Karayip Denizi son haftalarda askeri gerginliklere sahne oluyor. ABD, Başkan Donald Trump’ın talimatıyla Venezuela sınırını denizden kuşattı. ABD donanmasının ‘uyuşturu kaçakçılığıyla mücadele’ kapsamında bölgede bulunduğu öne sürülürken, Washington yönetimi Venezuela Devlet Başkanı Nicolás Maduro’yu ‘uyuşturucu karteli lideri’ olarak nitelendirdi. Bu durum, haliyle ABD’nin olası bir savaşı kışkırtıp kışkırtmadığını gündeme getirdi.
Petrol zengini Latin Amerika ülkesi Venezuela uzun zamandır ABD’nin öncülük ettiği ekonomik yaptırımlarla mücadele ediyor. Ekonomik kriz, korkunç biçimlerde hayatın her alanında hissediliyor. Bugün ise ABD yığınağı ile birlikte ‘ulusal seferberlik’ ilan edilmiş durumda.
Maduro yönetimine gelen eleştiriler ise sadece ‘sağ kanada’ ait değil. Başından beri Hugo Chávez’in koalisyonunda yer alan Venezuela Komünist Partisi (PCV), farklı bir perspektifle Maduro yönetimini eleştirenlerden. Parti aynı zamanda ABD müdahalesine de şiddetle karşı. Biz de bu sebeple anti-emperyalizm hattının Venezuela’da nereden geçtiğini PCV Merkez Komitesi Siyasi Büro üyesi Neirlay Andrade ile konuştuk.
“Yaşananlar bir ‘uyuşturucu’ hikayesi değil”
Güncel durumdan söz ederek başlayabiliriz. PCV olarak ABD’nin Venezuela’ya yönelik son saldırganlığını nasıl değerlendiriyorsunuz? Neler yaşanıyor? Gerçekten de bu bir ‘uyuşturucu kaçakçılığı’ sorunu mu, yoksa Washington’un başka gerekçeleri mi var?
Washington’un meşrulaştırma çabasının aksine ABD’nin Venezuela’ya yönelik son saldırısının, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadeleyle hiçbir ilgisi yok. Bu, ‘Monroe Doktrini’[1] mantığı altında ilerleyen ve Latin Amerika-Karayipler üzerindeki emperyalist kontrol ve egemenlik politikasının yeni bir aşamasıdır. Bu politikayla tarihsel olarak halklarımız askeri müdahalelerle, dayatmacı diktatörlüklerle, ekonomik ablukalarla karşı karşıya kaldı. Halklarımız Plan Condor[2] ile Plan Colombia[3] gibi suç planlarının kurbanı oldu.
Karayip sularında iki gemiye düzenlenen son saldırılar bunu kanıtlar nitelikte. Trump’ın açıklamalarına göre 14 kişi acele infazlarla öldürüldü —iddia edilen uyuşturucu kaçakçılığı bağlantılarına dair hiçbir kanıt olmaksızın. Uluslararası kurumlar tarafından acilen soruşturulması gereken insanlık suçları olarak değerlendirilmesi gereken yargısız ve sınır ötesi infazlarla karşı karşıyayız.
Bu saldırganlığın başlangıçta Venezuela hükümetinin sözcüleri tarafından sorumsuzca reddedildiğini vurgulamak önemli; bu da emperyalist tehdide karşı bir belirsizlik ve kırılganlık unsuru katıyor.
Tırmanan gerilimin asıl nedeni uyuşturucu kaçakçılığı değil, ABD’nin yükselen güçlerle yaşadığı anlaşmazlık. Washington, çeşitli şekillerde tekelci çıkarlarını güvence altına almaya çalışıyor: Nicolás Maduro’ya, petrol şirketi Chevron’a yaptığı gibi, ABD sermayesine taviz vermeye devam etmesi için baskı yapıyor[4], rejimin parçalanmasını kışkırtarak María Corina Machado tarafından temsil edilen en gerici sağcı uşaklarının iktidara gelmesini kolaylaştırmak istiyor. Machado ve beraberindekiler bugün ülkemize karşı yapılan askeri müdahaleleri ve kriminal yaptırımları ısrarla destekliyor ve sorumsuzca ‘Venezuela’nın yarımküre güvenliği için bir tehdit oluşturduğu’ fikrini sorumsuzca savunuyor.
