Mustafa Peköz yazdı: Cerablus işgaliyle PYD’yi durdurmayı amaçlayan Ankara, esasen PYD’nin politik pozisyonunu güçlendirdi. Böylelikle Türkiye’nin balonlaştırılmış işgal başarısından çok, başına bela olacak yeni bir süreçten söz edilebilir. (Seçtiklerimiz)
Türkiye’nin ÖSO adı altında Cerablus’u işgale yönelmesinin askeri ve politik yansımaları önümüzdeki süreçte çok daha belirgin olarak ortaya çıkacaktır. Ancak ÖSO bütünüyle tasfiye olmuş durumda. Ne askeri ne de politik alanda ÖSO’dan bahsetmek mümkün. Türkiye’nin isimlendirdiği ÖSO, esasen BM, özellikle ABD ve Rusya tarafından “terörist” görülen Nusra Cephesi, Ahrar uş-Şam ve IŞİD’in önemli bir bölümünde olduğu güçlerden oluşuyor.
ABD ve Rusya’dan izin alarak Cerablus’a giren Türk ordusunun müttefik güçlerinin esasen bu üç radikal İslamcı gruptan oluştuğu biliniyor. Bu durum Türkiye’nin uluslararası ve bölgesel ilişkilerdeki konumunu oldukça zorlayacak sürecin halkalarından biri olacaktır. Bir başka ifadeyle Türkiye’nin bölgedeki İslamcı güçlerle anlaşarak başlattığı Cerablus seferi, tahmin edilenin tersine Türkiye’yi çok daha büyük sorunlarla karşı karşıya bırakacaktır.
Cerablus seferine onay veren güçlerin stratejik yönelimi, Türkiye’nin bölgesel bir güç olmasını sağlamak değil, tersine hazırlanıp uygulamaya konulan stratejiye yedeklenme hamlesinin bir başka yansımasıdır. Bu bakımdan Suriye ve Irak merkezli ortaya çıkan gelişmelerin Türkiye’nin iç dinamiklerini de etkileyeceği kaçınılmazdır.
Türkiye’nin Cerablus işgal seferine yönelmesi, bölgesel dengelerden çok, iç politik denklem bakımından önemsendi. Prestiji sıfırlanmış ve bölgesel gücünde önemli bir kırılma yaşamış olan ordunun toplum üzerindeki etki gücünü artırmanın bir aracı olarak kullanılmak istendi. Ayrıca devletin iç dinamiklerinin bütünüyle sıfırlandığı, kurumsal yapılarının çok önemli oranda işlevsizleştiği, devlet kadrolarının önemli bir kısmının “devlete ihanet” iddiasıyla tutuklandığı bir süreçte, dikkatlerin dışa yönlendirilmesine ihtiyaç duyuldu.
Merkezinde Gülen Cemaati’nin bulunduğu başarısız darbe girişimine karşı örgütlenen toplumsal tepkinin kalıcı olmayacağı çok açıktır. İç kriz geliştikçe toplumsal reaksiyonun tersine dönmesi olası bir durumdur. Bu bakımdan iç dinamiklerdeki çatışmanın dikkatlerini dışa yöneltmenin en iyi ilacı Cerablus seferi oldu. Bunun geçici olarak etkili olduğunu söylemek mümkün. Ancak süreç ilerledikçe ve batağın içine daldıkça, bu kez tersten toplumsal bir tepkinin ortaya çıkması da yüksek bir ihtimaldir. Böylesi bir durum, Suriye denkleminin kurucu oyuncuları bakımından bir başka avantaj yaratacaktır.
Türkiye’nin ikinci amacı ise, Suriye’nin geleceğinde önemli oranda söz sahibi durumuna gelen ve Suriye’de çıkarı olan bütün küresel güçlerle açık bir ittifak gücü haline gelen PYD’nin ilerleyişi durdurmaktı. Cerablus’un PYD’nin denetimine girmiş olması, Türkiye’nin Suriye denkleminden bütünüyle izole olması, bütün sınırların PYD denetimine geçmesine yol açacaktı. Bu gelişmenin önüne geçilmesi için ÖSO (Nusra, Ahrar uş-Şam, IŞİD) ile ordu ittifakıyla bölge işgal edildi. Görüntüye bakıldığında Cerablus bölgesinin PYD’nin eline geçmesinin önlenmesi, Kürtlerin stratejisine ciddi bir darbe vurdu. Peki, gerçek durum böyle midir? PYD’nin stratejik gelişmesi engellendi mi ve Türkiye yeniden oyun kurucu olarak sahaya mı döndü? Sorunun can alıcı noktası budur. Bu sorulara verilecek yanıt önümüzdeki birkaç aydaki gelişmelerin nereye doğru evrileceğini ve bölgede güç olanların askeri-politik pozisyonunun ne olacağını ortaya koyacaktır.
