“”Biz burada elimizden geleni yapıyoruz, gazetecilerimiz de yapıyorlar.
Ayrıca Başbakanın da ilgililere gereken emri vermesinin
çok faydalı olacağını düşünüyorum.” [1]
“6-7 Eylül Olayları, bir özel harp işidir.
Muhteşem bir örgütlenmeydi. Amacına da ulaştı.” [2]
6-7 Eylül Olayları, 1955 yılında İstanbul’da meydana gelmiş, Müslüman olmayan azınlıklar -özellikle Rumlar- üzerinde yoğunlaşmış, kanlı ve yıkıcı şiddet olayları olarak yakın tarihimizin en karanlık sayfalarından birini oluşturur. Bu olaylar, bizzat dönemin devlet yöneticilerinin planlaması ve yönlendirmesiyle 6 Eylül 1955’te başlamış, 7 Eylül’de devam etmiş ve hızla geniş kitlelere yayılmıştır. Olayların hedefi özellikle İstanbul’daki Rum nüfusu olmuş, çok sayıda işyeri, ev, kilise, mezarlık ve diğer yapılar sistematik biçimde tahrip edilmiştir. Ardından, birçok Rum, güvenlik kaygısıyla Yunanistan’a göç etmek zorunda kalmıştır.
6-7 Eylül Olaylarını sadece bir toplumsal çatışma olarak değil, Türkiye coğrafyasında yaşayan Müslüman olmayan halklara ve farklı inanç gruplarına yönelik sistematik şiddet ve soykırım zincirinin bir halkası olarak görmek gerekir. Bu olaylar, Osmanlı’dan devralınan devlet yapısının kendi ideolojik hedeflerine uymayan topluluklara karşı yasaların ve hukukun sınırlarını hiçe sayarak terör uygulama kapasitesini barındırdığını da gözler önüne serer. 19. yüzyılın son çeyreğinden itibaren Türkiye’nin farklı bölgelerinde yaşayan Türk ve Sünni olmayan halklar, kısa aralıklarla, hem devlet destekli hem de toplumsal baskılarla irili ufaklı katliamlara, mülkiyet gaspına ve sistematik ayrımcılığa maruz kalmıştır.
Bu çerçevede 6-7 Eylül Olayları, yalnızca tarihsel bir şiddet olayı değil; aynı zamanda azınlıkların toplumdaki varlıklarını tehdit, korku ve yıldırma politikalarının bir tezahürü olarak değerlendirilebilir. Olayların etkisi, sadece fiziksel tahribatla sınırlı kalmamış; toplumun psikolojik yapısı üzerinde derin yaralar açmış, azınlıkların güven duygusunu sarsmış ve sonraki yıllarda demografik ve sosyal yapının şekillenmesinde kalıcı etkiler bırakmıştır.
6-7 Eylül 1955 tarihine kadarki en önemli katliamlar, 1894-96 yılları arasında Hamidiye Alayları’nın Ermenilere uyguladığı kırım, 1909 Adana Ermeni kırımı, 1915 Büyük Ermeni Soykırımı, ve gene aynı yılki Süryani Soykırımı ve 1919-22 arasındaki Pontus Soykırımı, 1934 Trakya Olayları olarak bilinen Yahudi Pogromu, ve 1938 Dersim Kırımıdır. 6-7 Eylül 1955 Olayları ise 1923’de kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin gayrimüslim vatandaşlarına uyguladığı en büyük pogromdur.
Pogromun içeriği ve yayıldığı bölgeler
Bu pogrom sayısı kesin bilinmemekle birlikte yirmi ila otuz arasında kişinin hayatını kaybettiği, 4000’den fazla evin, 1000’den fazla işyerinin, 73 kilisenin, 26 okulun, iki manastırın ve bir sinagogun tahrip edildiği olaylar dizisi olup çoğunluğu İstanbul ve küçük bir bölümü İzmir ve İskenderun kentlerinde cereyan etmiştir.[3] Pogrom ilk olarak Rumları hedef alıp zararın en büyüğüne Rumlar maruz kaldıysa da, hadisenin akışı içerisinde diger Türkiyeli gayrimüslimlerden Ermeniler ve Yahudiler de büyük zarar görmüştür.
Devletin rolü ve kışkırtma
6-7 Eylül Olayları, Türkiye Devleti’nin temsilcisi Demokrat Parti hükümetinin yöneticileri başta olmak üzere, devlet kurumlarından istihbarat teşkilatı, ordu, polis, jandarma ve dönemin mülki amirlerinin bizzat katılımlarıyla tasarlanıp gerçekleştirilmiş bir pogromdu. Olay en üst düzey devlet yetkililerinin bizzat emir vermesiyle başladı. Dönemin Demokrat Parti hükümetinin Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu’nun 1955 yılında patlak veren Kıbrıs meselesini İngiltere ile konuştuğu Londra’dan talimat vermesiyle pogromun düğmesine basılmış ve daha sonrasında lümpen halk yığınları planlı bir sekilde devlet görevlilerinin verdiği talimatlarla bu katliama bizzat iştirak ettirilmiştir.
