Sosyalist Yeniden Kuruluş Partisi (SYKP) Eş Genel Başkanı Tuncay Yılmaz ETHA’da yayınlanan röportajında Muammer Güler’in açıklamalarına yanıtlar veriyor.
Röportajın tamamı:
Tuncay Yılmaz, yaşananları “İnsanın ellerini havaya açıp ‘evlerine ateş salınsın, kırmızı yuvarlak içlerine alınsın, okla hırsız diye işaretlensin’ diye beddua edesi geliyor ama bizim tarzımız değil” dedi.
Sizin de ceza aldığınız Devrimci Karargah davasında avukatlarınız ve sizler davanın komplo olduğunu ifade etmiştiniz. Bu eksen etrafında, Muammer Güler’in sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye siyasi arenasında son on yıldır yaşanan gelişmelerde, best seller absürt roman dizisi çıkartacak malzeme bulmak mümkün. Devrimci katili Hanifi Avcı’dan sonra, halk düşmanı Muammer Güler’le de ‘yoldaş’ olacağız bu gidişle! İtirazlarımıza rağmen bizimle aynı salonda yargılanmak istenen Avcı bir duruşmada ‘Hayatımı teröristlerle mücadele için bu devlete verdim, bana yapılan muamele ağırıma gidiyor’ deyip ağlamıştı. Bizlerin davanın başından bu yana ortaya koyduğumuz gerçekler komplonun tüm zeminini çökertmiş olsa da oynanan oyunun rezilliğini Avcı’nın yakarışları daha iyi anlatıyordu. Daha sonra bizden ayrı salonda yargılanmaya devam eden Avcı dava boyunca biz ‘teröristlerle’ mücadele etmek için devlete ne gibi hizmetler verdiğini anlattı durdu. Avcı bizleri avlamak için geliştirdiği tekniklerle avlanmıştı. Sonuç, benim de 9,5 yıl ceza aldığım örgüte yardım yataklıktan ceza aldı. Şimdi de benzer sızlanmaları Muammer Güler’den duyuyoruz. Başta devrimcilere, sosyalistlere, Kürt hareketine olmak üzere tüm muhaliflerine yönelik kullandıkları yöntemlerle şimdi kendileri yargı ağına düşürülmüş durumdalar.
Tekel işçilerinin direnişini ziyaretinde benimle Mahir Sayın arasında geçen “-Neredesin/ Maydanoz Kafede” konuşmasından şifreli konuşmalar çıkaranlar, şimdi telefon TAPE’lerindeki cımbızlamalara feryat ediyorlar. Daha mahkeme tutuklama kararını açıklamadan televizyonlarında kırmızı yuvarlak içine alıp okla ‘işte teröristler’ diye haber yapanlar, olanı biteni tuzak diye değerlendiriyorlar.
İnsanın ellerini havaya açıp ‘evlerine ateş salınsın, kırmızı yuvarlak içlerine alınsın, okla hırsız diye işaretlensin’ diye beddua edesi geliyor ama bizim tarzımız değil.
Biz hesabımızı mahşere bırakmayacağız. Bu ülkenin ezilenleri ve emekçileri elbet yeni ve eski iktidarların zulümlerinin hesabını soracak, zalimlerinin defterini dürecek. İnanmayan dünya tarihini okusun! Dünya tarihi böyle hesaplaşmalarla dolu. Ne muktedirler, ne diktatörler, ne firavunlar hesap vermek zorunda kaldı halklarına. Elbet bu bezirganlar da halka karşı işledikleri suçlardan sonra çıkacaklar sanık sandalyesine.
Gaye adıyla düzenlenen MLKP davasında, KCK davalarında ve Devrimci Karargah davaları başta olmak üzere, siyasi tüm davaların bu aşamadan sonra hükümsüz olduğu söylenebilir mi?
Sadece MLKP, KCK, Devrimci Karargah davaları değil, AKP hükümetinin 2006 yılında değiştirdiği Terörle Mücadele Yasası’na dayanarak görülen siyasi davaların tamamı yok hükmündedir. Sosyalistler, devrimciler olarak, ‘düşman hukuku’na dayandırılarak görülen bu davaların adaletsizliğini her fırsatta dile getirdik. Ancak şimdi sadece bizler nezdinde değil, tüm kamuoyu nezdinde bu davaların ne kadar kurmaca davalar olduğu ortaya çıkmış durumda. Kendi yayın organlarımız dışında bu komplo davalarını anlatabilecek mecralar bulamazken, şimdi çarşaf çarşaf kendi gazetelerinde, televizyonlarında bu tür davalarda kullanılan usulsüzlükleri, sahte tanıkları, üretilmiş delilleri konuşuyorlar. Hiç utanmadan, sıkılmadan bizleri yargıladıkları davaların da aslında nasıl komplo davalar olduklarını söyleyip, bu komploların düzenlenmesinde suçu birbirlerine atıyorlar. Ahmet Şık’ı, Nedim Şener’i ne kadar sevdiklerini anlatıp rezilliğin dibine vuruyorlar.
Yargının bu kadar siyasallaştığı ve üst üste müdahalelerin yapıldığı süreçte sizlerin kararlarında nasıl bir değişiklik olabilir? Bu konuda neler yapılabilir?
