SEÇTİKLERİMİZ-Nejla Kurul’un açığa almalara, KHK ihraçlarına ilişkin sosyal medya hesabından paylaştığı yazısı
NEJLA KURUL
Bugün BirGün Gazetesi’nin Pazar Eki’nde Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir’in “Emeği Savunan Akademisyenlere Selam! Kocaeli’ye bin selam!” başlıklı yazısını okumadıysanız mutlaka okuyun. Özellikle de, Bölge’de 11,285 öğretmenin açığa alındığı bir ortamda, bu yazı zihin dünyamızı, duruşumuzu ve saflarımızı netleştirmek anlamında üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı.
Kocaeli Üniversitesi’nden ihraç edilen “Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’ne imza atan üniversite hocalarına destek amacıyla yazılmış bir yazı. Ancak yazının hiçbir yerinde ne hocaların bu özelliğinden ya da bu işten atmaların nedeninden tek bir sözcükle dahi bahsedilmiyor. Keza yazıda, “şiddet”, “ölümler” karşısında “barış” ve “insan hakları” gibi sözcüklere de yer verilmiyor. Buna karşılık bazı hocaların emek alanındaki sol-sosyalist duruşlarını da yansıtan birer kitap ya da makale çalışmalarından da örnekler verilerek, bu hocaların “işçi sınıfının organik aydını” olmayı seçtikleri için burjuvazinin hâkim fraksiyonunun saldırılarına uğradıkları anlatılmış (bu da gerçek ama, işlerine TÜSİAD ya da MÜSİAD son vermedi!).
Yazıya, başlığına ve sonunda attığı slogana bakılarak, ilk bakışta güzel bir dayanışma yazısı olmuş. Ama yazıda bu hocalarla bütünleşen öyle gerçekler atlanmış ki, dikkatli bir okuyucuya “bu yazıda asıl mesele ne?” sorusunu sordurmadan edemiyor (hemen belirtelim bu yazı İngilizceye çevrilip, Yunanistan’da ya da İngiltere’de yayımlansaydı, sol akademik çevrelerden müthiş bir destek alırdı. Zira Türkiye’de olanı biteni tam bilmeyenler açısından moral ve destek verici bir yazı olarak kabul görürdü).
Oysa şeytan, yazıda tek bir sözcükle dahi yer bulmayan, ayrıntıda gizli. Bu hocalar, imzacı oldukları için, kendi ifadeleriyle barışı savundukları için, devletin savaşçı politikalarını eleştirdikleri için, Barış Bildirgesi ilk çıktığında gözaltına alındı, sonra da işten atıldılar. Soruşturma ve savcılık ifadeleri bunların açık kanıtı.
Diğer taraftan bu yazıda bu gerçeğe ilişkin tek bir sözcükle ya da yorumla dahi yer verilmemiş. Sanki bu hocalar sadece işçi sınıfının yoğun olduğu bir kentte bu sınıfın yanında yer aldıkları için bu zulme uğramışlar. Kocaeli’de mevsimlik tarım işçilerden, göçmenlerden söz edilirken sanki bunların büyük bir kısmı yoksul Kürtler değilmiş gibi, bu meseleye hiç değinilmemiş.
Bu arkadaşlarımızın sadece işçi sınıfının organik aydınları olduklarının altı çiziliyor. Böylece aydınların ezilen, mazlum halkların yanında yer alabileceği gerçeği ikincilleştirildiğinden ya da böyle bir aydın tanımı kabul edilmediğinden (oysa E. Said örneği entelektüel kategorisini genişletir), bu hocaların işten atılmalarının asıl nedeninin Türkiye’nin en önemli sorunu olan Kürt Sorunu konusundaki savaş karşıtı, barışçı, özgürlükçü duruş ve tutumları olduğu gerçeği, niyetten bağımsız bir biçimde, atlanıyor. Belki de bu yüzden olsa gerek ‘Emeğin Kenti Kocaeli’ nitelemesi bağlamında bu hocalara destek (?) atılırken, kendi üniversitesinden, fakültesinden aynı KHK ile atılanlara ilişkin tek bir sözcük söylenmemiş, her hangi bir destek de açıklanmamış; acaba Ankara Üniversitesi’den ihraç edilen arkadaşlarımızın emeğin kenti Ankara için mücadele etmedikleri mi düşünülmüştür?
