“Toplumun gündemini belirlemek için elinde sınırsız maddi imkan ve araç barındıran Saray, çatır çatır Anayasa tartışmaya hazırlanırken; bu girişim, elimizdeki bir kaç işaret fişeğini, insanların belki bir kez okuyacağını bile bile, gökyüzüne “ama bir dakika, bu koşullarda anayasa tartışılmaz, önce demokrasi istiyoruz” yazmak için kullanmak istiyor.
A. HALUK ÜNAL
Yeni bir anayasa yazmak, ülkenin toplumsal sözleşmesini ve devletin mimarisini yeniden yazmaktır.
Anayasalar, demokrasi mücadelesi teriminin ima ettiklerinden de çok daha kapsayıcı; bir o kadar da somut metinlerdir.
Yeni anayasa yazmak, özellikle bu topraklarda 1300 yıl sonra yeniden bir Medine Sözleşmesi yazmaktır.
Bir toplum anayasa yapılmasına rıza gösteriyorsa; ortak fayda tanımı ve bir arada yaşama esaslarında köklü bir değişiklik yapılmasının gerekli olduğunu düşünüyor, açık veya örtük kabul ediyor demektir.
Türkiye toplumu, 96 yıl sonra ilk kez öyle ya da böyle bir anayasa yazmanın eşiğine gelmiş durumda.
96 yıllık yolculuğunda bu ilişkinin bir ayağı hep karakolda oldu.
Karakolda barıştırılıp eve yollanan çiftler gibi idare ettik.
Çok açık ki, artık idare etmenin imkanı kalmadı.
Ya sözleşmeyi köklü biçimde yenileyeceğiz, ya da Suriyeleşeceğiz.
Üstelik bu, makul ve mantıklı bir müzakere de olacak gibi görünmüyor.
Evin serkeş, asalak erkeği şiddet, güç, yalan, her yolu deniyor, hem mertçe kavga etmiyor hem de her tür hileyi yapıyor.
Bir deste kart, karıp karıp, her dizilime, anın gündeminden ilhamla “yeni” isimler verip duruyoruz. Ama bütün STK yöneticilerinin bir yıldır çok iyi bildiği “kitlenin üzerine ölü toprağı serpilmiş hali” değişmiyor.
Ben malum ezberlerimizle, Barış Bloku’nu bozar, Demokrasi bloku yaparız, diye beklerken, geleneksel yönde atılmış adımlardan birisi önceki gün “bu koşullarda anayasa tartışılmaz, önce demokrasi” başlığıyla bir imza metni olarak elime geçti.
Geçenlerde de 250 STK’nın benzer içerikte basın toplantısı haberini okumuştuk.
Bu kez aynı içerikte ama bireyleri baz alarak yola çıkmış bir hareket söz konusu.
Yani toplumun şu %80’lık kesimini uzaktan yakından ilgilendirmeyen (demokrasi talebi), %10‘luk HDP kitlesi ile, kalan yüzde onluk duyarlı, demokrat insanın buluşması projesi.
Metnin üslubuna, kullandığı sözlüğe baktığımızda, yazanların zaten hedef kitle olarak halkı değil, “solun okur yazarlarını” hedef aldığını da anlıyoruz.
Toplumun gündemini belirlemek için elinde sınırsız maddi imkan ve araç barındıran Saray, çatır çatır Anayasa tartışmaya hazırlanırken; bu girişim, elimizdeki bir kaç işaret fişeğini, insanların belki bir kez okuyacağını bile bile, gökyüzüne “ama bir dakika, bu koşullarda anayasa tartışılmaz, önce demokrasi istiyoruz” yazmak için kullanmak istiyor.
Tartışmayı aşamalandırmak istiyor.
Bunu yaparken en önemli gerekçelerden birisi kürsülerimizin olmayışı.
Ben şöyle anlıyorum. Kürsüsü olmayanlar, tartışmanın kendisine katılamayacak, katılsa sürüklenecek, ama tartışmayı aşamalandırmaya yetecek gücü toparlayabilecek?
Paradoksal değil mi? Paradoksal taktikler, vicdan soğutmaktan öte sonuç vermez.
Imza listesine baktığımda (ki bir kaçıyla da, benim bilmediğim, görmediğim birşey vardır belki, sonuçta iyi niyete haksızlık etmeyeyim, diyerek konuştum) çoğunluğu tanıdık imzalar. Hepsine kefil olurum.
