Ferda Koç yazdı: Yoksulun barikatı – Seçtiklerimiz
Görünen o ki, isyancı gençlerin barikatlarda tutunabilmeleri, Kürt halkının en yoksul kesiminden aldıkları/alacakları desteğe bağlı. Direniş kentlere yayılırken, Kürt hareketinin temel sınıfsal karakteri bir kez daha açıklık kazanıyor: Kürt ulusal sorunu bir “ezilen halk” sorunudur ve Kürt hareketinin her ileri hamlesi bir “yoksul halk hamlesi”dir.
Bu satırları yazarken, Sur’da, Cizre’de, Silopi’de halk göçe zorlanıyor, halkın mahalleyi terk etmesi için sokağa çıkma yasağına ara veriliyor, okullar kapatılıyor, hastanelere doktor yığılıyor; açıkça, kanlı bir isyan bastırma hareketine girişileceği ilan ediliyordu. Bu yeni saldırı dalgasında kaç genç, kaç anne, kaç çocuk öldürülecek, yaralanacak, sakat bırakılacak, kaç ev yakılacak, yıkılacak, kaç anne, baba, kardeş zindana atılacak? Büyük Kürt kentlerinin orta yaşlı ve orta sınıf kitlesi, Kürt gençliğinin isyanından daha ne kadar uzak durabilecek?
Ama direniş sürecek. Çünkü Sur’da, Cizre’de, Silopi’de taş taş üstünde kalmayıncaya kadar direnişi sürdürebilecek bir sosyal temel var. Gidecek hiçbir yeri olmayan, kaybedecek hiçbir şeyi kalmayan on binlerce yoksul, bombalarla, iş makineleriyle tamamen yıkılmadan girilemeyecek sokak araları ve küçeler var oldukça, ısrarlı bir isyanın imhadan başka yolla bastırılabilmesi mümkün değil.
Parlamentonun isyan ve isyan bastırma hareketleriyle belirlenen bu “kaotik ortam” karşısındaki etkisizliği, HDP de içinde olmak üzere parlamenter partilerin çaresizliği, üzerinde düşünmemiz gereken en önemli siyasi olgudur.
Kürt gençlerini barikata çıkaran gerçek, paradoksal bir biçimde bu olgunun arkasında yatan gerçektir. Bu, 7 Haziran’da Meclis çoğunluğunu yitiren AKP’nin Diyarbakır’ı, Suruç’u, Ankara’yı kana ve ateşe boğarak 4 ayda yeniden Meclis çoğunluğunu elde etmesini sağlayan Türkiye gerçeğidir. Kürt gençleri, halkın siyasi iradesini hiçleştiren bu gerçeğe, bu “parlamenter yalana” isyan etmektedir. Silvan’dan Sur’a, Cizre’ye, Silopi’ye, Nusaybin’e yayılan barikatların arkasında yanan ateş, Kürt gençliğinin sömürge faşizmine karşı isyanıdır.
AKP, haziran seçimlerinde “temsili demokrasi oyunu”nu bitirmiş ve parlamentoyu, siyasi partileri, seçimi “şiddetin oyuncağı” haline getirmiştir. AKP, sömürge faşizminde temsili demokrasiyle nasıl “oynandığını” gayet iyi anlamıştır ve faşizmi “bütün kurumları ve kuralları ile” yönetmektedir. İsyancı Kürt gençleri, bu oyunu görmüştür ve siyaseti şiddetin belirlediği ortamda siyasi özgürlüğü “barikatın arkasında” güvence altına almayı denemektedir.
Kürt gençlerinin isyanının kanla, ateşle, yıkımla bastırılması halinde, AKP “muhalefetsiz siyaset” amacına ulaşma yönünde stratejik bir adım atmış olacaktır.
Bütün bu gerçeklerin farkında olan iktidar Kürt gençliğinin isyanını bastırmak için her gün yeni bir “nihai saldırı”ya girişirken, hala isyancı gençlere “akıl vermeye” çalışanlar(ımız), “barikat taktiğini” doğru bulmadığını ilan edenler(imiz), “barışa barikat atlatmayın” çağrısı yapanlar(ımız) var.
Barikatlardaki gençler, bu çağrıları gördüklerinde ne düşünüyorlar, nasıl hissediyorlar? Bu “akıllı” sözlerin isyancı gençlerin ruhunda ve bilincinde olumlu bir karşılığı var mı?
Bu “aklıselim” dolu çağrılar, “dişine kan değen” Esadullah timlerini, Tahir Elçi’nin katillerini, Kurşunlu Camii’ni yakanları geri çekilmeye mi saldırılarını şiddetlendirmeye mi yöneltiyor?
Bu “sağduyu” telkinleri, namlunun ucundaki gençler için bir şeyler yapma ihtiyacı duyan insanları harekete geçmeye mi, atalete mi sevk ediyor?
İki yüz yıllık “devrimler çağında” sıkça gördüğümüz, küçük ve orta burjuvazinin “bir an önce yenilip rahata erme” arzusu yine karşımızda.
Görünen o ki, isyancı gençlerin barikatlarda tutunabilmeleri, Kürt halkının en yoksul kesiminden aldıkları/alacakları desteğe bağlı. Direniş kentlere yayılırken, Kürt hareketinin temel sınıfsal karakteri bir kez daha açıklık kazanıyor: Kürt ulusal sorunu bir “ezilen halk” sorunudur ve Kürt hareketinin her ileri hamlesi bir “yoksul halk hamlesi”dir.