Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    Amed Dicle: Suriye’de de Türkiye’de de Kürtler statüsüzlüğü kabul etmeyecek

    2 Aralık 2025

    Aytunç Altay: Komünal geleneği yaşatmak, devrim olmaksızın bizi sosyalizme götüremez

    1 Aralık 2025

    İmralı Şam’daki kilidi açabilir mi?

    1 Aralık 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Süreç nereye?

      1 Aralık 2025

      Sermayenin manik düzenlemeleri: Bütçe ve asgari ücret

      1 Aralık 2025

      “Bir ülkenin vicdanıdır Tahir Elçi”

      29 Kasım 2025

      Fransa’da yeniden “gönüllü” askerlik; Almanya sırada

      28 Kasım 2025

      COP’un ötesinde Halklar Zirvesi Bildirgesi

      25 Kasım 2025
    • Seçtiklerimiz

      İmralı Şam’daki kilidi açabilir mi?

      1 Aralık 2025

      Son 1 yılda en az 1093 işçi zehirlendi​​​​​​​: İşçi zehirlenmelerinin ekonomi-politik arka planı

      29 Kasım 2025

      CHP ve DEM

      29 Kasım 2025

      Kırılgan bir geçiş alanında riskler ve olanaklar

      25 Kasım 2025

      Bahçeli ne demek istedi?

      20 Kasım 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      Amed Dicle: Suriye’de de Türkiye’de de Kürtler statüsüzlüğü kabul etmeyecek

      2 Aralık 2025

      Heval Sen Daha Özgürleşmedin mi?

      27 Kasım 2025

      “Umudumuz mücadelede, gücümüz dayanışmada”

      25 Kasım 2025

      Naci Görür: “Önemli olan kentleri depreme dirençli yapmaktır”

      12 Kasım 2025

      Kerem Yıldırım: “Kemalizm, Türkiye sosyalist hareketinde hâlâ bir engel”

      12 Kasım 2025
    • Dosyalar
      • “Süreç” ve Sol
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Amed Dicle: Suriye’de de Türkiye’de de Kürtler statüsüzlüğü kabul etmeyecek

    Amed Dicle: Suriye’de de Türkiye’de de Kürtler statüsüzlüğü kabul etmeyecek

    Katliamlara uğratılan Alevilerin, Dürzilerin, Hristiyanların kaygıları ve Şara yönetiminin dayatmalarıyla uzlaşmayan Kuzey ve Doğu Suriye’deki Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) itirazları ışığında Şara iktidarının son durumunu ve Suriye’nin geleceğini gazeteci Amed Dicle’yle konuştuk.
    Siyasi Haber2 Aralık 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Siyasi Haber: Şam’daki Ahmed el Şara yönetiminin Avrupa’dan Rusya’ya, bölgenin Arap ülkelerinden ABD’ye, kadar çok geniş bir siyasal yelpazede tanındığı ve önünün açıldığı görülüyor. En son, her ne kadar arka kapıdan alındı ise de Şara’nın Trump ile Beyaz Saray’da görüşmesi ve ABD yaptırımlarının koşullu ve geçici de olsa kaldırılması uluslararası meşruiyet zeminini alabildiğine genişletti. Ancak Şam yönetimi içeride pek rahat görünmüyor. Güney’de Dürziler, İsrail’in de desteğiyle kendi alanlarını kontrol ediyor. Şara Yönetiminin hem merkeziyetçi/üniter devlet, hem de dine dayalı hukuk anlayışıyla Suriye nüfusunun çoğunluğunun ve halkların tabiiyetini kazanma, ulusal birliği sağlama olasılığı var mı? Eğer Şara yönetimi başarısız olursa ne gibi sonuçlar doğar?

