Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde okul kantinini basan ülkücülerin ‘satırlı’ saldırısına uğrayan 10 öğrenciye 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Olayın failleri ceza almazken 4 hukukçunun bu yargılama nedeniyle avukatlık ruhsatı iptal edildi. 3 hukukçunun ise ruhsatına el konulabilir.
SiyasiHaber – Esra ÜŞÜDÜR
4 Ocak 2016 tarihinde Ankara Üniversitesi Cebeci Kampüsü’nde Hukuk Fakültesi kantininde öğrenciler, ülkücü bir grubun saldırısına uğramıştı. Saldırıyı izleyen polis, başka kampüs ve üniversitelerden gelen ülkücüleri tek sıra halinde dizerek “Buraya olay çıkarmaya gelmeyeceksiniz. Tamam mı?” diyerek bir nevi nasihat vermişti.
Yaşanan olayın ardından üniversite yönetimi saldırganlar hakkında idari soruşturma başlatmış ve savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Deliller tespit edildiği halde savcılık saldırganlar hakkında takipsizlik kararı verdi ve saldırganlar cezalandırılmadı. Savcılık, delillere dayanmadan hukuksuz bir şekilde okulunu savunan öğrencilere dava açtı. Yaklaşık 4 yıldır süren davada 10 öğrenciye “eğitim ve öğretim hakkını engellemekten” 6 yıl 3 ay hapis cezası verildi. Bu süreçte avukatlık ruhsatını alan 4 hukukçunun ruhsatı iptal edildi, 3 hukukçunun ise ruhsatına el konulabilir.
“Eğitim öğretim hakkını engellemekten” 6 yıl 3 ay ceza alan Cebeci öğrencileri ile, AKP-MHP faşizminin üniversiteleri değersizleştirme çalışmalarından biri olan saldırıyı, dava sürecini ve devam etmekte olan mücadelelerini konuştuk.
‘4 yıl sonra ceza aldık hala ‘hukuki’ nedenini bilmiyoruz’
Ceza gerekçesi olarak gösterilen 3 eylem sırasında okulda olmayan cezaevinde olan Hasan Koç, “Hiçbir delile dayanmayan, daha doğrusu delili olmayan, sadece faşist ifadeleriyle, kolluk fezlekesi ile 6 yıl 3 ay ceza verdi 19. Ağır ceza heyeti. Göz altına alındığımızda nedeni bilmiyorduk, 10 gün boyunca bizi gözaltında tuttular, 4 yıl sonra ceza aldık hala "hukuki" nedenini bilmiyoruz. Tek somut olan şey faşistlerin iftiraları. Ki mahkeme sorgusu sürecinde kendileri de ifade verirken "tanımıyoruz, bilmiyoruz, olayda olduğundan emin değiliz, görmedik" gibi ifadelerde bulundular. Ancak 19. Ağır ceza heyeti nasıl bir talimatla çalışıyorsa bu lehte ifadeleri bile tanımadılar” dedi.
‘Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça’
Koç sözlerine şöyle devam ediyor: “Cebeci kampüsünde olduğum sürede de sonrasında da öncesinde de faşizme, faşistlere göz yummadım. Lakin ceza almamıza neden olan 3 eylem sırasında da ben okulda yoktum. Bu devlet tutanaklarıyla sabittir. Sincan Kapalı 1 No'lu cezaevinde B-42 No’lu hücrede ikamet etmekteydim. Müştekilerden bir tanesinin karar mahkemesindeki ifadesi aslında nasıl ceza aldığımızı açıklıyor. Hatırladığım kadarıyla cümlesi şuydu: "Bunlar marjinal sol gruplara üyeler, bu eylemlerde olmayabilirler, okula gelmemişlerdir, başka işleri vardır ama okula gelselerdi kesin orda olurlardı" durum bundan ibaret aslında 19. Ağır ceza heyetine lazım olan budur. Delil, suç, fiil önemli değildir. Demem o ki "nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça."
6 yıl 3 ay ceza alan, ruhsatı gasp edilen aynı zamanda SiyasiHaber yazarlarımızdan olan Ulaşcan Kurt, daha önce Cebeci’nin maruz kaldığı saldırıları ve dönüşüm sürecini, "Silahlı 'haydutu' hoca yaptılar!" başlıklı yazısında anlatmıştı: “Cebeci'de yıllardır düzenli olarak solculara operasyon yapılırdı. Ama AKP'nin ibreyi faşist diktatörlüğe kırdığı yerde durum başkalaştı. Üniversitelere genel bir saldırı söz konusu olmakla birlikte Beyazıt ve Cebeci gibi birkaç kampüste daha kapsamlı bir operasyon söz konusu oldu. Buralar düşman toprağı gibi görülüp bir bütün olarak yok edilmeye çalışıldı.”
