Hasan Ali Toptaş, yeni çıkan kitabı Kuşlar Yasına Gider’in ardından bir röportaj verdi. Röportajında Nobel ödülü hayali olmadığını söyleyen ünlü yazar, ‘Edebiyatınız politik mi?’ sorusuna ‘İyi bir roman politiktir zaten’ yanıtını verdi.
Hürriyet'ten Çınar Oskay'ın Hasan Ali Toptaş'la yaptığı ve 15 Ekim tarihinde yayımlanan röportajından başlıca bölümler şöyle:
Ege’nin küçük bir kasabasında doğdunuz. Bugün size “Doğu’nun Kafkası” diyorlar. Yazmaya nasıl başladınız?
– Sekiz yaşındayken başımın arkasında bir yara çıktı. O zaman çocukların saçları makineye tutulurdu. Uzatmak falan yoktu. O yaranın bulunduğu yerde saç çıkmamıştı daha sonra. Yuvarlaktı, ışıl ışıl parlıyordu… Oradan yayılan ışıltının kerpiç duvarlara, yanımdan geçenlerin gözüne yansıdığını düşünürdüm ben. Çok utanırdım. O yara beni neredeyse sokağa çıkmaya bile korkan, içine kapanık biri haline getirdi. Bir gün bir çocuk ötekilere dönüp “Aynalı geliyor, bakın” dedi. Sonra Hasan Ali’yi unuttular, adım ‘Aynalı’ kaldı.
Nasıl bugün dilimizin, Türkçe’nin durumu?
– Pek iç açıcı olduğunu söyleyemem maalesef.
Niye böyle?
– Belki teknolojinin, iletişimin hızlı gelişimi bozulmayı da hızlandırdı. Ama bozulmayı hızlandıran şey yeniden inşayı da hızlı kılabilir.
Edebiyatınız politik mi? Toplumu, dünyayı değiştirmek gibi bir isteğiniz var mı?
– Her şeyden önce yazdığım romanın, roman olmasını isterim. İyi bir roman da politiktir zaten. Sloganlarla dolu olması gerekmiyor sayfaların.
Kendinizi Türk edebiyatında herhangi bir akımın devamı-akrabası gibi görüyor musunuz?
– Hayır, görmüyorum. Göremem de zaten, bu edebiyat eleştirmenlerinin işi.
Peki dünya edebiyatından yakın bulduğunuz kişiler var mı?
– Sevdiğim yazarlar var elbette. Borges’i severim. Kafka zaten halamın oğlu! Laf Kafka’ya gelsin istemezdim ama…
Bu Kafka benzetmesi neden yapıştı size?
– Yıldız Ecevit yapmıştı bu benzetmeyi ama sanıyorum metinlerimizin yapısından yola çıkarak yapmamıştı bunu. Kafka’nın işçi sigorta kurumunda çalışıyor olması, memur olması, benim Sincan Vergi Dairesi’nde çalışıyor olmam… Sonra sessizliğim, çekingenliğim… Sanıyorum bunlardan yola çıkarak yapılmıştı.
Bu benzetmeden rahatsız mısınız?
– Evet, rahatsızım. Yeryüzüne bir Kafka yeter, ikincisine hiç lüzum yok.
Siz Anadolu’yu, köy hikâyelerini anlatan bir yazarsınız. “Ben Nişantaşı’nda büyüdüm” diyen Orhan Pamuk’un edebiyatı size nasıl görünüyor? Farkınız ne?
– Farkımızın ne olduğunu benim söylemem doğru değil, bunu başkası söylemeli.
Nobel hayalim yok
Siz ödülleri önemser misiniz? Bir gün Nobel almak ister misiniz?
– Böyle bir şeyi hiç aklımdan geçirmedim. Öyle bir hayalim yok. İnsanlar müsaade ederlerse, ben sadece birkaç roman daha yazıp gitmek istiyorum. Nobel alıp almamam hiç önemli değil. Önemli olan, önceki romanlarımdan daha iyi birkaç roman yazabilmek. Az evvel dediğim gibi, insanlar müsaade ederlerse tabii.
İnsanlar müsaade etmiyor mu?
– İletişimin hızlı olmasının da payı var bunda. Eskiden ‘sosyal medya’ diye adlandırılan mecrada hesabım vardı ama hepsini kapattım. Ben çabuk etkileniyorum çünkü, günlerce dertleniyorum. O tür yerlerden yahut başka yollardan da gereksiz şeyler söyleniyor. Başa çıkamadım sonuçta.
Romanlarınız çok satıyor. Hayat standartlarınız değişti mi? Ne bileyim, İstanbul’da Boğaz gören bir yerde oturayım diye düşünüyor musunuz hiç?
