinde bir bütün olarak ele alınmasının mümkün olmadığı açık olup yazının da böyle bir hedefi bulunmamaktır. Bu yazının amacı TMMOB’nin Emek ve Demokrasi için Güç Birliği’nden çekilme kararı sonrasında TMMOB içerisinde yürüyen tartışmalarda karara gerekçe olarak sıkça sunulan “üye profilimizde sağdan sola her anlayış var, siyasetlerin arka bahçesi olmayacağız” vurgusu ekseninde kitle örgütlerinde “siyaset yapma alışkanlıklarımızın” eleştirel/öz eleştirel bir değerlendirmesini yapabilmektir.
TMMOB tarihinin ortak tarihimiz olduğu bilinci ile hareket edilmesinin sorunlarımızın çözümüne en uygun zemini yaratacağına duyduğumuz inançtan dolayı, bu yazıda sadece eleştirel değil aynı zamanda özeleştirel bir yaklaşıma sadık kalmak hedeflenmiştir. Bu nedenle okuyuculardan yazıdaki her eleştirinin bizler için özeleştirel bir anlamı olduğunu gözardı etmemelerini önemle rica ederiz.
Ülkemizde Demokratik Kitle Örgütleri (DKÖ), en genel anlamıyla iktidara karşı hak (demokratik, mesleki, akademik, ekonomik vb) mücadelesi veren, mücadelenin başarısı için ilgili toplumsal kesimi (kitlesel gücü) bir araya getirmeyi hedefleyen ve demokratik karar mekanizmalarına (iktidarlardan bağımsızlık ve katılımcılık) sahip örgütlenmeleridir. Başka bir deyişle; hak mücadelesi, kitlesel güç ve örgüt içi demokratik karar mekanizmaları olmadan bir DKÖ’nün varlığından bahsetmek olanaksızdır
Cemaat/tarikatların ve sermaye destekli yapıların, sivil toplum kuruluşu (STÖ) olarak nitelendirilebildiği günümüz koşullarında, bu yazıda “STÖ mü DKÖ mü” tartışmasına girilmediğinin altını çizerek, Demokratik Kitle Örgütü kriterlerinin daha da önem kazandığını ve her sivil toplum örgütünün DKÖ vasıflarına sahip olamadığını da özellikle belirtmek isteriz
Gerek TMMOB gerekse diğer DKÖ’lerde kitlesellik boyutunun merkezinde örgütlenmenin kuruluş amacının yattığı; bizi bir araya getiren şeyin öncelikle DKÖ’nün kuruluş amacı olduğu açıktır. Bu kitlesel birliktelik doğal olarak farklı siyasal anlayıştaki insanların birlikteliğidir ve Demokratik Kitle Örgütleri, programı ve işleyişi ile bir ayna gibi bu kitleselliği yansıtacak canlılık ve renklilikte olmak zorundadır. Bu nedenle, DKÖ’ler tüzük, yönetmelik gibi düzenlemelerle, sadece seçim mekanizması anlamında değil, yatay ve dikey tüm karar süreçlerinde katılımcılığı ve demokratik çalışmayı örgütsel işleyişlerinde sürdürmek zorundadırlar.
Demokratik Kitle Örgütleri üzerine yapılan tartışmaların en yoğunlaştığı alanın, bu demokratiklik konusu olduğunu söylersek abartmış olmayız. Çünkü DKÖ’lerin diğer boyutları üzerinde “şu veya bu şekilde” bir uzlaşı yaratılabilirken sıra “demokratiklik” ve “demokrat olma” gibi üzerinde uzlaşması zor bir konuya geldiğinde tartışmalar da artmaktadır.
Bu genel giriş ışığında TMMOB özelinde konuya bakacak olursak; Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği mühendis, mimar ve şehir plancısı meslek unvanlarını kullanmaya hak kazanmış kişilerin üye olduğu bir meslek örgütü olarak 1954 yılında kurulmuştur. İlk kuruluş dönemlerinde, söz konusu meslek unvanlarının o dönemin koşullarından kaynaklanan “elitist karakteri” ve devletle iç içe olma gibi etkenler nedeniyle başlangıçta gerek işleyişi gerekse duruşu itibariyle, mesleki alanla sınırlı kalmıştır. Ancak ülkede kapitalist krizin derinleşmesi, sınıflar mücadelesinin keskinleşmesi ve işçi sınıfı mücadelesinin yükselmesi ile birlikte TMMOB de önemli bir değişim yaşamış ve 70’lerden itibaren demokratik, ekonomik ve mesleki haklar için mücadele eden bir DKÖ’ye dönüşmüştür. TMMOB, diğer birçok meslek örgütü gibi, bugün de tartışmasız bir şekilde DKÖ olma kimliğini korumaktadır.
TMMOB’de kitleselliğin, kuruluş amacı ekseninde aynı meslekten kişilerin birlikteliğinin, niceliksel olarak sağlandığını söylemek mümkündür. TMMOB 12 Eylül sonrası getirilen üyelik esnemelerine rağmen kuruluş yasasıyla “zorunlu üyelik” mekanizmasına sahip yapı olarak bugünlere gelmiştir. Ülkedeki sosyo-ekonomik, siyasal ve kültürel koşullar ile hükümetin TMMOB karşıtı politikaları odalar ve üyeler arasındaki bağı önemli oranda zedelemiş olsa da, tabanda ve muhalif kamuoyunda “demokratik, ekonomik ve mesleki haklar için mücadele örgütü” olma algısında bir değişiklik yaşanmamıştır.
