Ukrayna’daki savaş, sadece bir cephe hattını değil, aynı zamanda küresel düzeni sarsan jeopolitik bir dönüm noktasını işaretliyor. Rusya’nın Şubat 2022’deki saldırısından bu yana yeni bir Soğuk Savaş dönemi başladı; bu, yalnızca Doğu Avrupa’yı değil, tüm dünya sistemini istikrarsızlaştırıyor.
Her ne kadar Ukrayna’daki savaş sıcak bir savaş olsa da henüz vekâlet savaşı olmanın ötesine geçmiş değil, yani emperyalist güçlerin doğrudan birbirleriyle çatıştığı bir seviyeye ulaşmadı. Çatışma hatları, emperyal çıkarlar, jeoekonomik rekabet ve ideolojik cepheleşmeler boyunca uzanıyor. Aynı zamanda, özellikle Avrupa’da, siyasi hareketler, sivil toplumun bazı kesimleri, bir tarafın “zaferi” yerine barışı merkeze alan alternatif perspektifler geliştirmeye çalışıyor. Saldırının başlangıcında, “barış” kelimesini ağzına alan herkesin, Avrupa Birliği’nde (AB), Avrupa ülkelerindeki parlamentolarda ve havuz medyalarında militaristlerin kolayca ve kudurmuşcasına iftira savurduğu, kamuoyunu belirlediği süreç etkisini kaybetmek üzere.
Kamuoyunda basit bir sorun olmaktan çıkıp, kriz boyutuna ulaşmış olan durumla ilgili olarak “Ukrayna’da kalıcı bir barışı engelleyen nedir?”, “Barış görüşmelerini kimler – bilinçli veya örtük şekilde – sabote ediyor?”, “Emperyalist tahakküm, jeopolitik etki alanı politikaları ve askeri çözüm mantığını aşan diplomatik bir çözüm nasıl mümkün olabilir?” gibilerinden sorular daha yaygın olarak sorulmaya, irdenlenmeye başlandı. Avrupadaki ülkelerin parlamentolarında, medyalarında şimdiye kadar tabu, yasak olan buna benzer sorular ve alışılmamış, alternatif cevaplar artık daha bir duyulmaya başlandı.
ABD’nin, Avrupa’nın, genelde Batı’nın “demokrasiye karşı diktatörlük”, “özgürlüğe karşı tiranlık” gibi yaygın çatışma anlatısı dökülmeye başlıyor. Ahlaki retorik yerine jeopolitik gerçeklik, ulusal ideoloji yerine toplumsal çıkarlar, askeri çözüm yerine diplomatik yollar daha bir sorulur hale gelmek üzere. Bütün bu gelişmeler temel sayılabilecek şu noktalar altında toplanabilir, özetlenebilir.
1) Jeopolitik bağlam
Tek kutuplu ABD düzeninden çok kutuplu düzene ve yeniden cepheleşmeye
Ukrayna savaşı yalnızca bölgesel bir toprak savaşı değil, aynı zamanda küresel bir düzen değişimini yansıtan bir krizdir, gelecekteki dünya düzeni için verilen mücadelenin önemli bir sürecidir. Sovyetler Birliği’nin 1991’de dağılmasıyla ABD’nin tek kutuplu hegemonyasının başladığı kısa bir dönem yaşandı. NATO, Rusya sınırlarına kadar genişledi; neoliberal küreselleşme, Yugoslavya’dan Libya’ya, Irak’tan Afganistan’a ve başka yörelere kadar askerî güçle korundu. Ancak bu Batı merkezli yapı giderek savunmada kalıyor. Çin, Rusya ve Küresel Güney’in bir kısmının öncülüğünde yeni ittifaklar, eski egemenliği sorguluyor. BRICS bunlardan sadece birisi.
Rusya’nın emperyal güç olarak Batı yayılmacılığına tepkisi
2022’de Ukrayna’ya yönelik Rus işgali, hiç kuşkusuz uluslararası hukuka aykırı, emperyalist bir saldırıdır. Ancak aynı zamanda Batı’nın 30 yıllık yayılmacılığına ve tahakküm politikasına verilen tepkinin bir ifadesidir. Bu tepki, yadsınamayacak şu gerçeklere dayanmaktadır:
* Gorbaçov’a verilen sözlere rağmen NATO’nun Avrupa’nın doğusuna doğru genişlemesi,
* Rusya’nın güvenlik çıkarlarını yok sayan savunma sistemleri ve sınır ötesi tatbikatlar,
* Minsk Anlaşmaları (I & II) gibi diplomatik formatların fiilen askeri yöntemlerle boşa çıkarılması.