Suriye ve Irak merkezli küresel güçlerin iki oyun kurucusu ABD ve Rusya’nın, bölgesel ilişkilerde Türkiye’yi pek ciddiye aldıkları söylenemez. Bu iki güç ateşkes kararından ortak askeri planlara ve radikal İslamcı örgütlere kadar birçok konuda ortak tutum geliştirme eğilimi içinde olduklarını açıkladılar. Bölgesel rekabet nedeniyle alınan ortak kararların ne kadar başarılı olacağı bilinmez ama belirleyici olan, komşu devletlerin bu tür görüşmelerin dışında tutulmasıdır. Bölgesel güçler içerisinde ciddiye alınan ve bir bakıma danışılan ülkelerden İran ön plana çıkıyor. Ayrıca ikinci derecede S. Arabistan halen dikkate alınıyor. Şam, denklemin ana halkası olmaya devam ediyor. Gelinen noktada hiç kimse artık Esad’sız bir çözümden bahsetmiyor. Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un yaptığı açıklama dikkate alındığında, Türkiye’nin Esad aleyhine yürüttüğü propagandayı esastan kestiği ve Esad gerçeğini kabul ettiği anlaşılıyor. Bir başka ifadeyle, arada bir “Esad ile bu işler yürümez” gibi iddiasız sözler söylense de esasen Erdoğan merkezli AKP iktidarının Suriye politikasında bütünüyle Moskova’ya teslim olduğunu gösteriyor.
ABD ile Rusya arasında varılan ateşkese özellikle Türkiye’nin aktif olarak desteklediği IŞİD, Nusra ve Ahrar uş-Şam grupları karşı çıktılar. Bir bakıma Türkiye’nin ittifak güçlerinin ateşkesi tanımamaları ve fiilen boşa çıkarmanın askeri sonuçlarından çok politik yansımaları çok daha fazla ön plana çıkacaktır ve bunun sorumluluğu Türkiye’ye yüklenecektir.
Türkiye’nin Cerablus’a girmesi, aynı zamanda radikal İslamcı örgütlerin bütün sorumluluğunun Türkiye’ye yüklenmesidir. Burada ortaya çıkan durumu şöyle ifade etmek mümkündür: AKP iktidarı ile radikal İslamcı örgütler arasında çok ciddi bir bağın olduğu anlaşıldı. IŞİD ile yapılan anlaşma sonucu Cerablus, sorunsuz Türk ordusuna teslim edildi. Bunun bir başka anlamı IŞİD ile devlet arasında derin bağlar olduğunu ortaya koydu. Ayrıca Türkiye’nin ittifak güçleri olan radikal İslamcı hareketler ateşkesi tanımadılar ve doğrudan sabote ettiler. Önümüzdeki süreçte, ateşkesin bozulmasında Türkiye’nin ciddi bir sorumluluk taşıdığı BM başta olmak üzere uluslararası kurumların gündemine daha fazla gelecektir.
Rusya, Türkiye’nin Cerablus’a girmesine onay verdi. Bunda en başta gelen faktör, Ankara’nın Suriye politikasını esastan değiştirmesi ve Esad ile aşamalı bir şekilde diplomatik ilişkiye girmesidir. Ayrıca, denetimindeki radikal İslamcı örgütleri kontrol etmesi için güvence vermesidir. Cerablus işgaliyle Türkiye, sadece kendi sınırları için değil, aynı zamanda BM tarafından terörist görülen ancak Türkiye’nin müttefikleri konumunda olan IŞİD, Nusra gibi örgütlerin sorumluluğunu da yüklendi. Rusya’nın bu iki radikal İslamcı örgüte operasyonlara devam etmesi, bir bakıma ÖSO olarak adlandırılan Türkiye’nin müttefiklerine yönelik saldırıların hedefi haline gelmesidir. Türk tanklarını kullanan bu güçlere karşı yapılacak her saldırı doğrudan Türk ordusuna yapılmış olacaktır. Peki, Türkiye, Rusya’nın hava saldırılarına yanıt verebilir mi? Böyle bir gücü ve iradesi söz konusu mu? Elbet ki yoktur. Bu bakımdan Türkiye’nin Cerablus’a girmesini birkaç ayda hemen çekilmesi ya da “terörist gruplar” olarak adlandırılan güçlerle aynı safta görülmesi ve savaşın hedeflerinden biri haline gelmesi kaçınılmaz hale gelir.