Bu her ne kadar yenmeye çalışsak da solda ortak hastalığımızdır. Zulme uğrayanlara, ezilen kimliklere örnek verilirken; ABD’de siyahlar, Ortadoğu’da Filistinliler; göçmenlere örnek verilirken Suriyeliler, direniş mücadelesine örnek verilirken L. Amerika direnişçileri örnek verilir, ama bunların kendi içimizdeki örnekleri, kendi zencilerimiz, Kürtler, hep görmezden gelinir.
İktidar bloğu da işin farkında, bu nedenle de önce kendi açısından en tehlikeli gördüklerini elimine ederek işe başladı. Karşısında bir emek ve demokrasi bloğu oluşturulamazsa, sıranın savaş karşıtları, barış ve özgürlük yanlılarından sonra kavgayı dar anlamda sınıf siyasetine sıkıştıranlara geleceğinden kimsenin kuşkusu olmasın.
Yazı, Korkut Boratav’ın, “Bu hocaların yetiştirdikleri öğrencilerin heybelerinde neler taşıdıklarını”, anlatan bir analoji ile bitiyor. Biz söyleyelim, bu hocaların yetiştirdiği duyarlı öğrenciler hocalarının emekten yana, sol, sosyalist kimliklerini ve bu yönde kendilerine kattıkları değerleri heybelerinde hep taşıyacaklar. Ama ihraç edilen bu hocaların öncelikle, halkların eşitliği ve kardeşliğini, barışı ve özgürlükleri savunduğunu ve bu nedenle kendilerinden kopartıldıklarını unutmayacaklardır. Akılda kalan soyut teoriler değil, somut duruşlar ve ödenen bedeller olacaktır.
Böyle büyük bir bedel ödeyen hocaları, barış için attıkları imza ve kararlı duruş ortada iken, sadece indirgemeci bir mantık ile solculuk ve emekten yana olmaya indirgeyen bir tutum onların emeğine haksızlık değil midir? Emek, barış, demokrasi ve özgürlükler mücadelesi birbirinden ayrılabilir mi?
“Emek”, “barış”, “demokrasi”, “özgürlükler” konusundaki tutumun bir turnusol kağıdı işlevi gördüğü bu zamanlarda, meseleyi sadece emekten yana durmaya indirgemek, şu an asıl sorun olarak gözüken sorunun gizlenmesine ve “çözüm, mözüm yok!” yaklaşımına hizmet etmez mi?
Aslı Erdoğan, Bir Delinin Güncesi adlı öykü kitabındaki (Gerçek, Erdem, Yaşam vb) bir yazısında bizi çağırıyor mürekkebi acı olan kalemiyle…
“Gerçeklikle ilişkimiz, bizden istendiği gibiyse, yani geçiştirmek, gözlerini kaçırmak üzerine kuruluysa, bize biçilen rolü uysallık ve vakarla oynuyorsak… “Yeter!” çığlığını sürekli erteliyorsak, dilimizin ucuna gelen küfürler ve kahkahalar gibi… Gerçeklik karşısında dilimiz tutulmuş, ansızın daha iyi bir dünyaya fırlatılmaktan başka bir şey düşleyemiyorsak…! “Acı” bile denemeyecek bir sızıyla –belki özgürlük sızısı- sırtüstü serilip kalmışsak… Belki de ayağa kalkabilmek için acıyı sırtlamak, mutluluğu hınçla savunmak gerekiyor. Ilımlının, rutinin, aklıselimin tatlı dilli çağrısına başkaldırmak…”.
(Prof.Dr. Nejla Kurul, bu yazısını sosyal medya hesabından paylaşmış olup, Sendika10.org tarafından paylaşılmıştır