Yazının tamamı için TIKLAYIN
“Faşistler okula alındı biz okuldan atıldık. Onlar avukat oldu biz olamadık” diyen Kurt, “Bize yapılan operasyonlar bu sürecin bir parçası. Faşistler birçok hukuki koruma ile okula salındı iktidar tarafından. Bu süreçte polis ve çevik de sürekli olarak arkalarındaydı. Hukuk fakültesine sistematik olarak saldırılar gerçekleşiyor, sürekli faşistler tarafından terörize ediliyordu. Bu davanın iki temel dayanağı var. Birincisi Dem-Genç yürüyüşü. Hendek olaylarında öldürülen insanları protesto etmek için yapılan bir yürüyüş. 20 Aralık'ta ANF bir haber yapıyor. ‘Örgüt çağrı yaptı işte üniversiteleri boşaltacağız’ dedi gibi. Eylem o çağrıya dayandırılıyor. Ancak eylem çağrıdan 3 gün önce yani 17 Aralık’ta. ANF’nin de zaten o süreçte yayın yasağı var. İkinci olaysa hukuk kantininde faşistlerin saldırısı. Ellerinde palalarla, sallamalarla bize saldırdılar. Saldırganlardan birisi, sallamayı bizim arkadaşlarımızdan birinden aldığını söylüyor. Oysa biz olaydan sonra gidip sallamanın kılıfını güvenliğe verdik. Parmak izi vs için. Bizde olsa niye gidip verelim? Yani iki olay da aslında bahane. Saldırılar bununla sınırlı kalmadı, okul dışında da devam etti. Martta evlerimize operasyon yapılıyor. Referandumun hemen öncesinde. Yani aslında zamanlama manidar, bir mesaj verilmek istendiği ise aşikar. Soruşturmalar açıldı uzaklaştırmalar verildi. Faşistler okula alındı biz okuldan atıldık. Onlar avukat oldu biz olamadık" ifadelerini kullandı.
‘Bu karanlığa karşı mücadelemiz sürecek’
Kurt, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Bütün bu süreç AKP-MHP ittifakının ülkeyi sürüklediği karanlığın bir parçası aslında. Duruşmada da söyledim, AKP ve MHP dışında kimse örgütlenmesin, yok olsun istiyorlar. Ama bu karanlığa karşı mücadelemiz sürecek.”
‘Halen tehdit olmaya devam ediyorlar’
Ceza alan öğrencilerden olan Emrah Bakır, “Öncelikle arkadaşlarımla birlikte yargılandığımız davada mahkemenin verdiği karar, bugünkü siyasal iktidardan bağımsız olmadığını bir kere daha gün yüzüne çıkardı. Her geçen gün devrimci ve yurtsever öğrencilere, hukukun temel ilkeleri çiğnenerek ağır cezalar vermekte ısrar ediyorlar. Adliyelerin mezar, hakim ve savcıların ise mezar kazıcıları olarak işlev görmeye devam etmesi verilen kararla kimseyi şaşırtmadı. Üniversitede ellerinde silah ve palalarla öğrencilere saldıran ve ölüm tehditleri yağdıranlar hiçbir ceza almazken ve halende tehdit olmaya devam ettikleri halde, faturasını mağdur olarak biz çekmekteyiz" dedi.
“Gazetecilik yapmam suç sayıldı” diyen Bakır, şöyle devam ediyor: "2016-2017 yıllarında Özgür Gündem çalışanıydım. Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik öğrencisi olarak kendime yakın gördüğüm haber ajansında çalışmam, haber yazmam, haber peşinden koşmam suç sayıldı. Verilen bu kararlar gazetecilere, muhalif basına yönelik yapılan susturma çabasının devamıdır. Özgür basını susturma çabalarından biri olmaya devam ediyor."
‘Asıl failler ceza almazken mağdurları ağır cezalara çarptırıldı’
3 aylık avukatlık deneyiminden sonra ruhsatı gasp edilen Özgür Yaldız, “Kantinde sallama sopa ve biber gazı ile saldırıya maruz kaldık. Trajikomik olan ise o gün gerçekleşen olayların şüphelisi olan saldırganlar iken aynı olayın failleri sanki bizmişiz gibi 19. Ağır ceza mahkemesine taşındı ve hiçbir delil olmadığı halde müşteki beyanlarına itibar edilip dosya kapsamında yargılanan 10 kişiye 6 yıl 3 hapis cezası verildi. Netice itibariyle özetleyecek olursak olayın asıl failleri ceza almazken mağdurları ağır cezalara çarptırıldı” dedi.