    Amed Dicle

    Amed Dicle: Şam’daki Ahmed el Şara yönetiminin ortaya çıkışı, sanıldığı gibi sahadaki dengelerin doğal bir evrimi değil; aksine uzun süredir üzerinde çalışılan bölgesel bir mühendislik planının parçası. HTŞ’nin ve Ahmed el Şara’nın Şam’a yönlendirilmesi hem sahada hem diplomasi masalarında önceden sağlanmış uluslararası bir konsensüsle mümkün oldu. Bu, tek bir devletin inisiyatifiyle değil, birbirleriyle farklı düzeylerde rekabet eden ancak Suriye özelinde ortaklaşan bir aktörler grubunun koordinasyonuyla şekillendi.

    Bu uzlaşının arkasında birçok neden olsa da en belirleyici motivasyonlardan biri, İran’ın bölgedeki etkinliğini kırmak ve İran’ın uzun yıllara yayılan yerleşik nüfuzunu geriletmekti. Bunun yanında, savaş boyunca giderek daha da parçalanmış ve kontrolsüzleşmiş cihatçı yapıları domine edebilmek ve bunları bölgesel istikrarı tehdit etmeyecek bir hatta çekmek de önemli bir hedefti. Bu çerçevede Ahmed el Şara, birçok uluslararası aktör açısından “ehveni şer” olarak konumlandırıldı: Kontrolsüz radikal grupların ya da vekalet savaşlarının daha da derinleşmesine kıyasla, yönetilebilir bir figür ve araç olarak tercih edildi.

    İsrail’in güvenliği konusu da bu denklemde merkezi bir yer tutuyor. Suriye sahasındaki her yeniden dizayn girişimi, doğrudan veya dolaylı olarak İsrail sınır güvenliğini, İran’a bağlı unsurların hareket alanını ve Hizbullah’ın sahadaki kapasitesini etkilediği için, Tel Aviv’in çıkarlarını gözeten bir mimari kurulması doğal bir beklenti haline geldi. Ahmed el Şara’nın konumlandırılması, bu yönüyle de dış aktörler açısından “risk azaltıcı” bir seçenek olarak değerlendirildi.

    Şara iktidarı sonuç değil, başlangıç

    Bu sürecin sadece ABD veya İngiltere eksenli olmadığı, Türkiye ve Körfez ülkelerinin de kendi siyasal hesaplarıyla aynı noktada buluştukları görülüyor. Suriye’nin geleceğine dair şekillenen bu yeni mutabakatın çok aktörlü olması, Şara’nın Şam’a taşınmasını kolaylaştırdığı gibi, onun orada tutulmasını zorunlu hale getiriyor. Çünkü bu hamle, tamamlanmış bir operasyon değil; aksine uzun soluklu bir yeniden bölgesel dizayn sürecinin başlangıcıdır. Şara’nın varlığı, bu tasarımın merkezine yerleştirilen bir unsur olup, onu oraya götüren güçlerin aynı zamanda onu Şam’da istikrarlı bir şekilde tutabilmeyi de garanti altına almak istediğini gösteriyor.

    Suriye’nin geleceğine dair şekillenen bu yeni mutabakatın çok aktörlü olması, Şara’nın Şam’a taşınmasını kolaylaştırdığı gibi, onun orada tutulmasını zorunlu hale getiriyor. Çünkü bu hamle, tamamlanmış bir operasyon değil; aksine uzun soluklu bir yeniden bölgesel dizayn sürecinin başlangıcıdır.

    Bu bağlamda, Şara’nın Beyaz Saray’da Trump ile görüşmesi, sürecin doğal uzantısı sayılmalıdır. Keza ABD yaptırımlarının geçici ve koşullu da olsa askıya alınması da aynı şekilde, Şara’nın uluslararası meşruiyetini kontrollü bir biçimde genişletmeyi hedefleyen planın bir parçasıdır. Burada amaç, Şara’yı bir anda değil, kademeli olarak “kabul edilebilir bir aktör” statüsüne taşımaktır.