Ama insanlar girişime, iyi niyet ötesinde bir anlam yüklememiş durumda. Yani konuştuklarımda siyasi heyecan yaratmamıştı. (Bende de heyecan yaratmadı. Ahlaki bir imzayı da faydalı bulmadım.)
Bu kez bireyleri baz alan bir girişimle karşı karşıya olsak da, kurumları baz alan geçmiş blok deneylerinden öteye geçeceği çok şüpheli.
Sonuçta artık kaçarı yok; bu Cumhuriyet yeniden yazılacak ve yapılandırılacak, devletin özü (tipi) değişmese de biçimi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez köklü ve kalıcı olarak değişecek.
Biz ya bu tartışmanın tarafı ve öznesi olacağız ya da izleyicisi.
Bu nedenle aşamalandırmak gibi geniş kitlelerce anlaşılmayacak ve karşılık bulmayacak taktikler yerine doğrudan anayasa tartışmasına olabilecek azami etkiyle girmek, en sağlıklı yoldur.
En azından tarihe not düşülür ki, toplumun yüzde şu kadarı da alternatif anayasayı savunuyordu.
İkinci olarak, Saray, her halükarda kullandığımız dil itibariyle “yeni” sıfatını hakeden bir metinle tartışmaya katılacakken, bizler 12 Eylül anayasasını savunuyor durumuna düşebiliriz.
Solun geleneksel ezber ve terminolojisinden türetilmiş stratejilerin düşeceği durum bu.
Bu durumun bizi ulusalcıların ve CHP‘nin -bırakın dümen suyunu- nasıl koç başı yaptığını, “seni başkan yaptırmayacağız” taktik hamlesini, fiili bir seçim stratejisine dönüştürerek, gördük.
Cumhur başkanlığı kampanyasındaki son derece doğru stratejinin ve kazanımların, önce Haziran’da, sonra Kasımda nasıl çöpe gittiğini de gördük.
Sürüklendiğimiz yer ÖDP’nin “inadına devrim ve aşk” serisine devam etmek oldu?!
Burada yeri gelmişken KÖH’ün de sıkça aynı hatayı yaptığını söylemeden geçmek olmaz.
Değerli arkadaşlar, Bakur’da Rojava’da yapmadığınız hatayı, Batı Türkiye’ye geldiğinde yapabiliyorsunuz?
Hadi bizim CHP yi konumlandırma ve tanımlama konusunda Kemalist/Stalinist fıtratımızdan kaynaklanan tortularımız var. Çoğunluğumuz artık Stalinist değilse de hala Leninist ve şabloncuyuz.
Peki, DTK veya TEV-DEM böyle bir politika izlese bir adım ileri gidebilir miydi?
Esatçı bir partiye CHP ye yaptığınız dost, potansiyel müttefik muamelesi yapsanız ne olurdu?
Niçin “üçüncü yol” adı verdiğiniz bir siyaset izlediniz de, anti Esat bir çizgiyi yeğlemediniz?
Neden “Esat seni başkan yaptırmayacağız, orada tutmayacağız” diye politika yürütmediniz?
Neden, Dünya’nın en güzel anayasasını yapıp , ekonomi politikası, eğitim ve sağlık politikası geliştirmeye başladınız?
Anadolu solunun da bir toplumsal vaade ihtiyacı var.
Muhalefet bloku iktidara kadar büyüsün istiyorsak, kitlelerin rıza vereceği bir vaade ihtiyacımız var.
Toplumsal çimento unsuru, gündelik hayatımızda diş sızısı gibi hissedilmiyorsa, çimento filan olamaz.
Kimlikler çimento olur. Ama kapsadıkları kadar insanın çimentosu olur.
Örneğin Kürt meselesi böyledir. Hem tarihseldir, hem güncel; hem teoriktir, hem çok somut ve pratik.
Rojava Anayasası da böyle hem tarihsel, hem teorik bir alt metne yaslanıyor, hem de son derece somut ve pratik. Herkes vaat ve vaaz ettiği faydaları anlayabiliyor. Rojava’nın geleceğine dair çok somut bir vaat ve proje sunuyor.
Türkiye’de de bun ihtiyacımız var.