Avrupa Birliği, Avrasya kıtasında bağımsız bir barış mimarisi kurma fırsatını kaçırmıştır. Bunun yerine, ABD emperyalizminin liderliğindeki gerginlik stratejisine teslim olmuş ve “işbirliği yerine cepheleşme” politikalarını benimsemiştir.
Çin’in stratejik sabır ve ekonomik yayılma üzerinden yeni rolü
Çin bu savaşta çelişkili gibi gözüken bir pozisyondadır. Kendisi, hem Küresel Güney’i yanına çekebilmek için hem de Rusya’ya açıkça silah temin etmemekle, diplomatik arabuluculuk önerilerinde bulunmaktadır. Pekin, Batı’nın Ukrayna’da kaynaklarını tükettiğini izlerken Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu Asya’da kendi jeopolitik gücünü inşa etmeye devam ediyor. Ukrayna savaşı, Çin için avantajlı olan bu durumu hızlandırmakla kalmadı, aynı zamanda Çin’in güçlü bağlar kurduğu ülkelerde Batı, artık yön veren bir güç olarak kabul edilmemeye başlandı.
ABD’de Biden’dan Trump doktrinine olan iç dönüşüm
ABD’deki iç siyasi kutuplaşma, Donald Trump’ın başa geçmesiyle kendisini hemen dış politikaya da yansıttı. Biden yönetimi, Ukrayna’ya yoğun askerî desteği, NATO’nun silahlanmasını ve Rusya’ya yönelik küresel yaptırımları kamçılıyordu. Trump ise şimdilik “anlaşma temelli” yaklaşımları savunuyor; örneğin, barış karşılığında etki sahası yaratma, ateşkese karşı emtia anlaşmaları sağlama gibi. Trump, Ukrayna savaşını Rusya ile yakınlaşmak için bir sahne olarak kullanmaya niyetli – bu elbette barış yanlısı bir motivasyondan değil, tamamen jeopolitik hesaplardan kaynaklanıyor. Bu hesapların içinde aynı zamanda Avrupalı emperyalistleri ekonomik olarak bölmek ve diplomatik olarak zayıflatmak da var.
Avrupa’nın bloklaşma ve silahlanma arasında edilgen bir aktör olma gayreti
Ukrayna savaşında Avrupa Birliği, hala stratejik bağımsızlığı olmayan bir aktör konumunda. Kritik kararlar hala Washington’da alınıyor; Fransa, Almanya ve Polonya reaktif ve plansız hareket ediyor; AB içinde çatırdamalar mevcut – Orban, Fico ve diğerleri Batı’nın savaş mantığını sorguluyor; Friedrich Merz, Almanya ve Avrupa’nın operasyonel zayıflığını eleştiriyor, bunun yerine Almanya’nın bu ittifak içinde daha aktif bir rol üstlenmesini istiyor.
Sonuçta, Ukrayna savaşı, yeni bir bloklar arası çatışmanın ön cephe hattıdır. NATO kendi küresel düzenini kurtarmaya çalışırken, Rusya ve Çin etki alanlarını genişletiyor. AB ise bağımsız bir rol oynamaktan uzak. Sol barış politikası bu jeopolitik gerçekliği kabul etmeli – ve yine de blok mantığının dışına çıkmanın yollarını aramalıdır.
2) Ukrayna’da savaşın yarattığı dinamikler, tıkanıklıklar ve cephe hatları
Politik stratejideki askerî gelişmeler
Ukrayna’daki savaş, 2022’den bu yana sınırlı bir saldırıdan uzun süreli bir yıpratma savaşına dönüşmüş durumda. Rus ordusunun ilk başarıları ve Ukrayna’nın 2022’deki karşı taarruzunun ardından, 2023-2024 yıllarında bir askeri duraklama yaşandı. Ancak 2025 başından itibaren dengeler yeniden Rusya lehine kaymakta – bu da barış görüşmeleri üzerinde ciddi etkilere yol açmaktadır.