    Özetle, Şara’nın Şam’a gelişi ne anlık bir siyasi manevranın sonucu ne de sahadaki dengelerin kendiliğinden yarattığı bir boşluğun doldurulmasıdır. Tam tersine, çok uluslu bir planlamanın, bölgesel bir yeni düzen arayışının ve İran karşıtı bir stratejik hattın uzun vadeli hesaplarının ürünüdür. Bugün gördüğümüz diplomatik açılımlar ve uluslararası temaslar ise bu planın henüz ilk aşamalarıdır; sürecin bundan sonrası, Şara’nın Şam’da kalıcı kılınması ve yeni dizaynın sürdürülebilir hale getirilmesiyle ilgilidir. Ve elbette Şara’nın da kendisine biçilen misyona göre hareket etmesidir.

    Şara’nın içeride meşruiyeti yok

    Ancak dışarıda yaratılmak istenen bu kabul, içeride aynı ölçüde karşılık bulmuyor. Suriye’nin toplumsal dokusu ve sahadaki fiili güç dağılımı, Şara yönetiminin hareket alanını önemli ölçüde daraltıyor.

    Güneyde Dürziler kendi özerk otoritelerini inşa etmek istiyorlar ve bu yapı artık Şam’ın tek taraflı dayatmalarını kabullenecek bir konumda değil. Ki haksız da değiller zira katliam riskiyle karşı karşıyalar. Dürzilerin sahadaki gücü yalnızca askeri bir kapasiteye değil, aynı zamanda bölgesel aktörlerle kurdukları temaslara da dayanıyor; bu da onları Şara’nın merkezileştirici yaklaşımına karşı daha dirençli kılıyor. Alevi toplumu ise savaş boyunca yaşadığı ağır kayıplar, maruz kaldığı travmalar ve tarihsel hafızanın tetiklediği güvenlik kaygıları nedeniyle Şam’a kayıtsız şartsız bağlı değil. Mevcut yönetim modeli, Aleviler açısından geleceği güvence altına alan bir teminat sunmadığı gibi onlar için yaşamsal bir tehdit.

    Diğer tarafta, Kuzey ve Doğu Suriye’de SDG’nin kontrol ettiği alanlar, bugün Suriye’nin en örgütlü, kurumsallaşmış ve ideolojik olarak da tutarlı yapısını oluşturuyor. Rojava’daki özerk yönetimin siyasal programı; yerinden yönetim, çokkültürlülük ilkelerine dayanıyor. Bu nedenle Şara’nın üniter ve katı merkeziyetçi devlet anlayışını, dahası dini referanslarla şekillenen bir hukuk düzenini kabul etmeleri mümkün görünmüyor. Rojava şu an Suriye’nin en istikrarlı bölgesi. Şam’a kendi programıyla entegre olmaya hazır. Hazır olmayan Şam. Dolaysıyla sürecin bu bağlamda nereye evrileceği belirsiz ancak Şara’ya yüklenen misyon bir iç çatışma üretmek değil ‘istikrar’ sağlamaktır. Bu da Şam’ın Rojava karşında zayıf pozisyonda olduğunu gösteriyor. Yani SDG’ye saldıracak askeri kapasitesi olmadığı gibi böyle bir hamle biraz önce sözünü ettiğimiz misyonuna ters düşmüş olur. 

    Bu tablo bir arada düşünüldüğünde, Şara yönetiminin Suriye’nin tamamını kapsayan geniş bir toplumsal meşruiyet oluşturma ihtimali oldukça zayıf. Hem ideolojik hatları hem de yönetim tarzı, ülkenin farklı kimlik ve güç merkezleriyle karşılıklı güven geliştirmeye uygun değil. Eğer bu model mevcut haliyle sürdürülmeye çalışılır ve başarısız olursa, sonuç yalnızca Şam’da bir iktidar değişimiyle sınırlı kalmaz. Çok daha geniş bir bölgesel kırılma dalgası tetiklenebilir.