Bu sırada Venezuela halkı, üç faktörün sonucu olarak yıkıcı bir ekonomik durumla karşı karşıya: Kapitalist kriz, emperyalist yaptırımlar ve Venezuela Birleşik Sosyalist Partisi (PSUV) liderliğinin halk ve işçi karşıtı politikaları. Bu politikalar maaşları ve işçi haklarını ezdi, sendika liderlerine, insan hakları savunucularına, siyasi ve sosyal eylemcilere yönelik zulüm, baskı ve kriminalize etme eylemlerine yol açtı.
PCV olarak, emperyalist saldırganlığa karşı ulusal egemenliğin gerçek savunmasının ancak demokratik özgürlükler tam olarak geri getirilirse, haksız yere tutuklananlar serbest bırakılırsa, sendika ve siyasi harekete yönelik baskı sona ererse, siyasi partilerin yargılanması durdurulursa, mücadeleden dolayı hapse atılanlara af çıkarılırsa, Ulusal Seçim Konseyi yenilenip yapılacak köklü değişikliklerle şeffaf seçimler gerçekleştirilirse mümkün olacağını ileri sürüyoruz.
Ancak şunu açıkça belirtmek istiyoruz: PCV, ‘Venezuela topraklarının yabancı askerlerce işgali’ senaryosuyla karşı karşıya kalınması halinde, Venezuela halkının ve vatanın çıkarlarını savunmak için gerekli örgütsel biçimleri benimseyerek siyasi taktiklerinde köklü bir değişikliğe gidecektir.

“Venezuela sosyalizme doğru ilerlemiyor”
Maduro hükümetine yönelik tutumunuzu biraz daha açar mısınız? Son yılları nasıl değerlendiriyorsunuz? Hükümette ne gibi değişiklikler gözlemliyorsunuz?
Venezuela Komünist Partisi, Bolivarcı süreci başlangıcından itibaren destekleyen güçler ittifakının bir parçasıydı ve hatta 1998’de Hugo Chávez’in adaylığını ilk destekleyen parti oldu. Ancak, yıllar süren iç tartışmalar ve biriken çelişkilerin ardından, 2019’da Nicolas Maduro hükümeti ve PSUV’den kesin olarak ayrıştık.
Daha 2011’de, süreci yönlendiren reformist, gerici ve yozlaşmış eğilimlerin güçlenişi konusunda uyarıda bulunmuştuk. Bu süreç, asla gerçek bir devrime doğru ilerlemedi, Venezuela’nın rantçı kapitalizmini ayakta tutan reformlarla sınırlı kaldı. Maduro döneminde bu eğilimler, tepkisel ve gerici bir karşı-reforma dönüştü. İşçilere dayatılan devasa kemer sıkma uygulamaları ortada: 2014’te ulusal üretimin yüzde 36’sı maaşlara ayrılmıştı; 2017’de yüzde 18’e düştü ve 2023’te yüzde 10’u biraz aşabildi. Bu adaptasyon politikası, sefil çalışma koşulları pahasına özel sermaye için bir sığınak yaratmayı, ulusötesi petrol şirketlerine ve yabancı sermayeli işletmelere muafiyetler sağlamayı amaçlıyor.
Maduro yönetimi —üç yıl boyunca dondurulan ve şu anda aylık bir dolardan az olan— çalışma ücretlerini ve emeklilik maaşlarını yok etti. Toplu sözleşmeleri sonlandırdı, işten çıkarmaları kolaylaştırdı. İlericilik, dokunulmazlık ve işçi haklarının devredilemezliği gibi anayasal ilkeleri fiilen etkisiz hale getirdi. Ayrıca sendika özgürlüğünü kısıtlayarak işçi sınıfının tarihi kazanımlarını ortadan kaldırdı.
Gittikçe yetersizleşen kamu hizmetlerindeki zamları ve sağlık ile eğitimin fiilen özelleştirilmesini de bunlara ekleyin: Malzeme sıkıntısı çeken hastanelerde hastalar her şeyi ödemek zorunda kalıyor. Veli katkılarıyla desteklenen okullarda güvencesiz çalışma koşulları nedeniyle binlerce öğretmen işten atılıyor. Bazı üniversite araştırma merkezlerine göre, bugün okul sistemi dışında 3 milyondan fazla çocuk ve ergen var. Öğretmen açığı ise 250 bin.
