Fatma Nevin Vargün’ün kaleme aldığı “Heval Sen Daha Özgürleşmedin mi?” adlı kitap geçtiğimiz aylarda kitapçı raflarında yerini aldı. Fatma Nevin, kitabında çocukluğundan başlayarak hayatını, özellikle açık alandaki Kürt partileri ile paralel olarak doğan ve büyüyen Kürt kadın hareketini, feminist düşünce ve hareketle ilişkilerini “içerden” anlatıyor. Feminist hareketten kızkardeşi/arkadaşı Hatice Erbay’ın Fatma Nevin Vargün ile kitabı hakkında yaptığı söyleşiyi sunuyoruz:
Hatice Erbay: Kitabını kişisel arşivine dayanarak yazdığını biliyorum. İki konuyu merak ediyorum: Birincisi bu kadar ayrıntılı dökümanı baştan itibaren böyle bir kurguyla mı biriktirdin yoksa bu kişisel bir merak mıydı? İkincisi ise ayrıntılı anıları bu kadar yıl sonra hatırlamak çok zor, günlük gibi bir defter mi tuttun yoksa hatırında kalanları mı kağıda döktün?

Fatma Nevin Vargün: Sevgili Hatice, öncelikle bu sohbet için çok teşekkür ederim. Arşiv yapmak konusunda kişisel bir merakım var ama özellikle Kürt kadın hareketi içindeyken yaptıklarımızın tarihi bir değeri olduğunun farkında olduğumu düşünüyorum. Aslında bir savaş sürüyordu. Demokrasi güçleri olarak “kirli savaş” diyorduk. Ki bu tanımlama basında, medyada ifade edildiğinde suç kapsamına giriyordu. “Düşük yoğunluklu çatışma” da deniyordu. Yani adı tam konmamış ama insanların yoğun olarak yaşamlarını yitirdiği, ateşe verilerek köyleri boşaltılan yüzbinlerce insanın ülke içinde yer değiştirdiği, işkence, gözaltında kayıplar ve ev infazlarının yaşandığı bir sürecin içindeydik. Ülkenin diğer tarafında ise yaşananlar bu derinliğiyle fark edilmiyordu. Genel çoğunluk, “Terörist Kürtler” devlete baş kaldırmış, devlet de onlarla mücadele ediyor, ön kabulüyle yaşamlarını sürdürüyorlardı. İşte tam da bu yaşananların ortasında Kürt kadınları özgürleşmek istiyordu. Bu günler çok tarihiydi ve mutlaka yazılması gerekiyordu. Bu düşüncem hep oldu ve bu nedenle arşiv yaptım.
Bazı anılarımı hiç unutmadım. Hatta bazı kokular, sesler o andaki diyaloglar belleğimden silinmedi. Özellikle Kars’taki çocukluk anılarım, Adana’da yaşadığım savaşa dair olanlar. İnsan unutmak istemediklerini unutamıyor diye düşünüyorum. Tabii ki not tutma alışkanlığım vardı. Günümü programlamakta kullandığım fihristlerim vardı. Kitabı yazarken hepsinden faydalandım. Yoksa çok güçlü bir belleğim olduğu iddiasında değilim. Özellikle yaş aldıkça birçok şeyi, özellikle isimleri unutabiliyorum.
‘Arşivimi kaptırmadığım için şanslıyım’
Bu kadar dokümanı polise kaptırmamak da bir başarı olsa gerek?
Bu sorunu çok sevdim. Hakikaten polise kaptırmadığım için çok şanslıyım. 12 Eylül döneminde evimde kapsamlı arama yapılmıştı. Arama jandarma tarafından yapılmıştı. O dönemde yazılı olan, yani kitap ve dergi gibi şeyleri özellikle de Komünizm ve Sosyalizm başlığı olanları götürüyorlardı. Daha sonra yasaklı bir şey bulamadıklarını geri veriyorlardı. Sonraki süreçte parti binalarında çok acımasız baskınlar oluyordu. Yazılı herşeyi götürüp geri getirmiyorlardı. Bu dönemde evimde bir arama yapıldı. Çok sayıda polisin bir anda eve doluştukları bir aramaydı. Kitapta da yazdım bu aramayı. Yazılı hiç bir şeyle ilgilenmediler. Çok detaylı bir arama değildi. Gözaltından çıktıktan sonra telefonun yanındaki bütün adres defterlerini almış olduklarını fark etmiştim. Daha sonra da evimde bir arama yaşamadım ve arşivim bana kaldı.