    Bu tür bir başarısızlık, uluslararası aktörlerin titizlikle kurmaya çalıştığı yeni bölgesel düzeni sekteye uğratır; kontrol altına alınmaya çalışılan silahlı grupların yeniden sahaya dağılmasına yol açar. Aynı zamanda Suriye’nin toprak bütünlüğünde yeni fay hatları yaratabilir, yerel otoritelerin kendi güvenlik ve yönetim modellerine yönelmesiyle ülke çok daha parçalı bir yapıya evrilebilir. Dolayısıyla Ahmed el Şara’nın başarısızlığı yalnızca Şam’ın kendi siyasal geleceğini değil, onu oraya taşıyan tüm güçlerin üzerinde uzlaştığı projenin bütün yapısal mantığını çökertebilir.

    Şara yönetiminin Suriye’nin tamamını kapsayan geniş bir toplumsal meşruiyet oluşturma ihtimali oldukça zayıf. Hem ideolojik hatları hem de yönetim tarzı, ülkenin farklı kimlik ve güç merkezleriyle karşılıklı güven geliştirmeye uygun değil.

    Suriye ve yeni “çözüm süreci”

    Kuzey ve Doğu Suriye Dış İlişkiler Dairesi Eş Başkanı İlham Ahmed, Türkiye’de adına “çözüm süreci” denilen sürecin Suriye üzerinde de olumlu etkileri olacağını belirten bir açıklamasında kendi hakimiyet alanlarındaki toplum düzeni için “Suriye’deki savaşı, tüm çatışmaları, nefret ve düşmanlığı sona erdirecek ve yerine istikrar, barış, adalet ve demokrasiyi getirecek bir ortak yaşam projesidir. Hatta bu projemizin Türkiye ile ortak çıkarlarımızı da koruyacağını söyleyebiliriz,” dedi. SDG komutanı Mazlum Abdi de Türkiye’deki sürece destek vermek istediklerini ve Abdullah Öcalan ile direkt görüşme yapmaları gerektiğini söyledi. Şara’nın sıkı destekçisi Türkiye ise yakın zamana kadar SDG’nin “silahlarını bırakıp bireysel olarak Suriye ordusuna katılması” konusunda ısrar ederken, Beyaz Saray’da gerçekleşen üçlü (ABD, Şam ve Türkiye) görüşmelerden sonra tutumunu yumuşattığı görülüyor. Şam ile SDG ve Türkiye arasında bir çözüm olasılığının güçlendiğini düşünüyor musunuz?

    Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi de SDG de Türkiye açısından hiçbir dönem gerçek bir güvenlik tehdidi oluşturmadı. Bugün dahi, Türkiye’nin kaygı duyduğu alanlarda gerekli tüm güvenceleri sunmaya hazır olduklarını ifade ediyorlar. Bu durum Ankara tarafından da biliniyor. Dolayısıyla Türkiye’nin temel itirazı, SDG’nin varlığına ya da Özerk Yönetimin güvenlik kapasitesine değil; Suriye’de ortaya çıkabilecek olası bir Kürt statüsüne dönüktür. Erdoğan’ın geçmişte sarf ettiği “Kuzey Irak’ta düştüğümüz hataya düşmeyeceğiz” sözü, bu bakışın özeti niteliğinde. Yani Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi modeline benzer bir statünün Suriye’de oluşmasını “tekrarlanmaması gereken bir hata” olarak değerlendiriyor.

    Türkiye’nin temel itirazı, SDG’nin varlığına ya da Özerk Yönetimin güvenlik kapasitesine değil; Suriye’de ortaya çıkabilecek olası bir Kürt statüsüne dönüktür. Erdoğan’ın geçmişte sarf ettiği “Kuzey Irak’ta düştüğümüz hataya düşmeyeceğiz” sözü, bu bakışın özeti niteliğinde. Yani Türkiye, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi modeline benzer bir statünün Suriye’de oluşmasını “tekrarlanmaması gereken bir hata” olarak değerlendiriyor.