Kısacası Venezuela, sosyal adalet modeline, hele hele sosyalizme doğru ilerlemiyor; son derece otoriter bir yönetim altında bağımlı kapitalizm modelinin konsolidasyonuna doğru ilerliyor.
Buna ilişkin en önemli kanıt, yasal statüsü 2023 yılında bir mahkeme tarafından kaldırılıp iktidar partisinin siyasi temsilcilerine devredilen PCV’ye yönelik yargı müdahalesidir. Bugün meşru komünist militanlık fiilen yasallaştırılmış durumda; siyasetin paralı askerleri sembollerimizin altında ülke önünde boy gösteriyor, PCV’nin Nicolás Maduro’nun darbesini desteklediğine kamuoyunu inandırmaya çalışıyor. İşçi sınıfının, işverenler ve devletin çıkarlarından bağımsız bir siyasi partide siyasal örgütlenme olanağından yoksun bırakılması, bu rejimin gerici niteliğini ortaya koymaktadır.

“Maduro’yu anti-emperyalist görenler, işçi sınıfını umursamıyor”
Hükümete olan eleştirilerinize rağmen, bir önceki soruda sizin de söylediğiniz üzere böylesi günlerde anti-epmeryalist çizginizi koruyorsunuz. Bu iki çizgi arasında belirlediğiniz yolu nasıl tanımlarsınız? Konumunuzu korumanızın zorlukları neler?
Venezuela, uluslararası arenada ‘anti-emperyalist bir kale’ olarak sunuluyor. Bu anlatı, kilit hükümet figürlerinin ABD ve Avrupa Birliği’ne karşı tekrar tekrar yaptıkları açıklamaların yanı sıra Küba hükümetiyle kurdukları yakın ilişkilerle de besleniyor. Ancak sınıf mücadelesinin nasıl geliştiğini dikkatle incelersek, Nicolás Maduro’nun otoriter gidişatını örtbas etmek için kullandığı bu saçmalık yerle bir olacaktır.
Sermayenin boyunduruğuna karşı kararlı bir mücadele olmadan anti-emperyalizm olmaz. Bunu inkar etmek veya iki farklı şeymiş gibi (anti-emperyalizm ve anti-kapitalizm) birbirinden ayırmaya çalışmak, fırsatçılıktan başka bir şey değildir. Sonuç da, kapitalist barbarlığı ‘daha insancıl kılmaya çalışan’ bu tür bir yönetimdir.
Bu analizde yaptırımları göz ardı edemeyiz: İş dünyası gayet iyi durumdayken, krizin asıl yükünü işçilerin sırtına yüklemek için söz konusu yöntem mükemmel bir bahane haline geliyor. Hatta Maduro yönetimi kısa süre önce ‘17 çeyrek dönem üst üste ekonomik büyüme kaydedildiğini’ bildirdi; bu, çalışma ücretlerinin ve emekli maaşlarının dondurulduğu süreyle neredeyse aynı döneme denk geliyor.
Yaptırımlarla daha da ağırlaşan kemer sıkma politikaları milyonlarca işçiyi ülkeyi terk etmeye zorladı. Bununla birlikte direniş de yaşandı, ancak hükümetin tepkisi işçi mücadelelerinin kriminalize edilmesi ve kovuşturulması oldu. Örneğin Temmuz ayında, alüminyum işçilerinin liderlerinden Fernando Serrano tutuklandı; Bolívar Eyalet Hemşireler Birliği Başkanı Maritza Moreno ise evinde bulunamadı ve onun yerine kocası gözaltına alındı. Aynı ay, Barinas Hemşirelik Koleji Başkanı Yanny González ve Bolívar Eyalet İşçileri Federasyonu Başkanı Fidel Brito’ya yönelik baskılar yaşandı. Bunlar tekil olaylar değil. Petrol sektöründe, Haziran ve Temmuz ayları arasında onlarca işçi herhangi bir gerekçe sunulmadan tutuklandı; öğretmenler de aynı kaderi paylaştı. Örneğin, Mérida Eyalet Öğretmenler Sendikası Başkanı Profesör Carlos Durán ‘terörizm’ ve ‘vatana ihanetle’ suçlandı. Venezuela Öğretmenler Sendikası lideri Lourdes Villareal ise kapısının önünde maskeli adamlarca durduruldu.
