HAKAN GÜRGEN yazdı: 19 Mayıs, yalnızca Türk Cumhuriyet’in bir sembol günü değildir, aynı zamanda diasporadaki Pontosluların da sembol günüdür. Birisi için kuruluş, kurtuluş başlangıcı olan, diğeri için ölüm, yok olma, tecavüz, malına zorla el koyma, sürgün gününün sembolüdür. Komünistler bu sembollerden hangisini benimseyip, içselleştirebilirler?
HAKAN GÜRGEN
Yıldönümleri.
Kurulan yeni hayatların, ya da ölümün, yitirilişlerin yıldönümleri.
Mutlu-kutlu olayların yıldönümleri veya acı dolu geçmişin yıldönümleri.
“19 Mayıs” bunlardan hangisine dair sayılmalıdır?
Yine bir 19 Mayıs.
Ülkenin resmi bayramı olan 19 Mayıs, bir kısmımızca hasretle, sevgiyle kutlanmak istenirken, şimdi iktidar olmuş İslami dincilik, bu bayramın “tad” vermemesi için, Cumhuriyetin kurucu sembolü olarak nefret ettiği bu bayramın kutlanmasını, binbir gerekçe ile engellemeye, olmazsa sündürmeye çabalıyor.
Modern Türk kimliğinin bir ögesi, birarada oluşumuzun yapı taşlarından biri, bir tür temel harcı olarak anlatılan 19 Mayıs'a yönelik paradigma/efsane/öykü, anlaşılmaktadır ki, “ortak değer” olarak görülmemektedir, kabul edil(e)memektedir.
Bu bağlamda, laik/seküler ve de Cumhuriyetçi çeperin,19 Mayıs içinde olmak üzere “kuruluş hikayesi”ne sıkı-sıkı sarılması, diğer cenahın ise aynı olgu ve tarihi lanetlemesi, olmazsa önemsizleştirmesi, ya da aşındırması adeta olağanlaşmıştır.
Bu ayrımın, bu bölünmenin su üstüne çıkardığı gibi: Ülkede “ortak değerlere” sahip olmadığımız, ortada bir “milli ruh”un falan bulunmadığı görülmektedir.
Günümüzde Ukrayna'da yaşanan durum, ülkede yaşanan bu “yarılma”yı andırmaktadır.
Ukrayna'da şimdi, halkın bir yarısı ikinci dünya savaşının partizanlarını ve Kızıl Ordu’yu onurlandırırken, diğer yarısı ise lanetlemektedir.
Ukrayna'da iktidar ortağı olan SWOBODA ve Sağ Sektör, Partizanların ve Kızıl Ordu’nun kahramanca savaştığı ve yendiği Alman işbirlikçisi, ayrıca Yahudi, Polak (Polonyalı), Çingene ve diğer halkların evlatlarını ve elbette komünistleri katleden faşist ordu UPA, onun siyasal kolu OUN türü örgütleri ve onların önderi Stepan Bandera'yı günümüzde yeniden onurlandırmaktadır.
Ukrayna'da bu tarihsel “bölünme”, ilk ciddi “viraj”da arabanın devrilmesine ve Ukrayna'nın tam ortadan yarılmasına ayrıca zemin sunmuştur.
O halde, bu “sorunlu paradigma”ların diş macunu gibi, tüp'ten çıktığında geri sokulamayacağını, “cin” şişeden çıkınca bir daha şişeye geri dönmeyeceğini düşünebiliriz.
Özetle, bu tür sorunlar, “tarihçilere bırak”ılamacak kadar derin ve ciddi konulardır.
Bu sorunlardan kaçmadan, ertelemeden onlarla başa çıkmayı bilmemiz gerekmektedir.
Dönelim 19 Mayıs'a…
Peki, günümüzde bir ucu “yaşam tarzı”na kadar uzanan, ülkenin kurucu kod'larını farklı anlamak üzerinden yaşanan bu bölünme “sahici”midir?
Bu konuda, devrimci sosyalistler açısından sözkonusu olguya yönelik söylenecek ilk söz belki de: “bölünmenin doğru yerden” olmadığıdır.
Bu bölünmenin nereden olması gerektiğine dair bir ipucunu, aynı zamanda, devrimci sosyalistlerin “19 Mayıs” ile sembolleşen tarih anlayışına nasıl farklı bakmakta olduklarının örneğini, dün itibarı ile bizim çeperin iki ayrı internet gazetesinde gördük ve okuduk.