Askerî tablo: Yıpratıcı bir mevzi savaşı
Birçok kaynakta, bu savaşın askeri olarak “kazanılamayacağı” vurgulanmaktadır. Rus ordusu teknolojik olarak dezavantajlı gibi gözükse de, bu açığı sayı, hava üstünlüğü ve zengin kaynaklarla kapatmaktadır. Ukrayna ise ağır personel kayıpları, mühimmat ve teknik ekipman ikmalinde zorluklar, tahrip olmuş altyapı ve artan seferberlik krizi ile boğuşmaktadır. Rusya aynı zamanda, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson bölgelerinin büyük kısmı üzerinde kontrolünü sağlamlaştırmıştır. Kremlin, bu bölgelerin idari sınırları içinde tam kontrolü sağlamayı başarmaya doğru ilerlemektedir.
Politik tıkanıklıklar ve müzakere taktikleri
Rusya: Putin “klasik” bir yıpratma taktiği izlemekte ve hedefi, askeri baskıyla, Ukrayna’yı toprak tavizlerine zorlamak. Kremlin aynı zamanda kendisinin koyduğu şu koşullar ile dışarıya karşı ilkeli bir müzakere aktörü gibi görünmeye çalışıyor: Kırım ve diğer ilhak edilmiş bölgelerin fiilen tanınması; Ukrayna’nın NATO’ya katılmaktan vazgeçmesi; Batı yaptırımlarının kaldırılması; Ukrayna’nın tarafsız statüde olması.
Ukrayna: Zelenskiy bu talepleri kesinlikle reddetmekte – özellikle toprak kaybı ve tarafsızlık meselesini. Kendisi, müzakerelerde daha iyi bir konum elde etmek için askeri baskıyı sürdürmeye çalışıyor. Ancak zorunlu askerlik, ekonomik kriz ve hükümetin meşru kalma tartışmaları toplumu bölüyor ve kendisi bu iç politik faktörlerden dolayı artan bir baskı altında bulunmakta.
Dış faktörler olarak Batı’nın rolü ve savaşın tırmanma riski
ABD ve AB’nin sağladığı askerî yardımlar, Rusya’yı belirleyici şekilde zayıflatmak için yetersiz kaldı. Buna rağmen veya bu yüzden Avrupa’daki söylem gittikçe sertleşmekte. AB’nin yeni Dış Politika Yüksek Temsilcisi Kaja Kallas, savaşa hazırlık ve silahlanma çağrıları yapıyor, Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen silahlanmayı “sürdürülebilir” olarak nitelendiriyor ve hatta militarizmi “yeşil” ambalajla sunuyor. AB bütün bu çağrı ve açıklamalara rağmen siyasal olarak yetersiz ve aciz kalmayı sürdürüyor. Barış inisiyatifleri ya yarım kalıyor, ya da Orban ve Fico tarafından sabote ediliyor.
Bunun yanında ABD tarafından da karışık sinyaller geliyor: Trump, müzakere çağrısı yapsa da esas ilgisi enerji anlaşmaları gibi çıkarlar; Başkan Yardımcısı Vance, Ukrayna’nın savaşı kazanamayacağını açıkça söylüyor – bu da Kiev üzerindeki baskıyı artırıyor.
Politik yönetim aracı olarak savaş
Açık bir şekilde görülüyor ki, savaş sadece ekonomik ve askerî olarak değil, aynı zamanda iletişimsel olarak da yürütülüyor. Burada “yorumda bulunma egemenliği” için verilen mücadele de bir silah gibi görev görmektedir. Rusya, Ukrayna’nın “nötrleştirilmesini” güvenlik adına sunarken, Batı ise, Kiev’i “özgürlüğün kalesi” olarak sunmaktadır. Ancak gerçekte her iki tarafta da var olan hesap, jeopolitik etki alanları, kaynaklara erişim ve iç siyasi kontrolle ilgilidir.
Sonuçta, Ukrayna savaşı, askerî yollarla kazanılamaz. Bu özellikle Zelenskiy için geçerlidir. Savaşı uzatan aktörler, savaştan stratejik, ekonomik veya propaganda kazançları sağlıyor. Siyasal çözümler, maksimum talepler, asimetrik müzakere mantıkları ve çok taraflı barış platformlarının eksikliği nedeniyle tıkanmış durumda. Sol barış politikası bu çıkmazı net biçimde adlandırmalı – ve askeri mantığın ötesinde yollar aramalıdır.