    Ancak Suriye sahasındaki gerçeklikler Ankara’nın bu yaklaşımının sahada karşılık bulmadığını gösteriyor. Bölgedeki güç dengeleri, uluslararası mutabakatlar ve Kürt toplumunun ulaştığı kurumsal düzey, Suriye’de Kürtlerin statüsüz bırakılmasını artık gerçekçi bir seçenek olmaktan çıkarıyor. Bu nedenle Ankara’nın Kürtlerin siyasi varlığını kategorik olarak reddetmek yerine, Kürtlerin temel haklarını tanıma eksenli bir uzlaşıya yönelmesi hem Türkiye’nin sıkışmışlığını aşabilir hem de bölgesel istikrar açısından karşılıklı fayda yaratabilir. Bu yaklaşım hem güvenlik hem de siyasal çözüm perspektifi bakımından “kazan-kazan” üretme potansiyeline sahip.

    Öcalan’ın çözüm perspektifi

    Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği vizyon da tam olarak bu noktada önem kazanıyor. Öcalan’ın hem Türkiye hem de Suriye bağlamında ortaya koyduğu çözüm perspektifi; daha kapsayıcı bir siyasal düzeni, yerinden yönetimi, kimliklerin karşılıklı güven içinde yaşadığı bir ortaklaşmayı esas alıyor. Kürt siyasi aktörler de bu vizyon doğrultusunda adımlar atıyor. Bu süreç sahada gözle görülür bazı değişimlerin de önünü açtı. Newroz’dan bu yana Rojava’da fiili bir ateşkesin uygulanması ve Rojava ile Ankara arasında aracısız görüşmelerin başlaması bu sürecin somut işaretleri arasında.

    Eğer İmralı’da yürütülen süreç olumlu bir mecrada ilerlerse, bunun ilk pratik sonuçlarının Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkacağını öngörmek mümkündür. Yani Türkiye-Şam-SDG üçgenindeki olası çözüm dinamiği, büyük ölçüde Öcalan’ın geliştirdiği yeni çözüm hattının ilerleme düzeyiyle bağlantılıdır.

    Bundan sonrası için belirleyici olan, bu temasların bir siyasal mutabakata dönüşüp dönüşmeyeceğidir. Eğer İmralı’da yürütülen süreç olumlu bir mecrada ilerlerse, bunun ilk pratik sonuçlarının Suriye’nin kuzeyinde ortaya çıkacağını öngörmek mümkündür. Yani Türkiye-Şam-SDG üçgenindeki olası çözüm dinamiği, büyük ölçüde Öcalan’ın geliştirdiği yeni çözüm hattının ilerleme düzeyiyle bağlantılıdır. Bu hat işlerlik kazanırsa hem iç çatışmaların hem de bölgesel gerilimlerin yumuşadığı, daha dengeli bir düzenin kurulabildiği yeni bir dönemin kapıları aralanabilir. ABD’nin görüşmelerin de bu doğrultuya ivme kazandıracak içerikte olduğunu belirtebiliriz.

    Rojava’da nasıl bir iktidar mevcut?

    Rojava’da bir tür demokratik sosyalist iktidar olduğu söylenmektedir. Sizce Rojava’da nasıl bir iktidar bulunmaktadır? Bu iktidar modelinin bütün Suriye’de hakim olmasının şansı İsrail ve ABD hegemonyası ve Türkiye’nin tehditleri karşısında nasıldır?

    Rojava’da ortaya çıkan yönetim modeli, çoğu zaman “demokratik sosyalist” olarak adlandırılsa da bu tanım aslında yaşanan dönüşümü tam olarak karşılamıyor. Çünkü burada klasik sol-sosyalist geleneklerin kurumsal formüllerinin ötesine geçen, toplumu merkeze alan, yerelden örgütlenen özgün bir siyasal deneyim söz konusu. Bu model, 2011’den itibaren hem kendini savunma ihtiyacından hem de halkların kendi yaşamlarına dair karar alma iradesinden doğdu. 2016’da ilan edilen özerk yönetim, bu iradenin kurumsal çerçeveye kavuşmuş halidir.