Bu yazılardan biri: Sol Portal’da yayımlanan TKP'nin 19 Mayıs açıklamasıydı.
Diğeri ise Tuncay Yılmaz'ın “19 Mayıs 1919 Karadeniz (Pontos) Rumlarının simgesidir” başlıklı yazıydı.
TKP'li yoldaşlarımız bildirilerinde: “ikinci kurtuluş savaşı hayalleri görmüyoruz” diyerek öncelikle bizlerin ortak mirasımıza ait sayıp, sahiplendiğimiz örneğin THKO ve THKP-C'nin görüşlerinin bu anlamda aşıldığını net bir biçimde ortaya koyuyorlar.
TKP'li yoldaşlarımız: “kapitalizm koşullarında artık hiçbir sınıf milli değildir” sözü ile de, milli hülyalar görülmesine karşı kesin bir hat çekiyorlar.
TKP'li yoldaşlarımızın bildiri içinde dile getirilen çoğu görüşleri, “emperyalizm ve ‘milli’ zırhı ardına sığınan sermaye” üzerine söyledikleri, sosyalist devrimcilerin mutlaka söylemeleri gerekenlerdir.
Ben, TKP bildirisi ile hemfikir olmadığım bir noktayı tartışmak istiyorum.
TKP bildirisi: “19 Mayıs 1919'un ulusal kurtuluş mücadelesinin sembolik başlangıç günü olarak kutlanması ise şüphesiz doğrudur” demektedir.
Ben ise, tam da bunun, böyle yapılmasının doğru olduğu ile ilgili “şüphe“ içindeyim.
TKP bidirisinde dile getirilen “19 Mayıs'ın ulusal kurtuluş için sembol” olarak alınması, yanı sıra, bizim çevrelerde yaygın benimsenmiş bir diğer görüş -onun aslında bir başka versiyonu olarak- “1921 Meclis'ini ortak/yeni yaşam için örnek” sayma bakışıdır.
Bu her iki görüşün de görmediği ya da önemsizleştirdiği; topraklarımızın Hristiyan halklarına karşı uygulanan, zoraki asimilasyon, asimilasyon, katliam, zorla el koyma ve sürgün/ mübadele politikalarının tam da bu “tarihsel an”a sıkışmış olduklarıdır.
Tuncay Yılmaz'ın söz konusu makalesinde vurguladığı gibi: “Soykırımı da nereden çıkartıyorsunuz, yok öyle bir şey” efelenmesinin ipliği iyice pazara çıkınca, şimdi de olan biten her şey “Genç Cumhuriyet” öncesine, Abdülhamid'in ve İttihat Terakki'nin sırtına yıkılarak temize çıkmak isteniyor”.
19 Mayıs, yalnızca Türk Cumhuriyet’in bir sembol günü değildir, aynı zamanda diasporadaki Pontosluların da sembol günüdür. Birisi için kuruluş, kurtuluş başlangıcı olan, diğeri için ölüm, kan, yok olma, tecavüz, malına zorla el koyma, sürgün gününün sembolüdür.
Komünistler bu sembollerden hangisini benimseyip, içselleştirebilirler?
Aynı dönemin, aynı olgunun, aynı olaylar dizininin içinden kendisine göre bu denli farklı iki sembol üreten halkların birinden birini tercih etmek söz konusu olmayacağına göre, şimdi biz komünistlerin kendi “hat”larını belirlerken, bir durup düşünmesi beklenmelidir.
“Ne katliamı?” “Şimdi de başımıza Pontos mu çıktı?” denmiyorsa, yapacak çok işimiz var demektir.
Tıpkı, “ikinci Kurtuluş savaşı” ideolojisini aştığımız gibi, ama bunu yaparken, devrimci sosyalistlerin ortak tarihsel mirasına, bayraklarımıza o dönemden ihtilalci ögeleri hilafsız yazdığımız gibi, şimdi de, bu netametli konuda, kendi tarih bakışımızı cüretle sorgulayabilir, geçerli paradigmamızdan şüphe duyabilir, onu aşabiliriz.
Bunu başarabiliriz.
Dostça tartışabiliriz.
Buna cüret edebiliriz.