Ortadoğu coğrafyasında egemen güçlerin hegemonya savaşlarının çığ gibi büyüdüğü ve Türkiye’nin bu sahnede yerini aldığı, gündemin her an değiştiği bir dönem söz konusu. İşte hâl böyle iken kadınlar olarak, kirli hesaplar için yapılan paylaşım savaşlarında, barış noktasında ısrarla durduğumuzu belirtmek durumundayız.
Savaş ortamında insanların payına yıkım ve bir çok tehdit unsuru (ekonomik, sosyal, siyasal, ekolojik… vd. ) düşer. Bunlara ek olarak kadınların payına ise daha büyük bedeller ödemek düşer. Bu bedel en çok kadın bedeni üzerinden gerçekleşir. Kadın bedeni üzerinde kurulan tahakküm savaşın en çarpıcı halini yansıtır. Savaş dönemlerinde kadınlar pazarlarda satılır, toplu tecavüzlere maruz kalır, işkence edilir hatta öldürülür de.
Eli kanlı örgütler (IŞİD, El-Nusra, El-Kaide… vd. ) işgal ettiği bölgelerde kadınlara tecavüz eder. Bir kadına tecavüz etmek, o bölgeye veya vatana tecavüz etmekle eş değerdir. Bunun yanı sıra kadınların ellerinden ”su” bile içmenin günah sayıldığı ve kadınların silahından çıkan kurşunla ölündüğünde cennete gidilemeyeceği algısı da var. Keza bu caniler bir kadın öldürdüğünde ödül cennetin kapısından girmektir.
Toprak için savaşmadığını iddia eden ve kendini Ortadoğu’ya en büyük güç diye tanıtan IŞİD canavarı, başta AKP ve Erdoğan Türkiye’sinden aldığı silah, mühimmat ve lojistik destek ile sınırlarını çizmeye başlamıştır. İşte bu sınırları çizerken Arap, Şii, Kürt, Ezidi, Hristiyan… kadınları yani Ortadoğu’nun tüm kadınlarını hedef alıyor. Bunu da erkek egemenliğinin en şiddetli eylemelerini içinde bulundurarak yapıyor.
Savaş, yanı başımızda değil, artık içimizdedir
Kobanê’nin yeniden inşası için, ülkenin her yanından toplanan gencecik insanlar Suruç’un Amara Kültür Merkezi’nde basın açıklaması yaparken 33 pırıl pırıl genç katledilmiştir. Orada patlatılan bomba, Kobanê’de inşa edilecek olan kütüphane, danışmanlık ve çocuk parkı… hayalleri yıkmakla birlikte savaşın sınırlarını öteye taşımıştır. Çünkü o bomba Türkiye’nin her yerinde ayrı ayrı patlamıştır. Burada en büyük acı çocuğunu toprağa gömen kadınlara düşmüştür.
Yani kısaca bu savaş aslında kadınlara karşıda açılmıştır. Öte yandan bu savaş kadınların özgürlük mücadelesidir bu anlamda Ortadoğu’ya örnek olan Rojova kadınlarını unutmamak gerekir. Örgütlü güçleri, Silahlara koşan kadınların zaferi ile sonuçlanmıştır.
Kadınların birçok yerdeki direnişleri kurtuluş mücadelesidir. Kadın hareketlerine düşen görev ise bu mücadeleyi fotoğraflayıp sergilemek, gerek öz savunma ve gerekse radikal eylemlerle bu gidişin karşısında konumlanmaktır.
Sınırların ötesinde ve içinde erkek egemen sistemin bizi rahat bırakmadığı ” Bir kadın olarak sus” diyen zihniyete karşı susmayı düşünebilir miyiz?
Clara Zetkin’in dediği gibi;
” Kanlı zulümle, terörle, açlık ve savaşla birleşmiş faşizm, paramparça edilip yere serilmeden, aramızdan hiç kimse dinlenme ve mola verme hakkına sahip değildir. ”