İç ve dış politika ilişkisi ve 6-7 Eylül olaylarının seyri
6-7 Eylül Olayları, Türkiye’nin iç ve dış politika dinamiklerinin kesişim noktasında şekillenmiş, Müslüman olmayan azınlıkları -özellikle Rumları- hedef alan sistematik bir şiddet ve tahribat sürecidir. Olayların temel motivasyonlarından biri, dönemin Türkiye’sinin Batı Bloku ile uyumlu hareket ederek uluslararası konumunu güçlendirme çabasıydı. Özellikle Kıbrıs meselesi bağlamında, Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini pekiştirme arzusu, iç politikada milliyetçi ve etnik duyguların manipüle edilmesine olanak tanımıştır.
1955 yılı, Kıbrıs’ta Rumların İngiliz sömürge yönetimine karşı başlattığı isyanın arttığı bir dönemdir. İngiltere, adanın stratejik önemini korumak ve Türkiye’yi kendi tarafına çekmek amacıyla Rumların bağımsızlık taleplerini görmezden gelmiş; buna karşılık Türkiye Kıbrıs’taki Türk azınlığı Rumlara karşı kışkırtarak iç politika malzemesi üretmiştir. Bu süreç Türkiye’nin dış politikasının doğrudan iç politikaya yansımasının en somut örneğini oluşturur.
Olayların doğrudan tetikleyicisi, 6 Eylül’de İstanbul’da başlayan pogrom öncesi yaşanan provokatif bir dizi eylemdir. 5 Eylül 1955’te Selanik’te, Milli Emniyet Hizmeti tarafından hazırlanan bir bomba, Atatürk’ün doğduğu eve atılmıştır. Olay, Türkiye’de geniş çapta haberleştirilmiş ve Devlet Radyosu ve gazeteler aracılığıyla Rumlara karşı büyük bir öfke atmosferi yaratılmıştır. Aynı gün, Demokrat Parti hükümeti destekli Kıbrıs Türktür Derneği’nin lümpen kitleleri İstanbul’un gayrimüslimlerin yoğun yaşadığı semtlerine sevk etmesiyle pogrom başlamıştır. Bu süreç, planlı bir şekilde hem fiziksel tahribatı hem de psikolojik baskıyı hedeflemiştir.
6-7 Eylül Olayları’nın arkasında iki tür motivasyon bulunmaktaydı: biri özel, diğeri ideolojik ve tarihsel süreklilik taşıyan genel motivasyon. Genel saik, Osmanlı’nın son döneminde iktidarda olan İttihat ve Terakki kadrolarının ve Cumhuriyet’i kuran elitlerin benimsediği “Türk-Sünni-İslam Sentezi” çerçevesinde gayrimüslimlerin sermayesini Müslüman-Türk nüfusa aktarma ve milli burjuva sınıfı yaratma amacını taşımaktadır. Bu ideolojik çerçeve, tarih boyunca Adana Ermeni Katliamı (1909), Ermeni Soykırımı (1915), Süryani ve Pontus soykırımları, 1934 Trakya Yahudi Pogromu ve 1942-43 Varlık Vergisi gibi uygulamalarda somutlaşmıştır. 6-7 Eylül Olayları da bu ideolojik ve tarihsel sürekliliğin İstanbul’daki tezahürüdür.
Olayın özel saiki ise, Türkiye’nin dış politikadaki emperyalist çıkarlarla uyumlu hareket etme arzusudur. Rumların İngiltere’ye karşı başlattığı isyan, Türkiye’nin Batı Bloğu’na “uyumlu ve güvenilir bir müttefik” imajı vermesi açısından fırsat olarak görülmüştür. İç politikada ise Rum karşıtlığı artırılarak, Yunanistan’ın ve Kıbrıslı Rumların taleplerden vazgeçmesi sağlanmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda, Demokrat Parti hükümeti devlet aygıtını araçsallaştırmış, pogromu hem toplumsal hem de ekonomik baskı mekanizması olarak kullanmıştır.
