İnsanlığın sınıflar halinde parçalandığı, imparatorluklar arasında paylaşıldığı fetihler, savaşlar, kıtlık ve ölümün- kol gezdiği günlerden beri “insanlığın birliği ve dayanışması” ideali evrensel gelecek hayallerinin köşe taşını oluşturuyor. Tarihin istihzası şu ki, tek tanrılı büyük dinler, kadim imparatorlukların resmî ideolojisi halini aldığı günlerden beri her “birlik” çağrısı daima insanlığın kıtalar ölçeğinde birbiriyle boğazlaşmasıyla sonuçlandı.
Egemenlerin suretine büründürülen “insanlık”
Çokuluslu Roma İmparatorluğu, Ortaçağ’da Avrupalıların bildiği tüm dünyayı sınırları içine kattığında, Katolik kilisesi, milliyetleri, kabileleri, soyları, cinsleri, sınıfları aşan bir insanlık fikrinin cisimleşmesi gibi görünmüştü. Ancak Hıristiyan cemaati çevresinde insanların evrensel kardeşliği düşüncesi, bir yandan Doğu Roma’ya ardından Müslümanlara karşı açılan Haçlı seferleri, öte yandan Hıristiyan dünyasında ulusal devletlerin kurulmasıyla patlak veren bitmek bilmeyen savaşlar içinde anlamsızlaştı Kaldı ki, gerçek hayatta eşit olmayan insanları Tanrı katında din kardeşi olarak eşit kılan Hıristiyanlık ya da İslam, Ortaçağın mülk sahibi sınıflarının egemen ideolojisi olarak insanlığın birliğinin değil, gerçek ilişkiler dünyasında sınıflar halinde bölünmüşlüğünün tescili oldu. Ulusları aşan bir insanlık düşüncesi ise, filozofların ve batıni mezheplerin öğretilerinde yaşayan yarı dinsel, marjinal bir öğreti halini aldı.
Gene de uluslararası birlikler oluşturma düşüncesi, aralarındaki bütün sürtüşmelere ve ulusal savaşlara karşın, Ortaçağ’ın egemen sınıfları arasında sıkça başvurulan bir pratik olmuştu. Köylülerin, zanaatkârların, batıni mezheplerin, feodal egemen sınıfların yönetim ve mülkiyet sistemine karşı başlattıkları ayaklanmalar, Katoliklerle Protestanları, soylularla Burgerleri, Roma Katolik Kilisesi’nin papazlarıyla, Lutherci reformcuları dayanışma içine soktu.
1789 Fransa Devrimi, uluslararası dayanışma düşüncesini modern bir temel üzerinde yeniden üretti. Devrim kıtada ve Britanya’da gericiliği “Kutsal ittifak’a zorlarken, Jakobenleri de bütün ülkelerdeki devrimci hareketlerle dayanışmaya girmeye, devrimi ulusal sınırların ötesine taşımaya ve devrimin ideallerini yansıtan kozmopolitan bir insanlık ideolojisi geliştirmeye yöneltti. “Bütün İnsanlar” sözleriyle başlayan “İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi”, Fransa Devrimi’ne uluslararası bir meşruiyet sağlama ihtiyacının yansısıydı. Ancak, öteki mülk sahibi sınıflar gibi, burjuvazinin de ulusal bencilliğin ötesine geçerek insanlığın tümünü kucaklayabilen bir birliği kurabilmesi hiçbir zaman mümkün olmadı. Sınıflara bölünmüş olan bir dünyada ideal formu içinde insanlık olarak ifade edilen bütünlük, gerçek çıkarlar ve varlık nedenleri karşı karşıya gelir gelmez derhal bir bölünmeye yol açtı. Sınıf çatışmaları şiddetlendiğinde, burjuvazi için insanlık, mülk sahipleri anlamına büründü. Sınıf mücadelelerinin ikonografisinde devrimci işçilerin burjuvalara neden her zaman bir canavarlar kitlesi, gözü dönmüş bir karakalabalık; burjuvaların da işçilere vampirler suretinde görünmüş olduğunu anlamak böylece kolaylaşır: İnsanlık, her zaman insanlığın bir sınıfı olarak idrak edilmiştir.