    Rojava’da ortaya çıkan yönetim modeli, çoğu zaman “demokratik sosyalist” olarak adlandırılsa da bu tanım aslında yaşanan dönüşümü tam olarak karşılamıyor. Çünkü burada klasik sol-sosyalist geleneklerin kurumsal formüllerinin ötesine geçen, toplumu merkeze alan, yerelden örgütlenen özgün bir siyasal deneyim söz konusu.

    Rojava’da inşa edilen sistemin temel referansı, Abdullah Öcalan’ın geliştirdiği Demokratik Ulus perspektifidir. Öcalan’ın yaklaşımı, ulusu etnik kimliğe dayalı bir yapı olmaktan çıkarıp; halkların, kültürlerin, inançların kendi kimliklerini özgürce koruduğu ve ortak bir demokratik çatı altında buluştuğu bir toplumsal örgütlenmeyi esas alır. Bu nedenle Rojava’daki model, herhangi bir ulusal devlet projesi değildir; tam tersine, ulus-devletin tekçi ve merkezileştirici mantığını aşmayı hedefleyen çoğulcu bir yapıdır.

    Bu çerçevede bölgede yaşayan tüm halklar yönetimde söz sahibidir. Kürtler, Araplar, Süryaniler, Türkmenler, Ermeniler ve farklı dini topluluklar kendi kurumları ve temsilleri üzerinden sürece katılıyor. Meclis sistemi ve komünler, karar alma mekanizmalarının tabandan örgütlenmesini sağlıyor. Anadilde eğitim, kültürel varlığın korunmasını güvence altına alıyor. Kadınların toplumsal ve siyasal yaşamda öncü rol üstlenmesi ise modelin en belirgin niteliğidir. Eşbaşkanlık yalnızca bir yönetim biçimi değil; patriyarkal yapıları aşmayı hedefleyen bir toplumsal felsefedir. Dolayısıyla kadın özgürlüğü fikri bu modelin kalbinde yer alıyor ve onu Ortadoğu’daki diğer örneklerden ayıran temel yapıtaşıdır.

    Bu nedenle Rojava’da ortaya çıkan yönetimi “alternatif bir sol iktidar” olarak tarif etmek yetersizdir. Burada daha derin bir toplumsal dönüşüm yaşanmaktadır. Üstelik tüm bunlar ağır bir savaşın, çok yönlü bir kuşatmanın ve neredeyse kesintisiz saldırıların ortasında gerçekleşiyor. Bu ölçekte bir baskı altında bile ayakta kalabilmiş olması, modelin toplumsal meşruiyetinin ve dayanıklılığının göstergesidir. Savaşın görece sona ermesi halinde bu modelin daha güçlü kurumsal yapılara kavuşacağı da açıkça görülüyor.

    Rojava en gerçekçi toplumsal projedir

    Diğer yandan, Rojava projesi ne İsrail’e karşı ne ABD’ye karşı ne de Türkiye’ye karşı kurulmuş bir yapı değildir. Esas amacı, Suriye’de yaşayan halkların çıkarlarını, güvenliğini ve demokratik taleplerini temel almaktır. Elbette bu tür bir çoğulcu model, bölgedeki bazı güçler açısından ‘tehdit’ olarak görülebilir; fakat bu, aynı zamanda siyasal mücadelenin gerekçesidir. Çünkü Rojava deneyimi, yalnızca kendi coğrafyası için değil, tüm Ortadoğu için çözüm üretme potansiyeli taşıyan bir modeldir. Yüzyıllardır etnik, dini ve mezhepsel fay hatları üzerinde şekillenen çatışmaların aşılması, ancak böyle bir demokratik toplum paradigmasıyla mümkün olabilir.