– Yok yok, hayır. Ben İstanbul’da yaşayamam. Aklımın ucundan bir kere bile geçmedi. Ankara’dan bile kaçmayı düşünüyorum. Kızım küçük, o nedenle kaçamıyorum. O üniversiteyi bitirmiş olsa bir Ege kasabasında, sükûnetin içerisinde yaşamak isterim.
Romanlarınızda hep gitmek teması var. Otobüsler, atlar, motosikletler… Ama siz gezmeyi sevmiyorsunuz.
– Ben hareketsiz biriyim. Benim hareketim hareketsizlik aslında. Kelimeler…
Marquez “Arkadaşlarım beğensin diye yazarım” der ya… Siz kime yazarsınız?
– Her şeyden evvel yazmak benim kendi ihtiyacım, kendimi kendi gözümde var etme şekli. Bunun ötesinde, okura yazıyorum ama okur için yazmıyorum.
Gezi Parkı'nda farklı grupların birbirlerine jestleri çok değerliydi
Türkiye’de olan biten tatsızlıkları nasıl izliyorsunuz?
– Bir hafta haber izlemek bile insanoğlunun katlanabileceği bir şey değil. Bu ne zaman bitecek bilmiyorum.
İnsanları izliyor musunuz? Onlar da kötüleşiyor mu?
– Gezegenimizdeki bütün insanlar kötüleşiyor sanki. Topyekûn çıldırıyoruz. Ben 1970’li yılları özlüyorum. 70’li yıllardaki düşmanlığın bile bir zarafeti vardı. Şimdi dostluk bile zarafetin uzağında. Çok tuhaf bir yere gidiyoruz ama hayırlısı.
Bu durum sanatı nasıl etkiliyor? Eskisi gibi güçlü şarkılar, filmler, romanlar da çok çıkmıyor gibi. Böyle bir dönemde sanatın patlama yapması gerekmez miydi?
– Dar zamanlar, karanlık günler aslında çok kuvvetli eserlerin üretilmesine yol açar. “Şeytan azapta gerekir” lafı hiç de boşuna değildir. Zamanla çıkacaktır ortaya o güzel ürünler. Sanat aceleye gelmez, biliyorsunuz. Muhakkak çıkacaktır.
12 yaşında bir kızınız var. Bir gün “Umudum yok. Ben gideceğim bu ülkeden” derse ona ne söylersiniz?
– Umarım bu ülkede her şey düzelir de, kızım böyle bir şey söylemek zorunda kalmaz. Sadece kızım değil, umarım hiçbir evladımız böyle düşünmek zorunda kalmaz.
Geleceğe yönelik umudunuz var mı?
– İnsan varsa umut vardır.
Umutlu olalım o zaman… Türk insanında en sevdiğiniz özellik nedir?
– En kabası bile sıcak aslında. Avrupa’da en çok bir ay kadar kaldım, hakikaten özledim. Burada kızdığım insanları da özledim! Başka bir sıcaklık var.
Gazete okuyor musunuz?
– Her sabah 5-6 gazeteye bakıyorum. Cumhuriyet, Hürriyet, Yeni Şafak, Star, Oda TV, Birgün ve Evrensel… Her gün bakarım bunlara.
En sevdiğiniz köşe yazarı kim?
– Sevdiğim, sürekli takip ettiğim bir köşe yazarı yok. Refik Durbaş’ın Birgün’de eski günleri anlattığı yazılarını kaçırmamaya çalışıyorum birkaç aydır.
Siz de pek çok insan gibi nostaljiye sığınıyorsunuz galiba. Hababam Sınıfı’nı kısa süre önce YouTube’a koydular, rekor kırdı. Milyonlarca insan seyretti. Nedir bu özlemin sebebi?
– Yeryüzünde saflık kayboluyor. ‘Hababam Sınıfı’nın özü insanoğlunun saflığıdır. İnsanlar bunu özlüyor. 70’li yıllarda biz lise öğrencisi olarak Karl Marx’ı tartışıyorduk. Seminerlere gidiyor, sosyalizmi öğreniyorduk. Arkadaşlar Ülkü Ocakları’na gidiyordu, hatta ben de bir ara gittim. Herkes ülkenin derdiyle ilgiliydi. O kuşak yok şimdi, ya da bana öyle geliyor.
Üç yıl önce Gezi oldu. Takip ettiniz mi?
– Orada bu eski ruh biraz ortaya çıktı. Farklı grupların birbirine yaptıkları jestler çok hoştu, çok hoş şeylerdi.
Bu parıltı kayıp mı oldu?
– Kaybolmamıştır, hiç sanmam.