‘Tanıklıklarım ve Sol bilincim Kürt hareketinde siyaset yapmayı tercih etmeme yol açtı’
Çocukluğuna dair çok zengin anıların var kitabında ve bu anıların senin üzerinde çok etkisinin olduğunu görüyoruz. Bunun önemli bir kısmını Kars, diğer önemli bir kısmını ise ailen ve dost çevreniz, farklı ilişkileriniz oluşturuyor. Yaşamının bu döneminin politik kimliğinin oluşmasında ve bu kitabın ortaya çıkmasında nasıl etkisi oldu?

Kars’ta güzel bir çocukluk geçirdik. Annemin Türk, babamın Kürt olması iki ayrı kültürle iç içe yaşamak demekti. Ayrıca Kars’ta çok farklı etnik kimliğe sahip halklar yaşıyordu. En önemlisi de aynı sokakta yaşadığımız komşularımız Ruslardı. Rusların varlığı çok daha etkiliydi. Çünkü onların dinleri farklıydı. Ortodoks’tular. Bayramları farklı zamanlarda ve farklı biçimlerde kutlanıyordu. Yeni yıl ve Noel onlar için çok önemliydi. Ailece çok iyi görüşüyorduk. Birbirimizin kültürel alışkanlıklarını paylaşıyorduk. Üstelik onların bayramlarına gitmekten daha fazla zevk alıyorduk. Çocukluğumda yaşadığım halklar arasındaki kardeşçe ilişkiler, daha sonraki politik yönelimimi etkiledi tabii. Aile içinde de herhangi bir kimliğin üstünlüğü kurulmadı. Kars Sol dünya görüşünün ve seküler algının olduğu bir kentti. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarım da dünyadan esen sol rüzgârların etkili olduğu yıllardı. Annemin ailesi daha sağcıydı. Hatta çoğu sağcıydı. Babam sağ bir partide politika yapıyordu ama klasik bir sağ kafaya sahip değildi ve baba tarafı akrabalarımın gençlerinin neredeyse tamamı solcuydu. Kürt akrabalarımızdan daha sıcak bir ilgi ve sevgi görüyorduk. Bu yakınlıklar hem Solcu hem Kürt yanımı güçlendirdi.
Ayrıca ailemdeki, akrabalarımız ve komşularımız arasında öne çıkan güçlü kadın figürleri, kadınlar arasındaki dayanışma ilişkileri de feminist düşüncelerle buluşmamın kaynağıdır, diye düşünüyorum.
Aslında kafamda iki kitap projesi vardı. Türk dedem Cihangirzade İbrahim Bey ile Kürt dedem Deyo (Tayyar) Bey’in yaşam öyküleri. Fakat Deyo dedeme dair yazılı belgelere ulaşmak mümkün değildi. Sözlü bir tarih çalışması da zamanında yapılmamıştı. Dolayısıyla böyle tarihi bir kitabı yazmak benim boyumu aşan bir durumdu. Kürt kadın tarihinin 1996-2006 yılları içindeki başlangıcını yazmaya başladığımda benim buraya nasıl geldiğimi anlatmaya çocukluğumdan başladım. Bir anlamda iki projemi de birleştirmiş oldum. Politik bir aile içinde büyümek, Kars-Ankara hattında gidip gelirken Kürt akrabalarımın yaşadığı köylerdeki tanıklıklarım ve Sol bilincimin oluşması Kürt hareketinde siyaset yapmayı tercih etmeme yol açtı. Kitap da tüm bu etkileşimlerimi yansıtmaya çalıştığım bir kitap oldu.
‘Barış için feministlerle, kadın hareketiyle pek çok eylem ve etkinlik düzenliyorduk’
Kitabında genç bir politik kadın olarak 1402’lik olup meslekten uzaklaşmandan başlayarak Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP), Özgür Parti ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) yıllarını anlatıyorsun. Gittiğin gezdiğin gördüğün yerlerde Kürt kadınlarının yaşadıkları bütün eziyete karşın hep barış istediklerini belirtiyorsun. Sen de o yıllarda ağırlıklı olarak kadın örgütlenmelerinde emek vermişsin ve bu örgütlenmelerin önlerine koydukları ilk çalışmalar hep barış olmuş. Bizlerin o günden bugüne Kürt kadınlar, feministler ve kadın hareketi olarak hep barış için uğraş verdiğimiz kitabında somut çalışmalarla görülüyor. Bu konuda neler söylemek istersin?