3) Barış süreci
Yaklaşımlar, engeller ve başarısız girişimler
2022’de savaşın başlamasından bu yana, Ukrayna’daki savaşı sona erdirmek için birçok diplomatik girişim oldu – resmî müzakerelerden gayrıresmî temaslara ve sembolik zirvelere kadar. Ancak bunların hiçbiri başarılı olamadı. Neden? Bu soru, sol barış politikasının merkezinde yer almalı. Bu sadece tarafların savaşı sürdürme isteğine değil, aynı zamanda savaştan kazanan büyük güçlerin yapısal çıkarlarına da işaret ediyor.
Başarısız girişimler: İstanbul, Minsk ve “Muhtıra” modeli
Şu ana kadar gerçekçi bir çözüm en yakın şekilde, 2022 ilkbaharında İstanbul’daki görüşmelerde yakalanmıştı. Ukrayna’nın tarafsızlığı ve NATO’dan feragat karşılığında bir anlaşma imzasına yaklaşılmıştı. Ancak başta ABD ve İngiltere olmak üzere Batı, bu anlaşmayı engelledi. Rus kaynaklara göre Kiev’e bu anlaşmayı imzalamaması “emredildi”.
Bundan sonraki girişimlerin hepsi ya başarısızlıkla sonuçlandı ya da sembolik düzeyde kalarak sönüp gitti. Örneğin:
* Trump ve Putin tarafından dile getirilen “Muhtıra” modeli, Ukrayna’nın fiili teslimiyetini öngörüyordu ve bu yüzden reddedildi
* Aralıklı olarak Ukrayna tarafından yapılan ateşkes önerileri Rusya tarafından taktiksel tuzak olarak görüldüğü için reddedilmektedir
* Kiev’in dayattığı Ukrayna topraklarından tamamen geri çekilmesi talebi, Moskova için kabul edilemez bir pozisyon.
Putin’in “müzakere isteği” gerçekçi mi, taktik mi?
Vladimir Putin düzenli olarak kendisini şu koşullar altında müzakereye açık göstermektedir: Ukrayna, devlet sınırlarının bazı bölümlerinden vazgeçecek; Batı ile entegrasyon sona erecek; güvenlik garantileri sadece Rusya’nın çıkarlarına hizmet edecek.
Bu talepler gerçek bir müzakere teklifi değil, birer ültimatomdur.
Trump’ın tehlikeli bir popülizm olan “Anlaşma Barışı”
Donald Trump kendisini “24 saatte barış getirebilecek tek kişi” olarak sunuyor – ancak onun barış anlayışı tamamen işlemsel odaklı ve genelde şimdiye kadar şu noktaları içeriyor:
* Rusya ile kaynak anlaşmaları (lityum, gaz vb.) karşılığında ateşkes,
* Tarafsızlık ve toprak tavizleri konularında Zelenskiy’e baskı,
* Çok taraflı kurumların dışlanması; otoriter lider diplomasisine dayalı ikili görüşmeler.
Bu yaklaşım, sadece uluslararası hukuku zedelemez, aynı zamanda Ukrayna’yı yalnızlaştırır ve güce dayalı siyaset anlayışını besler. Fakat diğer yandan da bu yaklaşım bir realiteye denk düşmektedir. Son İstanbul barış görüşmelerine Putin’in gelmemesi realiteye uyan tutarlı bir mantıktır, çünkü Putin bu vekalet savaşında Zelenskiy gibi kendi göz hizasında olmayan yalaka bir vekil ile değil, vekaleti veren ABD emperyalizminin başındaki şahısla, yani Trump ile doğrudan görüşmeye ilgi gösterecektir. Trump’ın İstanbul’a gelmemesine ilaveten, savaşa kudurmuş halde sulanmış olan Merz, Macron, Starmer, Kallas, Leyen gibi Avrupalı önderlerin Putin’e “İstanbul’a gelmezsen ha..” diyesavurdukları tehdit ve ültimatomlar, doğal olarak Putin’in İstanbul’a gelmesini engellemiştir.