    Rojava’nın önerdiği: Yerinde demokrasi, toplumsal sözleşme, kadın özgürlüğü, halkların eşit temsiliyeti ve devletin değil toplumun merkeze alındığı yeni bir bütünleşme modeli. Bu nedenle Rojava deneyimi yalnızca bir yönetim sistemi değil, Suriye’nin çoklu kimliklerini barış içinde bir arada tutabilecek en gerçekçi toplumsal proje olarak görmek mümkündür.

    Suriye’nin geleceğine baktığımızda da bu modelin neden bir çare olduğunu daha net görüyoruz. Merkeziyetçi, tekçi ve dışa bağımlı devlet formları çökmüş durumda; milyonlarca insanı temsil eden mevcut siyasal yapılar arasında derin kopukluklar var. Rojava’nın önerdiği ise tamamen farklı bir şey: Yerinde demokrasi, toplumsal sözleşme, kadın özgürlüğü, halkların eşit temsiliyeti ve devletin değil toplumun merkeze alındığı yeni bir bütünleşme modeli. Bu nedenle Rojava deneyimi yalnızca bir yönetim sistemi değil, Suriye’nin çoklu kimliklerini barış içinde bir arada tutabilecek en gerçekçi toplumsal proje olarak görmek mümkündür.

    Rojava modeli halkların güvencesidir

    Suriye’de 1915 Soykırımından kurtulan ağırlıklı olarak Halep’te yaşayan Ermeni halkının nefret söylemine ve fiziki saldırılara maruz kaldığı gelen bilgiler arasında. Keza Süryaniler ve Hristiyan Araplar’ın da Şam Yönetiminin askeri güçlerini oluşturan cihatçı/selefi çetelerin benzeri saldırılarına maruz kaldığı biliniyor. Suriye’nin Hristiyan halklarının mevcut Şam iktidarı karşısındaki pozisyonu nedir? Hristiyan halkların Suriye’deki geleceği hakkında neler söyleyebilirsiniz?

    Bu soru gerçekten hayati bir soru ve Suriye’deki mevcut tablonun en net haliyle ortaya koyduğu gerçek şudur: Bugün Suriye’de sorun olan şey Rojava modeli ya da SDG’nin varlığı değildir; asıl sorun bu modelin her yerde ve herkes için mevcut olmamasıdır. Çünkü Suriye coğrafyasında tehdit yalnızca bir kesime yönelmiş değildir. Ermeniler, Süryaniler, Hristiyan Araplar, Aleviler, Dürziler ve elbette Kürtler. Hepsi farklı düzeylerde saldırıya, nefret söylemine ve soykırım girişimlerine hedef olmuş topluluklardır.

    Ermeni halkının Halep’te kendini güvende hissetmemesi; Süryanilerin ve Hristiyan Arapların Şam yönetimi altında hareket eden selefi/cihatçı unsurların tehdidi altında yaşaması; Güney’de Dürzilerin kendi öz savunma yapılarını kurmak zorunda kalması; ve Kobani’de ve son süreçte Tişrin’de bütün dünyanın gözleri önünde gerçekleşmiş olan Kürt soykırım girişimi… Tüm bunlar tek bir şeyi kanıtlıyor: Eğer halklar örgütlenmez ve öz savunma mekanizmalarını inşa etmezse, bu coğrafyada yaşamaları garanti altında değildir.

    Tam da bu nedenle Rojava deneyimi kritik bir eşiktir. Çünkü bu model soyut bir siyasi proje değil; binlerce can verilerek, bedeli ağır ödenerek ortaya çıkmış bir toplumsal direniş ve öz yönetim modelidir. Rojava’nın sunduğu, halkların kendi kendini yönetmesi ve kendini savunmasıdır. Bu, Suriye’nin geri kalanında yoktur ve yokluğu bugün yaşanan tüm tehditlerin temel sebebidir.