Doksanlı yıllarda Kürt kadınlarının barış isteği çok güçlü ve çok sahiciydi. Çünkü fiilen bir savaş sürüyordu. Anneler evlatlarının ölüm haberlerini gizlilikler içinde alıyorlardı. Türkiye’ye ulaşabilmiş cenazelerine gitme ve yaslarını açıkça tutabilme olanakları yoktu. Gerilla cenazeleri ablukalarla, çatışmalarla kalkıyordu. Birçoğunun mezarı bile belli değildi. Aileler de sürekli bir şiddet, baskı sarmalı içindeydi. Barış için feministlerle, kadın hareketiyle pek çok eylem ve etkinlik düzenliyorduk. Bu konuda sürekli bir çaba vardı. Barış, çok somut ve acil bir ihtiyaç olarak ortada duruyordu. Aradan geçen yıllar içinde savaş hali değişti. Teknolojinin özellikle haberleşmedeki ilerlemesiyle aileler çocuklarıyla ilişkiler kurabildiler. Türkiye içindeki sıcak çatışma halleri durdu. Özellikle son yıllarda yetişen nesiller açısından barış, annelerinin, büyükannelerinin ihtiyacı kadar somut bir olgu olarak algılanamıyor diye düşünüyorum. Türkiye’nin pek çok bölgesinde “Savaş mı var ki barış olsun” şeklinde çok inkârcı bir algı da var. Barış mücadelesi bugün farklı zorlukları barındırıyor gibi geliyor bana.
‘Kürt kadınlar, özgür olma ihtimalini hissediyorlardı ve bu ihtimale büyük bir istekle sarılıyorlardı’
İlk kadın konferansını 1997’de yapan Kürt kadın siyasetinin erkek egemen bir siyasal ortamda kendisini nasıl kurduğuna şahitlik etmişsin. Bu yıllarda kadın örgütleri, dernekler de gittikçe artmaya başlıyor. Ardından 2000’de HADEP ilk kadın kongresini, erkek katılımına kapalı yaparak, siyasi alanda bir ilki gerçekleştiriyor. Sonraki yıllarda da her yerde tepki alırken mor renk kullanılıyor, çok açıkça yazılı belgelerde “erkek egemen sistem” tanımlaması yapılıyor, kota tanımlanıyor ve kadın çalışmalarına bütçe ayrılıyor. O döneme göre Kürt siyaseti bunları birçok siyasi yapıdan önce sahipleniyor, hayata geçiriyor. Bunun nedenlerine ilişkin düşüncelerin neler?
Bunun en temel nedeni Kürt kadınlarının kadın bakış açılarının güçlenmesi ve parti içinde yüzeysel bir eşitliğe rıza göstermemeleridir diye düşünüyorum. Senin sorunda belirttiğin aşamalar yüzlerce, binlerce kadının aralıksız çabasıyla oldu. Kürt özgürlük hareketi içinde kadınların da cins olarak özgürleşmesi fikri kadınlar tarafından çok içselleştirildi. Yıllardır devletten gelen baskıların yanında içinde bulundukları toplumun yarattığı kendi kurallarıyla sarmalanmış kadınlar, özgür olma ihtimalini hissediyorlardı ve bu ihtimale büyük bir istekle sarılıyorlardı. Kadınlar, ulusal mücadele içinde yer aldıkça geleneksel aile ve toplum ilişkilerinden kopma cesaretini de buluyor, özgürleşiyordu. Kürt siyasetinde; “Kürt sorunu çözülsün, sonra kadın sorunu çözülür” yaklaşımı başından beri hiç olmadı. Bu yaklaşımın kadınların önünü açtığını düşünüyorum. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere PKK’nin de politikalarında kadın özgürlüğünü ön şart olarak görmesi ve ulusal mücadeleyle birlikte yürütme pratiği kadınların kazanımlarını çoğalttı ve kalıcı kıldı.