Sembol siyaseti ile militarizm arasında sıkışan Avrupa
AB, barış aktörü olarak tam anlamıyla başarısızdır, acizdir. Liderlik ABD’ye bırakılmıştır, hatta kendisinin çıkarları Avrupalılar ile uyuşmasa bile. Diplomatik çabalar yerine 500 milyar euroluk askeri “Yeşil Anlaşma” ile silahlanma körüklenmektedir. Macron veya Orban gibi diplomatik çıkışlar ya görmezden geliniyor ya da sabote ediliyor. Macaristan, Slovakya ve Avusturya diplomasi isterken; Baltık ülkeleri, Polonya ve AB Komisyonu askeri zaferde ısrar ediyor. Yani, AB içinde barış müzakerelerine dair fikir birliği yok.
Bir jeopolitik güç aracı olarak barış görüşmeleri
Başarısız inisiyatifler aynı zamanda yapısal bir sorunun yansımasıdır. “Barış” bağımsız bir değer olarak değil, jeopolitik hâkimiyetin bir aracı olarak görülmektedir. Müzakereler çoğu zaman iç kamuoyunu yatıştırmak, karşı tarafı bölmek veya zayıflatmak, medya söylemini kontrol altına almak, zaman kazanmak için kullanılıyor. Birleşmiş Milletler (BM) aracılığıyla oluşturulmuş çok taraflı ve meşru bir format olmadıkça, bu görüşmeler asimetrik kalmaya mahkûmdur – ve bu nedenle uzun vadeli olarak etkisizdir.
Sonuçta, barış süreci, hegemonik çıkarlarla tıkanmış durumda. Rusya görüşmek istiyor – ama dikte ederek. Ukrayna yaşayabilmeyi hedefliyor – ancak toprak kaybı olmadan. Batı barıştan söz ediyor – ama silah gönderiyor. Sol siyaset buna şöyle olabilecek bir vizyonla karşı koymalıdır: BM’nin aracılığında, uluslararası hukuka dayalı, sosyal garantiler içeren ve askerî güce değil sivil yeniden inşa perspektifine dayanan bir çok-taraflı format.
4) ABD’nin rolü: Biden ve Trump arasındaki farklar
ABD askerî, ekonomik ve diplomatik açıdan, Avrupalı emperyalistler kendilerini istedikleri kadar şişirsinler, Ukrayna savaşında merkezi bir güç konumundadır. Biden’dan Trump’a geçişle birlikte bu politikanın yönü temelinden değişmeye başlamıştır. Joe Biden, “Ukrayna’nın zaferi” hedefiyle hareket ederken, Donald Trump savaşı silahlanmanın ötesindeki alanlarda da kâr, fayda sağlayabilecek bir pazarlık nesnesine indirgemekte ve barışı, uluslararası hukuk değil, bir “anlaşma” sorunu olarak görmektedir.
Düzene sahip çıkmak için savaşan Biden
Biden yönetimi, Ukrayna savaşını Rusya’yı zayıflatan, Batı ittifakını güçlendiren, NATO’yu yeniden konumlandıran stratejik bir fırsat olarak görmekte idi. Fakat 130 milyar dolarlık askerî yardım, Moskova’ya karşı kapsamlı yaptırımlar, Rusya’nın uluslararası alanda izole edilme çabaları sadece sınırlı etki yaratabildi. Sonuçta Rusya uyum sağlamış ve kendi cephe hatlarını sabitleştirmişken, Amerikan kamuoyu ise savaşa olan ilgisini kaybetmiştir.
Tehdit ve pazarlıkla barış görüşmelerine yol açan Trump
Donald Trump, savaşı kendi jeopolitik ticari modeli için bir sahne olarak kullanmaktadır. Kiev’e toprak tavizi yapması için baskıda bulunuyor, Moskova’ya cazip teklifler (doğal kaynak anlaşmaları, jeopolitik tanınmalar) sunuyor, çok taraflı formatları (yani Ukrayna’yı ve Avrupalıları) dışlayarak, ikili “güç diplomasisi” yoluyla pazarlıkların önünü açmaya çalışıyor.
Trump’ın ilgi alanı ne demokrasi ne egemenliktir – onun ilgisi stratejik avantajlardadır. Bu yaklaşımla, Batı’nın tartışma zeminini de değiştirmektedir; evrensel hakların yerine pragmatik büyük güç siyasetini koyuyor.