Şimdi tüm ipliği pazara çıkmış mevcut yargı sisteminin sadece mevcut muktedirlerin iktidar savaşına hizmet edecek sınırlarda gündeme gelmesini engellemeliyiz. Bu davaların aslında başta devrimciler olmak üzere tüm AKP muhaliflerine yönelik komplo davalar olduğu gerçekliğini kamuoyunun bilincinde açık hale getirmeliyiz. Düşman hukukuyla görülen komplo davaların tamamı (Ergenekon, Balyoz, Odatv, Casusluk davası da dahil) yeniden görülmeli ve herkes adil yargılanma hakkından yararlanmalıdır. Elbette bu davaların içeriğine ilişkin tartışmalar ayrı bir konudur. Bu davalar kapsamında gerçekten de halklarımıza karşı suç işleyenler vardır ve onlar asıl bu suçlarından dolayı yargılanmalıdır. Ancak onların bile adil yargılanma hakları olmalıdır. Sahte deliller, yalancı tanıklarla bitirilmiş davalar yok hükmündedir.
Belirtmemiz gerekir ki; hukuk sistemi ve yargı mevcut haliyle kaldığı sürece adil yargılama da yapıl(a)mayacaktır. Köklü bir değişime ihtiyaç var. Ve bu değişimi burjuva siyaset dünyasının mevcut alternatiflerinden biri değil, ancak ezilenlerin ve emekçilerin gerçek iktidarı sağlayabilir. Bir yandan bunun için mücadelemizi sürdürürken, diğer yandan da mevcut sistem içerisinde kazanımlar elde etmeyi, verilmiş kararları bozmayı, kesilmiş hükümleri yok hükmünde saydırmayı başarmalıyız. Bunun için de tek yolumuz, merkezinde devrimci demokrasi güçlerinin olduğu en geniş mücadele birliğini sağlamaktır.
İktidar çatışmasına dair tepkiler sürüyor. Gezi Ayaklanması süreci bu çatışmaları nasıl etkiledi?
Gezi İsyanı AKP’nin sarsılmaz sanılan iktidarına vurulan ikinci büyük darbedir. Bu darbelerden birincisini şüphesiz Kürt özgürlük hareketi vurdu. Bütün uluslararası desteğine ve teknik üstünlüğüne rağmen Kürt halkının özgürleşme mücadelesini yenemeyen AKP, ilk olarak bu gerçekliği kabul etmek ve geri adım atmak zorunda kalarak muktedir duruşundan taviz verdi. Şimdi güncel değil ama hafızalar biraz zorlanırsa basılan sığınaklar, reklam filmi gibi düzenlenmiş PKK operasyonları, yoğun psikolojik savaşla Kürt hareketi ‘Bitti bitecek’ olarak sunuluyordu. Ardından Kürt hareketi 2012 yılında tarihinin belki de en güçlü atılımını gerçekleştirerek bu havayı tuzla buz etmiş ve AKP’yi başka bir yola girmek zorunda bırakmıştı.
Gezi İsyanı da bu anlamda ikinci büyük darbe oldu AKP iktidarına. Şayet milyonlar dökülüp, ölüm dahil her türlü bedeli göze alarak isyan etmeselerdi ulusal ve uluslararası sermaye AKP’yi gözden çıkartmayabilirdi. Kimi pürüzlere rağmen, yeni bir oyun kurmak yerine AKP’yle devam etmeyi tercih edebilirlerdi. Ancak AKP hükümeti uluslararası alanda olduğu gibi halk nezdinde de bu kadar yıpranınca, yeni rejimin inşasının tamamlanmasının yanı sıra, sistemin bekasını da göz önünde bulundurarak yeni alternatifler yaratma sürecini hızlandırmak, öne almak zorunda kaldılar.
Şöyle düşünelim, hayat 31 Mayıs’tan önceki gibi akmış olsaydı. Yani Bayburt ve Bilecik hariç bütün illerde isyan ateşi yanmamış olsaydı. Sermaye AKP’nin üzerine bu kadar gider miydi? AKP’yi bu kadar hırpalayacak meşruluğu yaratabilir miydi? Benim cevabım, hayır.
Gezi isyanı yeni rejimin kuruluşunu durduramamış olmasa da güçlü bir uyarı, ayar vermiştir. Artık bu dikkate alınmadan süreçler yönetilemez.
Bize düşen ise bu uyarıyı dönüştürücü somut ve örgütlü bir güce çevirecek hazırlıkları yapmaktır. Sermaye yeni rejim içerisindeki alternatiflerini yaratırken, ezilenlerin ve emekçilerin bağımsız alternatifini yaratmaktır. Bunun için en büyük güç birikimi şimdilik HDK/HDP etrafında oluşmuştur. Bu birikimle yetinmeyelim, tüm devrimci demokrasi güçlerini birlikte hareket ettirebilecek yol ve yöntemler bulmak zorundayız. Ancak o zaman seyirci ve yorumcu konumundan kurtulup Gezi İsyanı’nın dönüştürücü gücünü olması gereken sonucuna ulaştırabiliriz. Bunu yapmaya başlayabilmek için gücümüz de, birikimimiz de, vizyonumuz da mevcut. Yeter ki kendimize güvenimiz tam olsun.
Etkin Haber Ajansı (ETHA) – Semiha Şahin