ABD’nin bölgesel politikasının arka planında orta vadede Suriye’nin bölünmesine onay vermesidir. CIA başkanının Irak ve Suriye’nin bölünmesinin kaçınılmaz hale geldiğini belirtmiş olması, ABD’nin arka plan stratejisini yansıtıyor. Peki, kast edilen bölünme nedir? Suriye ve Irak’ta ortaya çıkacak ve daha sonra birleştirilecek olan iki Kürdistan gerçeğidir. ABD’nin ısrarla savunduğu ve uyguladığı politikalardan biri PYD ve Türkiye’yi eşit düzeyde ittifak gücü olarak görmesidir. Münbiç’in YPG askeri gücü tarafından kontrol altına alınmasına paralel olarak Cerablus’un Türkiye’nin işgaline izin verilmesi iki müttefik arasında kurulan bir denge gibi görünüyor. Burada şu noktanın altına çizmek gerekir: Türkiye Cerablus’u işgal etmeseydi dahi ABD, bu bölgenin PYD’nin kontrolüne girmesine izin vermezdi. Türkiye’nin girişine izin verilmesi, esasen stratejinin Türkiye’ye kabul ettirilmesidir. PYD ile Türkiye’nin eşit düzeyde müttefik olarak görülmesi, önümüzdeki süreçte bu iki gücün ABD hakemliğinde masada buluşturulması, çok yönlü anlaşmaların ve protokollerin yapılması kimse için sürpriz sayılmamalıdır. Bugün PYD bölgesindeki birçok yerde ABD bayrağının dalgalanması, ABD askerlerinin Türk ve YPG askeri güçleri arasında görev yapması, önümüzdeki süreçte Ankara’nın terörist PYD tanımından vazgeçip işbirliği yapmasını doğurabilir.
Türkiye’nin müttefikleri olan radikal İslamcı örgütlerinin PYD’ye yönelik saldırılara girişmesinin muhatabı doğrudan Türkiye olacaktır. Özellikle IŞİD, Nusra ve Ahrar uş-Şam gibi örgülerin saldırılarından Türkiye sorumlu tutulacaktır. ABD ve Rusya’nın Kürt bölgelerine yönelik saldırılara girişilmemesi konusunda Ankara’yı uyarmış olmaları, olası saldırılara verilecek karşılık aynı zamanda Ankara’ya bir cevap olacaktır. İki gücün PYD’nin arkasında durması, güç dengelerinin kimin lehine olduğunu ve Suriye denkleminde kimin ittifak gücü olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu bakımdan Cerablus işgaliyle PYD’yi durdurmayı amaçlayan Ankara, esasen PYD’nin politik pozisyonunu güçlendirdi. Böylelikle Türkiye’nin balonlaştırılmış işgal başarısından çok, başına bela olacak yeni bir süreçten söz edilebilir.
Türkiye’nin bu üç radikal İslamcı örgüt üzerinde tam bir kontrol sağladığı söylenemez. Bu üç örgüt içerisinde onlarca farklı grup bulunması, Türkiye’nin özellikle Türkmen kökenli grubu ön plana çıkarması ve diğer gruplarla çatışmaların yaşanmaya başlanması süreci çok daha zorlu bir hale getirecektir. Ortaya çıkacak bütün sorunların muhatabının kaçınılmaz olarak Ankara olacağı açıktır. Ayrıca IŞİD’in ve Nusra’nın homojen bir güç olmadığı, içerisinde farklı eğilimlere sahip bölgesel grupların bulunduğu, bunların bir kısmının Türkiye’ye karşı tutum almaya başladıkları dikkate alındığında Cerablus işgalinin yansımaları hem Suriye içinde Türk ordusuna karşı hem de Türkiye içinde etkili olacaktır.
Esad ordusunun Halep savaşını kazanacağına dair güçlü emareler var. İran ve Hizbullah’ın kara, Rusya’nın hava desteğiyle Esad ordusunun Halep’i önemli oranda kontrol altına alması ve kuşatması savaşın dönüm noktası olacaktır. Özellikle Nusra merkezli Fetih Ordusu’nun kapsamlı saldırılarının bir sonuç veremeyeceği görülüyor. Radikal İslamcı örgütlerin Halep’te kaybetmeleri Suriye’de kaybetmeleriyle eş değerdir. Çünkü Suriye’nin en önemli kentinin elde çıkması, Suriye savaşının esasen bitim noktasıyla eş değerdir. Kaybeden radikal İslamcı güçlerin, Türkiye’nin denetimindeki Cerablus bölgesine çekilmeleri kaçınılmazdır. Savaşın Türkiye’nin müttefiki olan radikal İslamcı örgütlere doğru yönelmesi, Türkiye’ye zorunlu olarak savaşın merkezine çekecektir. Bugüne kadar Ankara adına vekalet savaşı yürüten bu güçlerin ordunun denetimindeki bölgelere sığınmaları özellikle Şam ve Ankara savaşının fiilen başlaması anlamına gelir. Radikal İslamcı örgütleri korumak için Esad ordusu ile savaşmak, aynı zamanda uluslararası ilişkilerde Türkiye’nin işgalci bir güç olduğunun tescil edilmesidir.
