Gazeteci Gülşen İşeri çatışmaların, ablukanın sürdüğü Diyarbakır’a gitti ve çeşitli kesimlerle konuşarak gözlemlerini, izlenimlerini yazdı.
İnsan Hbaer'den Gülşen İşeri, çatışmaların ve ablukanın sürdüğü Diyarbakır'dan yazdı:
Yaşam ne kadar ağırsa kelimeler de o kadar ağır oluyor. Diyarbakır’ın ortasından yazıyorum demek isterdim ama savaşın tam da ortasından yazıyorum! İnsan dokunmadığı, görmediği şeyi ne kadar anlar bilinmez, belki sadece ezberdir bizim hissettiklerimiz ama dokunduğunuzda işte o ezber tamamen bozuluyor! Yaranız acımaya başlıyor, hatta pıhtılaşmış kanınız akmaya… İçinizde biriktirdiğiniz ne varsa bir bir avuçlarınızdan dökülmeye… Elinizi ayağınızı nereye koyacağınızı bilmiyorsunuz; hem nereye koyacaksınız onca ölümün yanında! Tahir Elçi’nin katledildiği yerde elinizi nereye koyacaksınız? Koyamazsınız ama anlarsınız…
“Amed yaram benim” diye başlayan ezgileri daha iyi anlıyorsunuz mesela… Burası Diyarbakır, savaşın ortasındayım! İki yıl önce geldiğim Diyarbakır değil, akreplerin, tomaların ve ne olduğu belli olmayan içinde özel harekatçıların olduğu jiplerin cirit attığı, yer yer silah sesiyle korku saldığı kent burası… Düşlerin çalındığı, çocukların öldüğü, ‘barış elçilerinin’ vurulduğu kent burası!
Yıllar önce geldiğim Sur aklımda ve Sur içindeki yaşamlar… Sur ablukada, sokağa çıkma yasağı olduğu için Sur’un sadece çevresinde dolaşabiliyorum. Bomba sesleri geliyor, silah sesleri ise hiç durmuyor. Anlamaya çalışıyorum, anlamlandırmaya, yok, olmuyor. Polis bariyerlerinin oraya kadar gidip bir fotoğraf almak isterken sert sözlerle uyarlıyorum, öyle kaba saba iki özel harekatçı yaklaşıyor yanıma, bir kaç el hareketi yapıyorlar, uzaklaşıyorum oradan.
Nereden başlanır Diyarbakır’ı anlatmaya derken, ayaz kesmiş sokaklarında eylemler bir gün bile durmuyor, korku yok, Sur’da yaşayan halka destek için her gün Ofis’ten yürüyüş başlıyor. Önde polisler, arkada tomalar. Halk korkmuyor, evet evet, korku eşiği çoktan aşılmış bölgede!
Henüz ablukadan yeni kurtulan Silvan’a doğru yola çıkıyorum, belediyeler ortak bir karar alarak Silvanda yaklaşık 860 hanenin hasar tespitini yaparak onarma kararı çıkartmış. Gönüllü ekiple Diyarbakır’dan Silvan’a uzanıyoruz… Göreceğim tabloyu hiç düşünmüyorum. 15 kişinin öldürüldüğü, üzerlerine bomba yağan o mahallenin son durumunu düşenemiyorum! Zelal yanımda, sessiz, ben de pek soru sormuyorum…
Silvan’a geldiğimde belediyede aynı zamanda DİHA muhaberi Serhat Yüce ile sohbet ediyoruz. Ardından Silvan Tekel Mahallesi’ne geçiyoruz. Mahalle girişinde zırhlı araç bekliyor, biraz ilerleyince ise o tablo, benim hiç hayal edemedğim o tabloyla karşılaşıyorum… Yanmış, kurşun izleriyle dolu bir evin önünde bekliyoruz, “korkunç” diyebiliyorum sadece: Korkunç!
Serhat “çoğu ev böyle” diyor sessizce… Dolaşmaya başlıyoruz mahalleyi, nedendir bilmem ama Ahmet Telli’nin şiiri geliyor aklıma, “bir kent öldürüldü diyorlar, kuşuna dizildi bir gece yarısı, bir kent nasıl öldürülür göz göre göre, ben inanmıyorum…” Buraya gelmesem ben de inanmazdım ama gördüm ki bir kent göz göre göre öldürülmüş ve bırakın kurşuna dizilmeyi üzerlerine bomba atılmış!