Enternasyonalizmin popüler dayanağı: Hiç tükenmeyen “efendisizlik” hasreti
Bu çağlar boyunca, “insanlığın birliği” düşüncesinin eski dünyadaki sığınağı, tanrının insanın kendisinden başkası olmadığı inancıyla din devletlerine meydan okuyan Asya ve Avrupa’nın batıni tarikatları oldu. Eşitlik, adalet hakkaniyet talebi, özgür yaşama tutkusu, kıyamlara meydan okuyarak Fransa ve Almanya’dan Britanya’ya, Balkanlardan Ege kıyılarına, Adıyaman ve Malatya’dan, Afganistan ve Hindistan’a kıtadan kıtaya dolaştı.
Çağdaş enternasyonalizmin, insanlığın tekliği, insanların eşitliği, doğa ve insanın birliği vb. popüler temaları gökten zembille inmedi. Enternasyonalizm/komünizm dediğimiz şey , sınıfların, devletin, özel mülkiyetin, dinlerin ve din adamlarının henüz zuhur etmedikleri çağlardan o günlere, hatta günümüze kadar akıp gelen “efendisizlik” hasretinin modern sınıf mücadelelerinin bağrında dünya-tarihsel bir bağlam edinebilmesi imkanının adıdır.
Marx’ın komünizm kavrayışı: Daima taze bir umut ışığı
Marx’ın maddeci tarih anlayışının öncüllerini kurduğu ilk yapıtlarından Alman İdeolojisi’ndeki şu pasajı önümüzdeki tartışma kapsamında sosyalizm ile enternasyonalizm arasındaki tarihsel ve mantıksal bağıntıyı yeniden hatırlamak açısından anahtar değerinde:
“[…] (felsefeciler için anlaşılabilir bir terim kullanmak gerekirse) ‘yabancılaşma’ elbette ancak, iki pratik öncül var olduğu takdirde ortadan kaldırılabilir. ‘Tahammül edilemez’ bir güç, yani, insanların ona karşı bir devrim yaptıkları bir güç haline gelebilmesi için, [yabancılaşmanın] insanlığın büyük kitlesini ‘mülksüz’ kılarken aynı zamanda bir zenginlik ve kültür dünyasını var etme çelişkisini üretmiş olması şarttır, her iki koşul da üretici güçte büyük bir artışı ve yüksek derecede bir gelişmeyi ön gerektirir. Ve öte yandan üretici güçlerdeki bu (insanların yerel değil gerçek, elle tutulur dünya-tarihsel varlığını işaret eden) gelişme mutlak olarak zorunlu bir öncüldür, çünkü o olmaksızın yokluk yalnızca genelleştirilmiş ve yoksunluk içinde zaruri ihtiyaçlar uğruna mücadele ve bütün o kadim pis işler kaçınılmaz olarak yeniden üretilmiş olur; dahası, çünkü insanlar arasında evrensel bir münasebet yalnızca üretici güçlerin bütün uluslarda eş zamanlı olarak ‘mülksüz’ kitleyi (evrensel rekabeti) üreten, her ulusu diğerlerinin devrimlerine bağımlı kılan ve nihayet yerel [bireylerin] yerine dünya-tarihsel, kanlı canlı evrensel bireyleri geçiren bu evrensel gelişmesiyle kurulur. Bu olmaksızın, (1) komünizm yalnızca bir yerel olay olarak var olabilir; (2) münasebet güçlerinin kendileri evrensel, dolayısıyla tahammül edilemez güçler olarak gelişemez; batıl itikatlarla kuşatılmış ilkel koşullar olarak kalır; (3) münasebetlerdeki her genişleme yerel komünizmi ortadan kaldırır.”
“Ampirik olarak, komünizm ancak hakim halkların “hep birlikte” ve eş zamanlı eylemiyle mümkündür. Bu da üretici güçlerin evrensel gelişimini ve dünya çapında münasebetlerin komünizmle sıkı sıkıya bağlantılı olmasını gerektirir. […] Proletarya demek ki, ancak dünya tarihsel olarak var olabilir- tıpkı etkinliğinin de ancak dünya tarihsel bir varlığı olabileceği gibi. Dünya tarihsel bireylerin varlığı dolaysızca dünya tarihiyle bağlı bireylerin varlığı demektir.