ABD ve Rusya’nın Suriye’deki çıkarları önemli oranda çakışmamasına rağmen ortak bazı noktaları çok daha belirgin olarak ön plana çıkıyor.
- Esad’ın başında bulunduğu bir geçiş sürecinin olması konusunda sahadaki bütün oyuncular anlaştı ve Türkiye de bu sürece dahil olmak zorunda kaldı.
- IŞİD, Nusra ve Ahrar uş-Şam’ın BM Güvenlik Konseyi kararıyla terörist olarak görülmesi, esasen Türkiye bakımından ciddi sorunlara yol açacaktır. Özellikle Nusra ve Ahrar uş-Şam’ı terörist görmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ankara’nın elini kolunu bağlaması, Türkiye’yi uluslararası alanda zorda bırakacak gibi görünüyor.
- Ankara’nın Suriye’de kurucu oyuncular listesinin dışında tutulması ilke olarak benimsendi. Cerablus işgali, sürecin bir parçası olmayacağını bir kez daha tescil etti. Türkiye Dışişleri Bakanlığı’nın yeni ateşkes sürecinde hariçten kendisine rol biçmesinin politik bir anlamı olmadığını ortaya koydu. Çünkü kimse Türkiye’yi hesaplayarak plan yapmadı. Türkiye sadece küçük roller çalma peşinde koşarak alanda görünmek istiyor.
- Cerablus işgali Ankara’nın kendi iradesiyle vermiş bir karar olmayıp, Suriye’deki ABD ve Rusya gibi küresel güçlerin uygulamak istedikleri stratejinin bir parçası olarak onay aldı. Bu ikisinden birinin izni olmadan Türkiye’nin oraya bir tek tankını koyması mümkün değildi. Gelişmelerin Türkiye’nin istediği yönde ilerlemediği çok açıktır. Örneğin Türkiye’nin Münbiç’e girme şansı bulunmuyor.
- Türkiye’nin Cerablus operasyonu, bir kazanma değil, tersine politik yenilginin bir parçası olacaktır. Türkiye’ye verilen yeni sorumluluk, ABD ve Rusya’nın inisiyatifiyle BM Güvenlik Konseyi’nde onaylanan radikal İslamcı örgütlerin kontrol edilmesidir. Yani olası gelişmelerden AKP iktidarı doğrudan sorumlu tutulacaktır. Ayrıca Türkiye’nin uluslararası küresel kurumlar tarafından yargılanması gündeme gelirse, Ankara-İslamcı örgütler ittifakı dönemli deliller olarak masaya konulacaktır.
- PYD’nin Suriye denkleminde kurucu bir güç olarak görülmesi ve ittifak gücü içerisinde yer alması çok daha belirginleşti. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Ya PYD ya ya biz”, restine ABD’nin verdiği karşılık: “İkiniz birden” oldu. Aslında dolaylı olarak PYD denildi. Moskova’nın söylemi de PYD yönünde olduğu açık. Bunun bir başka anlamı, Türkiye zorunlu ve kaçınılmaz olarak PYD ile masaya oturacaktır ve ortak protokoller imzalanacaktır.
- Cerablus’a girmek isteyen ABD askerlerinin radikal İslamcı örgütler tarafından engellenmesinin Ankara’nın bir planlaması olduğu çok açıktır. ABD, Ankara’nın bu davranışını çok iyi okuyup, güçlü bir yanıt verecektir. Yanıtı esası Kürtlerle yapacağı ittifakı güçlendirmesi ve YPG/YPJ’ye verilen askeri desteğin artırılması biçiminde olacaktır.
- PKK ile ordu arasında boyutlanarak artan savaşın çözüm anahtarı da işte bu PYD-Ankara ilişkilerinde saklıdır. Cerablus işgali, hem PYD hem de PKK ile savaşın bitirilmesinin anahtarı ve ödülüdür. Önümüzdeki birkaç ay içinde, ciddi gelişmelere ve sürprizler yaşayacağız.
- Türkiye sürprizlere hazır olmazsa ve küresel güçlerin istemlerine uygun politika değişikliğine gitmezse, bu kez PYD’den daha güçlü bir PKK yaratılır ve çok farklı bir süreç yaşanmış olur. İç dengelerde ciddi bir panik içinde olan ve bu nedenle saldırgan-tasfiyeci bir politikaya odaklanmış AKP çözüm politikası yönünde adım atmaz ve savaşta ısrar ederse, kendi geleceğini bütünüyle riske sokar, kaybedenler safında yer alması kaçınılmaz olur ve figüranlık da elden gider.