    Rojava’nın sunduğu, halkların kendi kendini yönetmesi ve kendini savunmasıdır. Bu, Suriye’nin geri kalanında yoktur ve yokluğu bugün yaşanan tüm tehditlerin temel sebebidir.

    Bu çerçevede, bahsettiğiniz saldırıları bertaraf etmenin birden fazla yolu yok; tek bir yol vardır: Örgütlenme ve öz savunmanın kurumsallaşması.

    SDG’nin varlığı ve Rojava’nın inşa ettiği öz savunma modeli, bunun en gerçekçi, en uygulanmış ve halen de uygulanmakta olan örneğidir. Bu yapı, sadece Kürtleri değil; Ermenileri, Süryanileri, Hristiyan Arapları, Çeçenleri, Türkmenleri ve tüm diğer halkları koruyan kapsayıcı bir savunma sistemidir.

    Bu bağlamdan Şam ile yürüyen entegrasyonu görüşmeleri SDG’nin rolünü zayıflatmaz; aksine onu daha da kurumsal hale getirir. Çünkü sahada güvenliği sağlayan, halkları koruyan ve IŞİD gibi yapılara karşı gerçek sonuçlar elde eden güç SDG’dir. Halkların güvenliği konusunda sahici bir mekanizmanın Şam tarafından devralınamayacağı da tecrübeyle sabittir.

    Sonuç olarak, Suriye’nin Hristiyan halklarının, Ermenilerin ve diğer tüm halkların geleceğini belirleyecek olan; merkezi bir otoritenin keyfine bırakılan güvenlik politikaları değil, Rojava’nın temsil ettiği halkçı, örgütlü ve öz savunmaya dayalı modeldir. Bu model yalnızca bir çözüm önerisi değil, uygulamaya geçmiş ve işe yaradığı kanıtlanmış bir pratiktir. Suriye’nin geleceğinde gerçek anlamda güvenlik, barış ve eşitlik isteniyorsa, bu modelin genişlemesi ve kurumsallaşması tek gerçekçi yoldur.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Mersin’de Suriye’deki Alevi katliamları protesto edildi

    29 Kasım 2025

    Heval Sen Daha Özgürleşmedin mi?

    27 Kasım 2025

    Antakya’da Humus’taki Alevi katliamına tepki: “Sessizlik suç ortaklığıdır”

    26 Kasım 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Muhsin Dalfidan

    Süreç nereye?

    Volkan Yaraşır

    Sermayenin manik düzenlemeleri: Bütçe ve asgari ücret

    Elif Gamze Bozo

    “Bir ülkenin vicdanıdır Tahir Elçi”

    Ercan Jan Aktaş

    Fransa’da yeniden “gönüllü” askerlik; Almanya sırada

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Fehim Taştekin

    İmralı Şam’daki kilidi açabilir mi?

    Kansu Yıldırım

    Son 1 yılda en az 1093 işçi zehirlendi​​​​​​​: İşçi zehirlenmelerinin ekonomi-politik arka planı

    Bahadır Altan

    CHP ve DEM

    Ertuğrul Kürkçü

    Kırılgan bir geçiş alanında riskler ve olanaklar

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    Asgari ücret maratonu işçisiz başlıyor: Sendikalar masadan çekildi, DİSK “2026 daha ağır olacak” uyarısı yaptı

    30 Kasım 2025

    MESS tüm fabrikalarda protesto ediliyor

    29 Kasım 2025

    MESS Grup TİS görüşmelerinin 4. toplantısı yapıldı: Patronlar hak gaspı peşinde

    27 Kasım 2025
    KADIN

    Türkiye’nin dört bir yanında 25 Kasım: Kadınlar 7 yıl sonra yeniden İstiklal’de

    25 Kasım 2025

    Taksim’de 25 Kasım eylemi için kadınlar toplanıyor

    25 Kasım 2025

    DSÖ: Dünyada kadınların yaklaşık üçte biri fiziksel ya da cinsel şiddete uğruyor

    24 Kasım 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.