(Önce de yazmıştım, “Yeni yaşam, Büyük İnsanlık” güzeldi, doğruydu, ama bir o kadar da soyut ve romantikti. Programlaşmamıştı. Yani sokaktaki insana tercüme edilmemişti.)
Ayrıca 52 milyon seçmenin kaçta kaçı “evladı ayal” den önce demokrasi diyor?
Kaçta kaçı, ekonomiden önce, insan hakları diyor?
Kaçta kaçı, sağlık ve eğitimden çok, çalışma yasalarını önceliyor?
Bu gün beğenelim beğenmeyelim, Erdoğanizm toplumun önüne bir gelecek tasavvuru, bir kimlik ve vaat koyuyor. %49 da bunu satın alıyor. (Hitler de, Peron da, Pol Pot da toplumlarının zaafları, komplexleri, ukdelerine hitap eden bir teklifle güçlü bir rızayı elde ettiler.)
Bizim işimiz daha zor, hilesiz, yalansız ama gerçek ve somut, milyonların anlayacağı ve heyecan duyabileceği bir gelecek teklif edebilmek zorundayız.
Kısacası, adına ne dersek diyelim; demokratik cumhuriyet anayasası da diyebiliriz, mavi veya beyaz anayasa da diyebiliriz.
Ama bu tartışmada Saray’ın anayasasına karşı, demokratik bir cumhuriyet mimarisini sokaktaki insanın anlayacağı bir dilde ortaya koymamız şart.
Bu mesele demokrasiden de, Kürt meselesinden de, insan haklarından da çok daha büyük, kapsayıcı, politik, üstelik somut ve pratik bir meseledir.
Mevcut parlementerimsimtırak sistemi mi savunacağız? Alternatif bir metni yani somut bir çıpası olmayan fiilen buraya sürüklenecektir.
Erdoğan Başkanlık sistemini kendi fiili yönetimini ebedileştirmek için istiyor, Putin gibi.
(Bunu küresel sermaye de sever. Otokratik sistemlerde satın alma, rüşvet maliyetleri düşer, dalavere riski azalır, gizlilik kolaydır.)
Peki bizim elimizdeki parlementer sistemin savunulabilecek hali var mı? Yok!
Bunu savunmaya savrulursak siyasi kaybımızın ne olacağını görebiliyor musunuz?
Yeni iktidar blokunun anayasasına karşı mevcudu kim savunacak? CHP ve MHP.
Onların da “derinlerden” kulağı çekildiğinde ne yapacaklarını artık bilmiyoruz, ayrıca?
Eğer doğrudan anayasa tartışmasına girmez de demokrasi cephesi gibi, kısmi veya örnekteki gibi, tartışmayı aşamalandırmaya çalışan bir yaklaşım benimsenirse, çok önemli bir gündemi ve fırsatı kaçırmış olacağız.
O halde mevcudu savunma tehlikesini bertaraf edecek olan da yine alternatif bir anayasa metnidir.
Devletçilik, merkeziyetçilik karşısında Adem-i merkeziyetçilik.
Cinsiyetçilik karşısında, eşitlik için kadın ve LGBTİ den yana olmak.
Doğaya egemenlik/endüstriyalizm karşısında ekolojiden, doğa insan uyumundan yana olmak. Tekçiliğe karşı çoğulculuktan yana olmak.
Ekonomik tekelcilik ve neo liberalizme karşı demokratik iktisat ve planlama.
Şeriatçılığa karşı sekülerizm.
(Buna bir de mutlaka yüksek teknoloji ve inovasyonu eklemenin gerektiğine inanıyorum.)
Bunlar benim anlayışım içinde en temel ilkelerimiz.
Bana göre bu ilkelere göre kurulmuş bir yaşam, yarını bu güne içkin (mündemiç) hale getirmektir.
Bu ülkenin ve Ortadoğu’nun üçüncü yolunun “teşkilat-ı esasiye” sini, müslüman Dünyanın Medine sözleşmesini çağa ve yerele uygun olarak yazmak istiyoruz.
Sonuç olarak ne anlatacağımız belli, önemli olan nasıl anlatacağımız?
Bireylerin öncülük ettiği, diğer bütün partilerin tabanına doğru genişlemeyi hedef alan, partiler üstü, kitlesel bir anayasa hareketi, ve bunun koordinasyonunu yapacak bir meclisler zinciri en acil ihtiyaç.