Olaylar, yalnızca Rumları değil tüm gayrimüslim nüfusu hedef almış ve İstanbul’daki son kalan gayrimüslim ticaret erbabını ekonomik olarak büyük ölçüde tasfiye etmiştir. Dinsel ve kültürel kurumlar ciddi tahribata uğramış, birçok kişi işyerlerini kapatmak veya ülkeyi terk etmek zorunda kalmıştır. Mahkemelerde suçun tespit edilen failleri kısa süreli tutuklamanın ardından serbest bırakılmış, devlet yetkilileri yargılanmamış ve sorumluluk üstlenilmemiştir. Bu durum, olayın devlet eliyle sistematik olarak yürütüldüğünü ve hukukun etkin şekilde işletilmediğini göstermektedir.
Sonuç olarak, 6-7 Eylül Olayları, Türkiye’nin yakın tarihinde devlet destekli şiddetin ideolojik hedeflerle nasıl iç ve dış politika araçlarına dönüştürüldüğünün somut bir örneğidir. Olay, sadece fiziksel tahribat ve ekonomik kayıplarla sınırlı kalmamış, Türk ve müslüman olmayan halkların güven duygusunu zedelemiş, demografik yapı değiştirilmiş ve toplumsal hafızada kalıcı izler bırakmıştır.
6-7 Eylül Olayları, Türkiye’deki resmi devlet ideolojisinin mantığına uygun hazırlanan insanlık suçunun işlendiği kanlı bir politika uygulamasıdır. Bu büyük şiddet hareketi, yalnızca bir grup sivilin eylemi değil, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin yöneticilerinin doğrudan kışkırtmaları ve yönlendirmeleri ile organize edilmiş bir pogromdu. Dönemin hükümeti, sokaklarda halkı kışkırtan ve devletin resmi ideolojisine uygun olarak şiddet uygulayan bir mekanizma kurmuştu. Devlet kendi halkının bir bölümüne karşı bizzat katliam planlamış ve onu fütursuzca hayata geçirmiştir. Devlet açısından tek sorun pogromun boyutlarının uygulamada planlanandan daha büyük ölçekte olması ve bunun sonucunda da dış dünya nezdinde ortaya çıkan prestij kaybıdır.
6-7 Eylül Olayları, 20.yüzyılın başından beri Türkiye coğrafyasında maddi ve manevi büyük kayıplar yaşayan gayrimüslimlerin en azından İstanbul’daki göreli huzurlu yaşamlarını büyük ölçüde tarumar etmiş ve güvensizlik duygusunu had safaya cıkarmıştır. O zamana kadar çokkültürlü bir yaşam geleneğine sahip olan İstanbul, bu tarihten itibaren bu özelliğini yitirmiş ve Gayrimüslim nüfus sonraki yıllarda hızla azalmıştır. Örneğin, 1955’te Istanbul’daki toplam nüfusun yüzde altısını oluşturan 50 bin civarındaki Rum sayısı, yirmi sene içinde sadece birkaç bine indi. O döneme kadar zanaatlerde ve ticaret yaşamında belli bir etkinliği olan gayrimüslimler, bu etkinliklerini büyük oranda yitirdiler. Bu pogromun bir diğer olumsuz etkisi de daha sonraki yıllarda özellikle Alevilere ve Kürtlere karşı yapılacak katliamlara derin devlet aklı nezdinde bir hafıza oluşturmasıydı. Önce 1978’de Maraş’da, sonra 1980 yılında Çorum’da Aleviler pogroma maruz kaldı. Bunu, 90’larda Kürtlerin yoğun yaşadığı bölgelerde yüzlerce köyün yakılması ve on yedi bin Kürdün faili meçhul cinayetlere kurban giderek kaybolması, 1993 Sivas Katliamı ve 1995 Gazi Olayları izledi. Günümüzde de ne yazik ki, Türk- Sünni İslam sentezci resmi devlet ideolojisinin makbul saymadığı halk ve inanç grupları geçmiş katliamların gölgesinde kendilerini hiçbir zaman tam güvende hissetmeden, tedirginlik içinde yaşamaya devam ediyor.
[1] Dönemin Demokrat Parti Dışişleri Bakanı, Fatin Rüştü Zorlu’nun bu telgrafını dönemin diplomatı Coşkun Kırca Yassıada Sorgulamaları sırasında söylüyor. Bakınız: 6-7 Eylül Olaylarında Neler Yaşandı? | 1955 | 32. Gün Arşivi – YouTube
[2] Eski Özel Harp Dairesi yöneticilerinden emekli orgeneral Sabri Yirmibeşoğlu’nun konuyu araştıran gazeteci Fatih Güllapoğlu’na 6-7 Eylül Olayları ile ilgili yaptıgı yorum. Bakınız: 55 Yıl Sonra 6-7 Eylül Olayları – Nazlı Doğuoğlu – bianet
[3] Güven, Dilek. 2006. Cumhuriyet dönemi azınlık politikaları ve stratejileri bağlamında, 6-7 Eylül olayları. İstanbul: İletişim Yayınları.