Sonuçta, Ukrayna savaşının temel belirleyicisi ABD’dir. Biden, savaşı düzenin korunması için kullanırken, Trump bu savaşı uluslararası hukuku göz ardı eden, ikili pazarlıklara indirgenmiş bir ticari model olarak görüyor. Her iki yaklaşım da barışın önündeki engelleri beslemektedir.
5. AB’nin durumu: Parçalanma ve artan militarizm
Avrupa Birliği, Ukrayna ile “dayanışma içinde” olduğunu iddia ediyor – ancak bu görüntünün altı boş. Gerçekte AB derin bir çatlak içinde. Orban, Fico ve diğer bazı liderler müzakereleri savunuyor, diğer tarafta Kallas, Leyen ve Merz ise silahlanma çağrısı yapıyor.
Sembol siyasetinin egemenliği
Mart 2025’teki AB Zirvesi’nde Ukrayna gündemi 15 dakika tartışılırken, silahlanma 10 saat boyunca ele alındı. Kiev klişelerle geçiştirildi, milyarlarca euro ise savunma sanayiine aktarıldı.
Militarizm merkezli “yeşil yıkamacılık” kapitalizmi
AB, savunma harcamalarını “sürdürülebilir yatırım” olarak tanımlıyor – bu sahtekarlık, askeri-endüstriyel kompleksin çıkarlarına yapılmış bir tavizdir. Savaş, ekonomik büyümeye, iklim politikalarına entegre ediliyor; jeopolitik bir yatırım alanına dönüşüyor.
Stratejik otonomi eksikliği
Avrupa, Washington, Moskova ve Pekin arasında bir oyun topu gibi. Tasması hala ABD’nin elinde olduğu için, bağımsız bir barış düzeni perspektifine sahip değil. Macron veya Orban gibi liderler diplomatik çıkışlar yapsa da ya marjinalize ediliyor ya da Orban gibi “Putin yandaşı” olarak damgalanıyor.
Sonuçta, Ukrayna savaşında söylem ile pratik arasında derin bir çelişki yaşayan bir AB görüyoruz. Diplomasi yerine silahlanma, dayanışma yerine blok politikası, barış yerine cepheleşme tercih ediliyor.
6. Rusya’nın savaş amaçları, müzakere mantığı ve stratejileri
Rusya’nın politikası, emperyal restorasyon, güvenlik odaklı genişleme ve Batı’ya yönelik derin bir güvensizlikle biçimlenmektedir.
Putin’in amaçları
* Donbas ve Güney Ukrayna üzerinde fiili kontrolün sağlanması,
* Ukrayna’nın NATO yapılarından dışlanması,
* Kiev yönetiminin değişmesi veya tarafsızlaştırılması,
* Rusya yanlısı tampon bölgeler aracılığıyla güvenlik garantilerine ulaşmak
Bu hedefler “kırmızı çizgiler” olarak tanımlanmakta ve müzakere edilemez sayılmaktadır.
Müzakere hazırlığı: Gerçek niyet mi, stratejik bir aracılık mı?
Putin, diplomatik teklifler sunmakla uluslararası imajını iyileştirmeyi, Batı ittifaklarının bölünmesini, askeri olarak “nefes alma” süreci kazanmayı hedeflemektedir. Aynı zamanda “çatışmanın temel nedenleri”ni sadece Batı ve Kiev’e yükleyen bir retorik kullanarak, bütün sorumluluğu başkasına atma stratejisi izlemektedir. Bu da elbette Putin’in hem Ukrayna’da hem de Rusya içinde daha rahat hareket etmesini sağlamaktadır.
Sonuçta, Rusya, savaşı sadece askerî yollarla değil, diplomatik ve psikolojik unsurlarla da yönetmektedir. Putin’in stratejisi; kontrol, zorlama ve bölgeyi yeniden şekillendirme hedeflerine dayanmaktadır. Barış teklifleri ise gerçek bir uzlaşıdan çok, stratejik bir silah olarak kullanılmaktadır.
7. Ukrayna: Zelenskiy’nin çıkmazı ve iç politik kriz
Volodimir Zelenskiy tarihsel bir ikilemle karşı karşıya. Bir yandan müzakereler toprak kaybına yol açabilir, diğer yandan ise savaşı sürdürmek toplumsal çöküş riskini artırıyor.