“Komünizm bizim için kurulması gereken bir durum, gerçekliğin kendisine uyması gereken bir ideal değildir. Komünizmi, mevcut durumu ortadan kaldıran gerçek hareket olarak adlandırıyoruz. Bu hareketin koşulları, şu anda var olan öncüllerden kaynaklanmaktadır.”
Bu çözümleme, enternasyonalizmin, ülkeler ve toplumlar arasında süren dar anlamdaki iş birlikleri türünden bir ilişki biçiminin ötesinde, enternasyonal olarak var olan, varlığı üretici güçlerin gelişim koşulu olarak enternasyonal ölçeği varsayan bir sınıfın varoluş tarzı olarak sosyalist/komünist literatürdeki ilk tanımlanışıydı. Bunun önemi komünizm ve enternasyonalizmin tanımlanışını keyfilikten kurtararak bir tarihsel gelişim kertesiyle ilişkilendirmesindeydi. Bu ölçütlerin gerçekleştirilmesi ve korunması komünizmin de enternasyonalizmin de beka meselesi.
Bu tezin sahiciliği ve doğruluğu bugün komünizmin varlığı değil yokluğunca doğrulanıyor. Küba, Vietnam, Çin ve Kore dışındaki bütün 20. Yüzyıl devrimlerinin yenilmesine, onların da varlıklarını sürdürüş biçimlerine bakınca, bu sonuçların “komünizm ancak egemen halkların ‘hep birlikte’ ve eş zamanlı bir eylemi olarak mümkündür; bu da üretici güçlerin evrensel gelişimini ve komünizmle bağlantılı dünya etkileşimini varsayar.” koşulunun gerçekleşememiş oluşuyla açıklanabilir.
20. Yüzyıl devrimlerinin yenilgisi dünyanın sonu değil, yolumuza devam ediyoruz
II. Dünya Savaşı’nın sonuna yaklaşılırken yeni Avrupa statükosuna dahil olma karşılığında zaten Sovyet diplomasisinin bir aparatına dönüşmüş olan Komünist Enternasyonalin (Komintern’in) lağvı, yalnızca enternasyonalizmin de lağvı olmakla kalmadı, geriye atılan bu adım Ekim Devrimi’nin bütün kazanımlarıyla birlikte komünizmin Avrupa kıtasından buharlaşmasıyla sonuçlandı.
Bununla birlikte, kapitalizmin eşitsiz ve bileşik gelişimi yasası emperyalizm koşullarında işleyişini vahimleşerek sürdürüyor. Bu, Türkiye, Hindistan, Meksika gibi geriden gelen kapitalist devletlerin, uygun konjonktürlerde üretici güç kapasitesini geliştirerek öndekileri yakalama, öte yandan iç çelişkilerinin kapitalizme karşı devrimi mümkün kılacak ölçüde keskinleşme imkanının nesnel varlığına işaret ediyor.
Kürt Özgürlük Hareketinin momentumu
Bu nedenle bugün bir sosyalizm (komünizm)/enternasyonalizm tartışmasının ve yeni bir enternasyonal kuruluşu ihtiyacının Kürt Özgürlük Hareketi tarafından gündeme getirilmesinde şaşacak bir şey yok. Bir enternasyonal kuruluş ihtiyacı esasen içinden geçilmekte olan tarihsel ve politik sürecin devrimselliğiyle doğrudan ilintilidir. Toplumsal devrimler çağında devrimlerin ışınlarını doğdukları toprakların, yerel olanın ötesine yaymaları esasen her hakiki devrimin, doğası gereği yalnızca bir ülkenin iç işi olarak kalamayacağı, devrimci kopuşların ister istemez uluslararası bir etkilenime yol açmaksızın, hemen hiçbir zaman enternasyonal bir çağrıya dönüşmeksizin edemeyecek olmalarındandır. Her devrim kendiliğinden enternasyonalisttir ya da olan şey bir devrim değildir. Bunları “Jöntürk devrimi”nin gidişatında bile gözleyebiliriz.
