Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ezilen halkların baskıdan kurtulma ve kendi geleceklerini belirleme özgürlüğünü ifade eden bir ilkedir. Lenin’in bu hakkı işçi sınıfının enternasyonal birliğini güçlendirmenin bir aracı olarak savunması devrimci mücadelenin temel taşlarından birini oluşturur. Ancak TKP bu ilkeyi göz ardı ederek Kürt sorununun ulusal boyutunu yok saymaktadır.
TKP, son dönemde Abdullah Öcalan ile iktidar bloğu arasında yürütülen barış sürecine karşı “Ülkemizin uçurumdan yuvarlanmasına izin vermeyeceğiz” başlıklı bir imza kampanyası başlatarak, Lozan Antlaşması’nı sorgulanamaz bir dayanak haline getirmiş ve etnik talepleri reddetmiştir. Bu tutum, TKP’nin şovenizmini derinleştirmiştir. TKP Genel Sekreteri Kemal Okuyan’ın Sol TV’de (26.05.2025) “Kürt meselesinin zemini değişmeli, asıl dert yoksulluk” sözleriyle Kürt halkının ulusal-demokratik taleplerini göz ardı etmesi, devletin inkâr politikalarını sol bir çerçeveye oturtmaktır. Bu yaklaşım, Türk şovenizminin bir uzantısı olmaktan öteye gitmemektedir.
Lozan Antlaşması: Kapitalist entegrasyon ve halkların inkârı
Lozan Antlaşması, 24 Temmuz 1923’te imzalanarak Türkiye Cumhuriyeti’nin uluslararası tanınmasını sağlamış, ancak bu belge, kapitalist-emperyalist güçlerin bölgeyi yeniden şekillendirme projesinin bir ürünü olmuştur. Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını açıkça yok sayan bu antlaşma, Kürdistan’ı dört parçaya bölen sınırları meşrulaştırmış, Ermeni soykırımını inkâr etmiş, Rum ve Süryani halklarını sistematik bir şekilde silmiş, Alevi inancını asimilasyonla bastırmıştır.
Lozan, Türkiye’yi Batı kapitalizminin ucuz işgücü deposu ve piyasa alanına entegre ederken, Kürt halkının, Alevilerin inkârını, gayrimüslim halkalara yönelik soykırımların üzerini örtmeyi devletin kurucu politikası haline getirmiştir. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, Dersim Katliamı, 6-7 Eylül pogromları ve sayısız faili meçhul, bu inkârın kanlı yüzünü ortaya koymuştur. TKP’nin Lozan’ı “cumhuriyetçi birikim” olarak savunması, bu tarihsel suçları meşrulaştırma çabasıdır.
Kürdistan halkının mücadelesi ve emekçi halkların dayanışması
Kürdistan halkının mücadelesi, Türkiye’nin modern tarihinde derin bir direniş geleneği olarak şekillenmiştir. Sistemli inkâr, asimilasyon ve katliam politikalarına rağmen, Kürt halkı dilini, kültürünü ve kimliğini koruma mücadelesini çok ağır bedeller ödeyerek sürdürmüştür. Bu mücadele, yalnızca ulusal talepleri değil, aynı zamanda Türkiye’nin diğer emekçi halklarıyla birleşerek demokrasi taleplerini de yükseltmiş, eşitlik ve özgürlük arayışında ortak bir zemin yaratmıştır. 1980’lerden itibaren toplumsal hareketlerle bütünleşen bu direniş, devletin otoriter yapısına karşı bir alternatif inşa etme çabasını güçlendirmiştir. Kürt halkı, Türkiye’nin emekçi sınıflarıyla dayanışarak, sınıf mücadelesinin ulusal baskıdan arınmış bir zeminde ilerlemesinde aktif rol oynamış ve katkı sağlamıştır.
TKP’nin şovenizmi ve Kemal Okuyan’ın Kemalist duruşu
TKP’nin şovenizmi, bu tarihsel gerçekliği görmezden gelerek daha da belirginleşiyor. Parti, bildiriye imza atan bazı Kürt kökenli isimler—örneğin, geçmişte devlet politikalarına yakın durmuş figürler—ile çelişkisini gizlemeye çalışıyor. Ancak bu, TKP’nin Türk şovenizmini pekiştiren tutumunu örtmüyor. Kemal Okuyan’ın Osmanlı’dan Cumhuriyete geçişi işaret ederek kullandığı “Atatürk’ün önünde eğiliyorum” ifadesi, partinin Kemalizme olan ideolojik bağlılığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu söz, Cumhuriyetin kurucu önderlerinden biri olarak Atatürk’ü yüceltirken, soykırıma uğrayan, yok sayılan halkları ve inançları yok sayıyor. Örneğin, Okuyan, Atatürk’le birlikte mücadele eden, ancak inkâr ve katliamlarla susturulan Kürtlerin önünde de eğiliyor mu? TKP’nin bu soruya yanıt vermesi gerekiyor. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana inkâr edilen, katledilen ve yok sayılan halklar—Kürtler, Ermeniler, Rumlar, Yahudiler, Süryaniler ve Aleviler—bu politikanın mağdurlarıdır. TKP’nin bu mirası savunması, devrimci bir duruşu değil, burjuva milliyetçiliğini yansıtmaktadır.
Sonuç: Demokrasi ve özgürlük için bir alternatif
TKP’nin tutumu, demokrasi güçleriyle birliği zorlaştırırken, Kürt halkının haklı mücadelesine destek yerine şoven bir duvar örmeyi tercih ediyor. Alternatif bir yol, Kürt halkının ulusal-demokratik taleplerini benimseyerek, Türkiye’nin emekçileriyle dayanışmasını güçlendirmekten geçiyor. Bu, inkâr politikalarının aşılmasında ve özgürlük mücadelesinde daha sağlam bir zemin sunabilir.