‘Bizleri mesleksizleştirmek ve sivil ölüme terk etmek istediler’
“Yaklaşık olarak 4 yıldır devam eden ve makul sürede yargılanma hakkımızın ihlal edildiği bu sözde dava sebebiyle baro levhasına yazılma talebim 10 aya yakın süren hukuk mücadelesinin ardından kabul edildi” diyen Yaldız, “Akabinde Adalet Bakanlığı'nın açtığı iptal davasında TBB'ye kanunla tanınan takdir yetkisini ve anayasa da tanımlanan masumiyet karinesini hukuksuzca görmezden gelen idare mahkemesi aleyhime yürütmeyi durdurma kararı verdi. 3 ay süren avukatlık hayatım bu kararla neticelenmiş oldu. Ankara 19. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen bu hukuksuz davanın en başat amaçlarından biri de bizleri mesleksizleştirmek ve sivil ölüme terk etmekti” dedi.
‘Toplumda hukuka duyulan güven ortadan kalkmıştır’
Yaldız son olarak şunları söyledi: “Netice itibariyle tecavüzcülerin, katillerin, hırsızların doğa ve hayvan düşmanlarının araçsallaşmış yargı eliyle aklandığı bir süreçte barışı kardeşliği temel hak ve özgürlükleri savunan insanların 6 yıl 3 hapis cezasına çarptırılması kamu vicdanında onarılmaz yaralar açmıştır. Toplumda hukuka ve yargı organlarına duyulan güven ortadan kalkmıştır maalesef ki bu da insanların kendi haklarını kendilerinin aramaya başlayacağı tehlikeli bir sürecin habercisidir. Bir dakika bile kaybedilmeden ivedi şekilde hukukun üstünlüğü adil yargılanma ilkesi ve silahların eşitliği ilkelerinin güçlü şekilde tesis edildiği bir ortamın oluşması gerekmektedir.”
‘Hiçbir delil olmamasına rağmen ülkücülerin ifadelerine dayanarak ceza aldık’
Ruhsatı gasp edilen ve ülkücülerin sistematik saldırılarına maruz kalan Alican Süt, yaşanan süreci şöyle anlatıyor: “4 Ocak 2016 tarihinde Ankara hukuk kantininde ülkücü bir grup gelip bizi tehdit ediyor. Paşa Büyük Kayaer isimli şahıs (dosyadaki müşteki) satırlarla bize saldırıyor. Sonrasında okulun önünde 25 kişilik ülkücü grup ellerindeki satırlarla bizi tehdit ediyor. Sonrasında polis bu grubu azarlıyor. Olaydan sonra ülkücüler bizden şikayetçi oluyor. Dosyada somut hiçbir delil olmamasına rağmen onların ifadesine dayanarak 6 yıl üç ay ceza alıyoruz."
Ülkücüler satırlarla silahlarla sistematik olarak saldırmaya devam etti!
“Saldırılara rağmen hak ve özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz” diyen Süt sözlerine şöyle devam ediyor: “Kantinde yaşanan olayın akabinde bana ve arkadaşlarıma ülkücüler birçok kez saldırıyor. Bunlardan birine örnek verecek olursam, 19 Mayıs 2016 tarihinde okul kantininde arkadaşımla birlikteyken 4 tane eli satırlı ve birinde silah bulunan grup bize saldırıyor. Yanımda bulunan arkadaşım kafasından yaralanıyor ben omuzundan yaralanıyorum. Sonrasında yine 4 Haziran tarihinde evime giderken sokakta ülkücüler pusu kuruyor. Benim bu saldırı sonuncu sinirlerim kesildi ve ameliyat olmak zorunda kaldım. Bu olaylardan yargılanan ülkücüler ise ertelemeli ceza alıyorlar. Bütün bu saldırılar ve yargılamalar devletin muhalif devrimci avının bir uzantısı olarak görüyoruz. Avukatlık ruhsatlarımız gasp ediliyor. Ama bütün bu saldırılara rağmen hak ve özgürlük mücadelemizi sürdüreceğiz.”
'Yargı tamamen siyasi iktidara bağımlı hale gelmiştir'
“Siyasi iktidar-Tek adam rejimi toplumu kendisine biat edenler ve etmeyenler olarak ayırmakta” diyen Barış Barışık, “Ülke sorunlarına karşı çözüm üretmeye çalışan ve çeşitli alanlarda hak mücadeleleri yürüten insanlar toplumda kriminalize edilmekte ve çeşitli yöntemlerle cezalandırılmaya çalışılmaktadır. Bu politikalar doğrultusunda mahkemeler, siyasi iktidarın muhalifleri cezalandırma aracı haline dönüşmüştür. Temel hukuk ilkelerinin hiçe sayıldığı bir yargılamayla 10 kişinin 6 yıl 3 ay ceza alması, yargının tamamen siyasi iktidara bağımlı hale geldiğinin açık bir göstergesidir" ifadelerini kullandı.
Barışık son olarak şunları söyledi: “Siyasi iktidarın muhalifleri düşmanlaştırma ve cezalandırma politikalarına karşı biat etmeyeceğim. İnsan ve insan dışı hayvanların hak ve özgürlüklerini, demokrasiyi, adaleti ve emeği her koşulda savunacağım.”