Baskı, emekli liderlere bile ulaştı. Ocak 2025’te eski bir çelik işçisi olan Juan Valor, ciddi sağlık sorunları yaşamasına rağmen ‘terörizm’ suçlamasıyla Bolívar, San Félix’te tutuklandı. Miranda Kamu Çalışanları Sendikası’ndan Yuri Salas’ın da başına benzer bir şey geldi. Salas, Mayıs ayında hakkında herhangi bir suçlama olmamasına rağmen savunma hakkı elinden alınarak tutuklandı. Ağustos ayında ise sıra öğretmen Roberto Campero ve Aragua Öğretmenler Sendikası Genel Sekreteri Nelson Torrealba’ya geldi.
Nicolás Maduro ve ekibi, sırf düzenli olarak bu etiketle etkinlikler düzenliyorlar diye onların hâlâ anti-emperyalist olduklarını düşünenler, Venezuela işçi sınıfının kaderini umursamıyorlar. Solun Venezuela işçi sınıfıyla acil bir uluslararası dayanışma kampanyası başlatmasının zamanı geldi.

Nasıl bir gelecek?
Venezuela’nın saydığınız güncel sorunlarına dair sizin önerdiğiniz çözümler nelerdir?
Venezuela’da işçiler ve genel olarak halk, kriminal emperyalist yaptırımların ve asalak burjuvaziyi kayırmayı amaçlayan acımasız hükümet politikalarının iki taraflı etkisiyle cezalandırılmaya devam ediyor, düşen çalışma ücretleri ile aşırı derecede yoksullaşıyor. Dolayısıyla, temel taleplerimiz, çalışma ücretlerinin ve emeklilik aylıklarının iadesine dayanıyor. Bu bağlamda genel bir maaş artışı talep ediyoruz. Toplu iş sözleşmelerinin yeniden yürürlüğe girmesini ve hukuka aykırı, haksız yere işten çıkarılan tüm işçilerin işlerine iade edilmesini talep ediyoruz.
Yasanın gerektirdiği gibi sandık bazında resmi sonuçların henüz açıklanmadığı 2024 cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından, halk egemenliği meselesi ulusal tartışmada daha da önem kazandı. Ulusal Seçim Kurulu’nun mevcut yetkililerinin istifa etmesini ve özgür, adil seçimleri garanti altına alacak yeni bir seçim merciinin kurulmasını talep ediyoruz.
PCV olarak krizin çözümünün demokratik meşruiyetin yeniden tesis edilmesinde yattığını ileri sürüyoruz. Siyasi partilere açılan davaları, seçmen kayıtlarımızın gasp edilmesini reddediyor ve derhal kaldırılmalarını talep ediyoruz. Geçtiğimiz yıl protesto ve direniş nedeniyle gözaltına alınanlar için genel af talep ediyoruz. Otoriterleşme eğilimi ve dış müdahale riski karşısında anayasayı, demokratik hakları ve ulusal egemenliği savunmak için PCV olarak geniş bir toplumsal ve siyasal cephenin kurulması çağrısında bulunuyoruz.
Dipnotlar:
[1] 1823 yılında ABD Başkanı James Monroe tarafından ilan edilen ve Avrupa devletlerinin Amerika kıtalarındaki işlerine müdahale etmesini ‘tehlike’ olarak gören bir dış politika ilkesidir. Bu doktrinle ABD, Batı Yarımküre’deki nüfuzunu ve hegemonyasını güvence altına almayı amaçlamıştır.
[2] Plan Condor, 1970’lerde Güney Amerika’daki ABD destekli anti-komünist askeri diktatörlükler arasında yürütülen bir gizli işbirliği operasyonudur. Amacı, sol görüşlü muhalifleri sınırlar ötesinde takip etmek, kaçırmak ve ortadan kaldırmaktı.
[3] Plan Colombia, ABD’nin Latin Amerika’daki askeri varlığını ve nüfuzunu artırmak, bölgesel kaynakları kontrol etmek için uyuşturucuyla mücadeleyi bahane olarak kullandığı bir müdahale planıdır. Kolombiya’daki iç savaşı şiddetlendirerek toplumsal hareketleri bastırmış ve ülkenin bağımlılığını derinleştirmiştir.
[4] Petrol şirketi Chevron ile yapılan anlaşmaların ayrıntıları geçtiğimiz haftalarda konuşmuştuk: https://bianet.org/yazi/trumpin-guney-cephesi-abd-donanmasi-venezuela-kiyilarinda-310965
(KA/VC)