“Demokratik, ekonomik ve mesleki haklar için mücadelesi” TMMOB’yi ister istemez diğer DKÖ’ler ve siyasi yapılanmalarla yan yana getirmek durumundadır. Bu sadece bir zorunluluk değil aynı zamanda korunması ve geliştirilmesi gereken bir tercih olmak durumundadır. Nitekim son 25 yılda, içinde TMMOB’nin de olduğu Emek ve Demokrasi Platformu gibi çeşitli birliktelikler kurulmuştur.
En güncel platform, kuruluşu 11.08.2016 tarihinde Ankara’da düzenlenen bir basın toplantısıyla kamuoyuna duyurulan Emek ve Demokrasi için Güç Birliği’dir. Ancak kuruluşundan yaklaşık iki ay sonra TMMOB, Yönetim Kurulu’nun aldığı bir kararla birlikten çekilmiştir. TMMOB Yönetim Kurulu’nun ilgili kararı yayınlanmamış olduğundan gerekçeler tam olarak bilinmemekle birlikte TMMOB YK Başkanı Emin KORAMAZ’ın 24.09.2016 tarihli Danışma Kurulu toplantısının açılışında yaptığı konuşmada yer verilen “Grupçu, benmerkezci, kendi özel ajandasını dayatan yaklaşımların egemen olduğu bir oluşumda TMMOB’nin yeri yoktur” ve “hiçbir siyasi gücün arka bahçesi olmamak” vurguları dikkati çekmektedir.
DKÖ’lerin gerek iç işleyişlerinde gerekse diğer kurumlarla ilişkilerinde “bir arka bahçe konumuna” düşmemesi gerektiği ne kadar açık ise kendi bahçelerini sadece bazı çiçeklere ait göremeyeceği de o derece açıktır. Zaten sonuç itibariyle bahçe,“mücadele çiçeklerinin” hepsini içerdiği sürece anlamlıdır.
Bahçe metaforu ile devam edersek, “Parti bahçesi” ve “DKÖ bahçesi” birbirinden farksızdır denemez ama ortak çiçeklerimiz olmasına da kimse şaşırmamalı. Aslında bahçemizin “hiçbir siyasi gücün arka bahçesi olmamasını” sağlayabilecek yegâne şey, “bahçe koruma” kaygısından kurtulmak ve “çiçeklerin korunmasına” odaklanmaktır. Hatta DKÖ platformunda yer alan kadroların birbirlerinin varlığının örgüt ruhunun doğal bir sonucu olduğunu, başarının sırrının “kolektif aklın geliştirilmesiyle” sağlanabileceğini önemsemeleri ve bu yönde adım atmaları, hayatın diğer alanlarında da kadroların birlikte davranmalarını kolaylaştırıcı bir etki yaratacaktır. TMMOB özelinde konuşacak olursak, TMMOB’nin demokratik, ekonomik ve mesleki haklar mücadelesinin başarısının yegane şartı, mücadelenin içinde her zaman bizden farklı düşünen kadroların olacağını görmek ve “bahçe işlerimizde o kadrolarla ortak çalışma bilincimizi” korumaktır.
Ülkemizdeki muhalif yapıların sergilediği geçmiş pratik “bahçe koruma” kaygısının ön plana alındığını gösteren örneklerle yeterince doludur. “Birlikten yana olduğunun” herkes tarafından ve her seferinde ifade edilmesine karşın sıra örgüt içindeki kurul ve komisyonlarda ve/veya kurumlar arası çalışmaya geldiğinde sık sık “bahçe sorununu” gündeme getirmektedirler.TMMOB’nin Emek ve Demokrasi için Güç Birliği’nden ayrılmasında da aynı gerekçe karşımıza çıkmıştır.
Gelinen noktada, TMMOB’nin yürüteceği mücadelenin demokratikliği hem ülkedeki genel demokrasi mücadelesinin bir parçası olması hem de kadroların “kolektif akıl” kültürünün geliştirilmesiyle sağlanabilir. Dolayısıyla nasıl Kürtlerin mücadelesi, kadınların mücadelesi, ekoloji mücadelesi gibi ülke siyasetindeki temel olgular TMMOB mücadelesinden kopuk görülemezse, “bahçemize bakarken” de el ele çalışılması gerektiği göz ardı edilemez.
Kötü olan, aslında “biz öyle bir şey söylemiyoruz ki” derken bile ayrışmayı arttırıyor olunduğunun görülmemesidir (gizli ajandalar hep karşımızdakilere mi ait?). Gerek Danışma Kurulu açılış konuşmasındaki çekilme kararına ilişkin vurgular ve 29.09.2016 tarihinde TMMOB web sayfasında yayımlanan, kapatılan ve mallarına el konulan birçok yayın organı varken bazı kaygılarla diğerlerini görmezden gelip sadece bir yayın organını öne çıkartan basın açıklaması, gerekse de “Taksim mitingine” yapılan çağrılar ortadayken “arka bahçe olmamaktan” bahsetmenin “dayanılmaz hafifliği”, bizleri bir kez daha, ama gerçekten bir kez daha, düşünmeye sevk etmelidir.
Çok derin tespitlere gerek yok, Ekim 2016 dünyası ve Türkiye’sinde “gidişatı ancak emekten, demokrasiden, laiklikten, barış ve kardeşlikten yana güçlerin” ortak ve bütünleşik mücadelesi durdurabilecektir. Bu süreçte “bahçemize bakarken” aynı zamanda bahçeyi nasıl koruyacağımız da bellidir; faşizmden ve sermayeden yana olanlar bu bahçeye giremez. Bahçemiz sadece kendi çiçeklerimize değil mücadeledeki tüm kardeş ve dost çiçeklere sonuna kadar açıktır. Bahçemizde başlayacak bu zenginlik inanıyoruz ki diğer dost bahçelere de yayılacaktır.
* Voltaire-Candide