Bu açıdan Türkiye sosyalistlerinin Kürtlerin Özgürlük Hareketiyle dayanışmasını bu bağlamda da devam ettirmesi eşyanın tabiatındandır. Ancak burada tevazu ve hak bilirlikten şaşmamak gerek. Halen küresel alanda çeşitli biçim ve düzeylerde varlıklarını şöyle ya da böyle sürdüren çok çeşitli enternasyonalist yapı ve kümeler var. Bu güçlerle rakip değil olası ortaklar olma potansiyelimizi koruyarak bir rezonans oluşturmamız gerekli. Bu bağlamda yeni bir enternasyonal için girişimlerde bulunurken peşin ve önceden köşe taşları döşenmiş bir program teklifi ile ortaya çıkmaktansa ilk elde ulaşabildiğimiz bütün olası katılımcı bileşenlerle birlikte ve kapsayıcı bir tartışma zemininin oluşturulması en önemli konu.
Türdeş yapıların değil, kapitalizme başkaldırının tüm eksenlerinin ortaklığı
Bizim enternasyonal hareketimiz türdeş yapılardan oluşmayacak. Bu hareket, tarihin 21. Yüzyıldaki yapılış tarzına atfen kapitalizmle çatışma halindeki tüm öznelerin kendilerini içinde ifade edebilecekleri esneklikte ağlar halinde, tek tek bireylerden, topluluklara, her düzeydeki örgütlenmelere kendilerine ifade gücü kazandırmayı hedefleyecektir. Bu yapı, günümüzde kapitalist toplum ve kapitalist üretim tarzının insanlığa yönelik saldırısının bütün momentlerinde bu saldırıya bir meydan okuma dinamiği olarak ortaya çıkan öznelerin açtığı irili ufaklı cephelerin her birinin enternasyonalist meşruiyetini kabul ederek işe başlayacaktır.
Günümüzde kapitalizme karşı bir enternasyonal örgütlenme, kadınların sermaye hakimiyetiyle eklemlenmiş erkek egemenliğiyle savaşının; kapitalist üretim tarzının işleyişinin dolaysız sonucu olarak ortaya çıkan iklim krizi ve onun tüm tezahürlerine karşı “doğa ana”nın bilinci olarak insanlığın ekolojik direnişinin; doğrudan üreticilerin [mavi ve beyaz yakalı işçiler, proleterleşmiş meslek sahipleri, vb. ] kapitalist sömürü ve yabancılaşmaya karşı başkaldırılarının ve bu total hakimiyetin sevk ve idaresi için tüm toplumun insani gelişimi üzerine çöken sömürgeleştirici devlet iktidarına karşı koyuşunun vücut bulduğu dört eksene dayanacaktır: patriyarkaya, kapitalist özel mülkiyete, doğayı kendini onarma hızından daha büyük bir hızla çökerten kapitalist üretim tarzına; otoriterlik ve faşizm ve savaşa karşı mücadele hatları.
HDP’nin kurucu mirası: Bir mikro enternasyonalizm süreci
Bu hedefleme gerçek olacaksa, ister istemez sözcüğün geniş anlamında birer ulusal çapta örgüt olarak kurulmuş olan partilerimizin de bu enternasyonal örgütle uyumlulaştırılması gerekecektir. Stratejik ittifakımızın en başarılı ürünü HDP’nin işleyiş modelini mutatis mutandis enternasyonal sahaya taşımak, icrası hem mümkün hem gerekli bir misyonumuz olarak ortaya çıkıyor. Bu esasen bütün müstakbel bileşenlerimiz için de aynen geçerli.
