Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Mezopotamya Ekoloji Hareketi’nin ortaklaşa düzenlediği 2. Mezopotamya Su Forumu, 17–19 Ekim 2025 tarihleri arasında Amed Sezai Karakoç Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirildi. Forum, suyun bir doğa varlığı olduğu kadar ekolojik, kültürel ve politik bir varlık olarak da ele alındığı çok katmanlı bir buluşma zemini sundu.
Üç gün süren etkinlik boyunca Türkiye, Irak, Suriye, İran ve Avrupa’dan gelen akademisyenler, çevre aktivistleri, yerel yönetim temsilcileri ve 100’ün üzerinde sivil toplum kuruluşu temsilcisi bir araya geldi. Katılımcılar, Mezopotamya’nın 12 bin yıllık su kültürünü merkeze alarak, bölgesel iş birliği ve ekosistem temelli su yönetimi modellerini tartıştı.
Suyun tahakküm aracı olarak kullanılmasına karşı ortak duruş
Forumda yapılan sunumlar ve atölye çalışmaları, suyun tahakküm aracı olarak kullanılmasına karşı ortak bir duruş sergiledi. Özellikle Fırat ve Dicle nehirleri üzerindeki müdahalelerin bölgesel çatışmaları tetiklediği vurgulanırken, suyun ihtiyaç temelli adil kullanımı ve halklar arası dayanışma çağrısı öne çıktı. “Suyun adaleti, halkların barışıdır” söylemi, forumun temel mesajı olarak kamuoyuyla paylaşıldı.
Forumun çıktıları arasında, yerel yönetimlerin su politikalarında ekolojik hassasiyetin artırılması, sınır ötesi işbirliklerinin güçlendirilmesi ve suyun kültürel miras olarak korunmasına yönelik öneriler yer aldı.
Ayrıca, gençlik ve kadın talepleri ve örgütlülüğünün su mücadelesindeki rolü de özel oturumlarla ele alındı.
Gelecek Forum Irak’ta veya Rojava’da
Forumun kapanış oturumunda, 3. Mezopotamya Su Forumu’nun Irak’ta veya Rojava’da gerçekleştirilmesi yönünde öneriler dile getirildi. Bu öneri, suyun sınır tanımayan doğasına uygun olarak bölgesel diyaloğun güçlendirilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Bu öneriyi içtenlikle destekliyor; suyun adaletini ve barışını Mezopotamya’nın tüm halklarıyla birlikte inşa etmenin, ortak geleceğimiz için hayati bir adım olduğuna inanıyorum.
Ayrıca, su krizinin yalnızca bölgesel değil, küresel bir sorun olduğunun altı çizilmelidir. Suyun doğa varlığı olarak kavranmaktan çıkıp ekonomik kaynak olarak düşünülür olması, kapitalist büyüme, sanayi ve kent politikalarının çitleme, özelleştirme, metalaştırma yöneliminin bugün bizatihi koruma politikalarıyla derinleşmesi, su üzerindeki denetiminin yaşam alanlarındaki özneler aleyhine ticarileşmesi, merkezileşmesi ve askerileşmesiyle suyun çevrimlerinin uğradığı müdahalelerin boyutları, suyu 21. yüzyılın en kritik stratejik meselesi haline getirmiştir. Mezopotamya Su Forumu’nun bu bağlamda sunduğu perspektif, yalnızca bölge halkları için değil, tüm dünya için örnek teşkil etmektedir. Bu forumun ruhu, suyu bir çatışma değil, dayanışma zemini olarak gören küresel bir yaklaşımın inşasına katkı sunmaktadır.
Bu bağlamda, su sorununun Mezopotamya içindeki çalışmalarla sınırlı kalmaması gerektiği açıktır.
Türkiye’nin tüm coğrafyalarına yayılacak şekilde tasarlanacak katılımcı ve ekolojik temelli su forumları, suyun adaletini ve özerkliğini kurumsal düzeyde güçlendirebilir. Bu yaklaşım, kaynak yönetimini anlayışına teslim olmayan, doğayla ve halklar arasında barışı da tesis edecek bir zemin sunar. Suyun sesi, tüm Anadolu’ya ve ötesine taşınmalıdır.