‘Hevallik sanki büyülü bir bağdı’
HADEP’te arkadaşının kızıyla yoldaşlık ettiğini yazıyorsun. Gençlerin de Partiye geldiği dönemlerde değişik yaş gruplarından birçok kadınla birlikte siyaset yaptın. Dayanışmanız, kadın kadına ilişkileriniz nasıldı, hatırlıyor musun?
Tabii ki çok net hatırlıyorum. Ben Kürt hareketinde hep “yaşlı” oldum ama yaşlı muamelesi görmedim. Daha çok deneyimli bir yoldaştım. HADEP Kadın Komisyonu’na başladığımda otuz yaşımın sonlarındaydım. Ama Partideki çalışma arkadaşlarım yirmili yaşlardaydılar. Mahalle komisyonlarında, Parti içinde yaşıtlarım ve daha büyük olanlar da çoktu tabii. Ama örgütlemede görev alan kadınlar arasında benim yaşlarımda kadın sayısı çok azdı. “Hevallik” sanki bu anlamda büyülü bir bağdı. Yoldaşlık, kader birliği kadınlar arasındaki çatışmaların geri planda kalmasına neden oluyordu. Kadınlar arasında sıkı rekabet ve çatışmalar yaşamıyorduk. Ortaya çıkan çatışmalar ise mutlaka vakit geçirilmeden konuşulup çözüme bağlanıyordu. Sevgi bağları, birbirimize ihtiyacımız olduğu duygusu ve sorumluluğu ön plandaydı sanırım. Feminist camiadaki gibi içkili, danslı sohbetler yerine çayın yanında yöresel yiyecekler eşliğinde sohbetlerimiz oluyordu. Halay çektiğimiz eğlenceli zamanlarımız da oluyordu ama inan ki herkes o kadar yoğun Parti çalışması içindeydi ki böylesi zamanlarımız çok az oluyordu.
‘Gönlüm Feminist hareketle Kürt kadın hareketinin birlikteliğinin güçlenmesinden yana’
Evet o günlerden bugünlere gittikçe büyüyerek kendi sesini, dilini, gücünü oluşturan, her alanı çalışmalarıyla dolduran koskoca bir Kürt kadın hareketi var karşımızda. Feminist siyaset ve Kürt kadın siyaseti yıllardır tartışarak, konuşarak, güç birliği yaparak ortak bir mücadele hattı oluşturdu. Bu hâlâ devam ediyor ve tabii ki yine en başta barış çalışmaları var. Bugün de Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi’yle bu çalışmaları birlikte yürütüyoruz. Feministlerle Kürt kadınlarının bu yol arkadaşlığına, dayanışmalarına ortak mücadelesine ilişkin, tam da bugün barış konuşulurken neler söylersin?
Feminist siyaset Kürt kadın siyasetini hiçbir zaman yalnız bırakmadı. En zor süreçlerde yanımızda oldu. Bunun tanığıyım. Kürt kadın siyaseti sayısal olarak da çok büyüdü ve güçlendi. Şu anda feministlerle Kürt kadın hareketinin birlikteliğini biraz kenardan izliyorum. Gönlüm bu birlikteliğin daha güçlü ilerlemesinden yana. Barışa İhtiyacım Var Kadın İnisiyatifi çalışmalarını çok kıymetli buluyorum. Günümüzde barışı anlatmanın bir önceki sorunda belirttiğim gibi farklı zorlukları var. Ama bu topraklarda büyük acılar çekildi, büyük travmalar yaşandı, onbinlerce insanımızı yitirdik. Yüzbinlerce Kürt zorunlu göçlerle yaşadıkları topraklardan ayrılmak zorunda kaldı. Kürt kimliği ve ana dili üzerindeki yasaklamalar devam ediyor. Kürt halkı barış için çok mücadele etti, hala da ediyor. Türk asker aileleri de büyük kayıplar verdi, acılar çekti. Artık bu topraklara barışın gelmesi hepimiz için temel ihtiyaç ve çok gerekli. Bu zorlukların aşılmasını ve barış düşüncesinin Türkiye’nin bütün bölgelerine ulaşarak, yaygınlaşmasını, çeşitlenmesini, zenginleşmesini diliyorum.
***
Heval Sen Daha Özgürleşmedin mi?
Fatma Nevin Vargün
Dipnot Yayınları
Ankara, 2025