Hedeflediğimiz enternasyonal, Kürt Özgürlük Hareketi’nin ideolojik ilkeleri ve bizim müşterek “başarılar”ımızın propagandasına katılım çağrısı olarak görülmemeli. Enternasyonalimiz hem mensubu olabilecek herkesin onu kendi evi olarak görmesine elverecek ölçüde özerklik içermeli, hem de hiçbir bileşenin orayı kendi özel mülkü olarak göremeyeceği kadar ortak evimiz olmalı. Bunu çelen algı ve yorumlar ortaklığımız içinde öncelikle ve kaçınılmaz olarak Kürt Özgürlük Hareketinin hitap alanında cereyan ettiği için bu konuda asıl büyük sorumluluk, KÖH üzerinde gözüküyor.
Temel hedef: İnsanlığın kapitalizmden kurtuluşu
Gerek bütün tarihsel süreç boyunca gerekse yeni “çözüm süreci”nde ifade edilen formüller ve paradigma bahsinde, özellikle Marksizm’in tarihte ve günümüzdeki yeri ve değeri konusunda aramızda bazıları temele inen, bazılarıysa ikincil sayılabilecek görüş ve telakki farklılıkları olduğu bir hakikat. Ancak kendisini Marksist olarak tanımlasın tanımlamasın mücadele halindeki güçlerin kapitalizme karşı bir program çevresinde eşit hakla bir araya gelecekleri asli misyona odaklanmaktan uzaklaştırabilcek ideolojik farklara odaklanmak, ortak politik mücadele eksenlerinde buluşmak açısından merkezkaç bir rol oynayabilir. Ortaklaşa durduğumuz yeri programımız işaret etmelidir, ideoloji değil.
Küresel Kuzey ve Küresel Güney arasında bir kesişim momenti ihtiyacı
Yeni enternasyonalin alameti farikası olarak Küresel Güney ve Küresel Kuzeyin sosyal mücadele güçleri ve yukarıdan beri saydığımız çoklu öznelerin farklı gelişmişlik düzeyleri, farklı özgünlükleri ve kapitalizmle farklı çatışma rasyonellerini “dekolonizasyon” misyonuyla ifadelendirmeyi öneriyorum.
Dekolonizasyon terimi çağdaş bağlamında, sömürgeciliğin sona ermesini yalnızca sömürgeleştirilmiş bölgelerin resmi siyasi bağımsızlığı olarak değil, küresel kapitalizm altında yaşamın totalleştirici sömürgeleştirilmesine karşı uzun vadeli, varoluşsal, epistemik ve ontolojik bir ayaklanma olarak yeniden yorumlamanın bir imkânı olarak ortaya çıkıyor.
20. yüzyılda sömürgeciliğin sona ermesi genellikle devlet egemenliğine (Hindistan, Cezayir, Vietnam) yol açan anti-emperyalist mücadelelere atıfta bulunuyordu. Sömürgelikten çıkış büyük ölçüde ulus-devlet merkezliydi ve imparatorluktan jeopolitik ayrılıkla tanımlanıyordu.
Klasik sömürgecilik sonrası dönemde ve sömürgecilik karşıtı teoride Fanon, Quijano, Mignolo, Mbembe, Wynter gibi yorumcular, sömürgecilik karşıtlığını şu şekilde yeniden anlamlandırdılar: “Güç sömürgeciliğine, bilgi sömürgeciliğine ve varoluş sömürgeciliğine karşı mücadele.”
Sömürgeleştirme yalnızca toprağa el koymak değildi. Kapitalist-modernist rasyonalite yaşam biçimlerini, düşünceleri, bedenleri, arzuları ve zaman ve mekânı ele geçiriyor ve yeniden şekillendiriyordu. Kapitalist üretim tarzı kendisini “kolonisiz kolonyalizm” olarak yeniden kuruyordu.
Böylece dekolonizasyon [sömürgesizleşme] insan varoluşunun kendisinin küresel kapitalist hegemonyanın maddi ve sembolik mekanizmasınca sömürgeleştirilmesine karşı bir isyan olarak, ulusal kurtuluşu dışlamayan ama onu radikalleştiren ve derinleştiren, Kuzey’in ve Güney’in isyan ve devrim güçleri arasında sahici bir dolayım kurmayı mümkün kılan bir yeni perspektif olarak ortaya çıkıyor.
______________________
9 Kasım 2025, Eyüp, İstanbul