Dokunmaya korkuyorum evlerin duvarlarına, yaşam hakkı elinden alınmış bir halkın mahallesinde acılarına ortak olmak için dolaşsam da acının tam da içinde buluyorum kendimi. Öz yönetim ve hendek tartışmlarının gölgesinde hayata dönme çabasında olan halkın içinde… Gülmek istiyorlar ama kimle konuşsam dudak kıvrımlarında acı bir gülümseme, “karşı komşumu kaybettik, yan komşumda kurşunlandı” cümlelerini duymak ne kadar ağırsa, halkın mücadelesi burada o kadar gerçek…
Evine konuk olduğumuz Remziye teyze gibi… Avlulu bir evi var Remziye teyzenin, “Burası benim hayatımı kurtardı” diyor gülerek… Evet, hala gülüyor, espri de yapıyor…
77 yaşında Remziye teyze, sokağa çıkma yasağında bir başına evde kalmış. Aç kaldığında ekmek pişirmiş ancak ekmek pişirdiği sacı da polisler kırınca bir avuç kalan pirinçle geçinmeye çalışmış… Eşini kaybedeli 25 yıl olmuş, 11 çocuğu var ama bu evde o bir başına yaşıyor, bir başına direniyor…
Bir de öyle bir anlatıyor ki; “Burada herkes korkuyordu, ben mahalleyi örgütledim, korkmayın, bir canımız var onu alsınlar” dedim… Remziye teyze böyle konuşunca mahalleli de cesaret almış.
Remziye teyze artık barış da istemiyor; “Barış değil, kardeşlik istiyorum…” diyor.
Erdoğan’a karşı öfkeli, “Kürt meselesi benim meselem dedi zamanında, peki şimdi, Kürtleri öldürüyorsun, ne oldu, ben artık barış demiyorum, kardeşlikse elimi uzatacağım ama barış yok! Çünkü Erdoğan İsrail olmuş biz Filistin, ne barışı Allah aşkına! Görüyorsun sokakları, evleri… Ama ben şunu biliyorum, onun da sonu Saddam gibi, Kaddafi gibi olacak… “
Bölge halkı o kadar yorgun ki, 90’lı yıllar ne ki diyorlar, o zamanlar toroslara alıp giderlerdi şimdi açık açık yapıyorlar, sokak ortasında öldürülüyoruz diyerek de 2015’in daha beter olduğunu açıkça ifade ediyorlar.
Remziye teyze yine gülümseyerek uğurluyor; bizi uğurlarken de evine isabet eden kurşun izlerini gösteriyor,kendimi kurgu romanından fırlamış gibi hissediyorum, tek bir cümle ediyor arkamızdan: İnsanca yaşamak dışında talebimiz yok! Sokaklar, evler, 15 kişinin yaşamnı yitirdiği bu mahalle… İnsanca yaşamak…
Serhat mihmandarım, bir kaç fotoğraf çekerken orayı çekme diyor ani bir refleksle, dediği yer Azizoğlu Konağı, pencerelerde kum torbaları, arkasında da keskin nişancılar… Bunca hikaye, anı, acı; fotoğraf çekecek hal mi kaldı!
İçimde bin bir soru, bin bir umutusuzluk, bin bir çaresizlik… Diyarbakır yolundayım. Bırakılm hendek ve öz yönetim tartışmalarını, 7 Haziran’dan bu yana yaşadığımız bu çatışmalı süreç bize ne gösterdi? 1 Kasım’dan sonra ne öğrendik? Tahir Elçi’yi arkasından vurdular, ne hissettik? Yaşadık mı öldük mü? Vedat Aydınlar, Hrant Dinkler ve Tahir Elçiler… Daha ne kadar isim yazacağız buralara? Yorulduk ama ne yapıyoruz?
Ağır gelen Diyarbakır biraz da öfke bırakıyor sizde. Bu öfkeyi yazının sonrasında anlatacak olanlar var; onlar Diyarbakır’da yaşıyor, Şeyhmus Diken, İHD Şube Başkanı Raci Bilici…Gazeteciler, gençler… Bu süreç nasıl bu noktaya geldi, kim düğmeye bastı? Ben orada bir hafta yaşadım, onlar her gün yaşıyor, her gün ölümle sınanıyor. Ben gördüklerimi konuştuklarımı yazdım, onlar bize yaşadıklarını anlatacak.