Meşruluk ve seferberlik krizi
Zelenskiy’nin görev süreci hukuken sona ermiş durumda. Savaş nedeniyle seçimler yapılamıyor – ancak halk savaştan yorgun. Kitlesel göç, askerlikten kaçınma ve yönetime duyulan güvensizlik artıyor. İnternet, görevden kaçanları yakalamaya çalışan resmi kolluk güçleri ile ahali arasındaki kavgaları gösteren yüzlerce video ile dolu.
Batı’nın baskısı
Trump, Ukrayna’ya yardımı kesmekle tehdit ediyor. AB silah sevkiyatı yapıyor, ancak gerçek bir güvenlik garantisi sunmuyor. Zelenskiy, “dayanışma” adı altında yalnızlaştırılıyor ve kullanılıyor.
Sonuçta, Ukrayna liderliği, hem iç hem dış baskılarla kuşatılmış durumda. Toplum savaştan yorgun, siyasal sistem kilitlenmiş, Batı’nın “desteği” ise şartlı ve çıkar odaklı. Sol bir analiz, Ukrayna’yı ne kurban ne de kahraman olarak görmeli – çatışmanın merkezinde çıkarları çiğnenen bir toplum var ve her gün cephede ve cephe arkasında öldürülen insanların ezici çoğunluğu emekçi kesimlerden gelen nüfus.
8. Savaşın ekonomisi: Silahlanma, hammaddeler ve sermaye
Savaşlar sadece politik çatışmalar sonucu çıkmıyor; aynı zamanda ve belirleyici olarak sınıfsal temellere dayalı ekonomik çıkarlar tarafından da besleniyor ve uzatılıyor.
Bir büyüme motoru olarak silahlanma
* ABD ve Almanya savunma harcamalarını rekor seviyelere çıkarmış durumda,
* AB, savaş harcamalarını “sürdürülebilir yatırım” olarak meşrulaştırdı,
* Rheinmetall, Lockheed Martin, Thales gibi dev silah şirketleri ulaştıkları kârlar ile bayram halindeler.
Savaş nedeni olarak zengin hammadde kaynakları
Hem Rusya hem de Ukrayna bakır, lityum, nadir toprak elementleri gibi zengin hammadde kaynaklarına sahipler. Bu yüzden bu kaynaklara erişim, Trump’ın jeostratejik yeniden konumlanmasında merkezi bir rol oynamakta.
Sonuçta, savaşın ekonomik boyutu, çatışmanın sürekliliğini anlamak için kilit öneme sahiptir. Sermaye, savaşın kazananları arasındadır; silah ve enerji şirketleri rekor kârlar açıklarken, diplomasi ve barış talepleri sistematik olarak görmezden geliniyor. Sol siyaset, bu ekonomik çıkar yapısını daha enerjik olarak hedefe koymalıdır.
9. Militarizmi tırmandıran mantığına karşı alternatifler ve barış hareketi
Savaş yanlısı medya söyleminin egemenliği sürmesine rağmen, artık direniş odakları ortaya çıkmaya başladı.
Baskı politikaları
Yeşermeye başlayan direniş odaklarındaki sol sesler marjinalleştirilmeye çalışılıyor, barış gösterileri kriminalize ediliyor, savaş karşıtı açıklamalarda bulunanlara ve tanınmış entelektüellere karşı karalama kampanyaları, dışlamalar gündemde tutuluyor.
Enternasyonalizm
Yeni bir enternasyonalist harekete ihtiyaç duyulmaktadır. Bütün büyük güçlere karşı açık bir anti-emperyalist tutum alan, çok taraflı barış mekanizmalarının güçlendirilmesine yol açan, sosyal adaleti silahsızlanma ile birleştiren bir barış hareketi için sol hareketler seferberlik ilan etmelidir.
Somut, gerçekleşebilecek alternatifleri dile getirmek
Ukrayna’daki çatışmada karşılıklı güvenlik garantilerine dayalı bir donma (dondurulmuş çatışma) durumu; NATO dışı, BM aracılığında sağlanacak bir ateşkes; silahsızlanma görüşmeleri ve nükleer silahların yasaklanması girişimi; silah sanayisinin sivil sektöre dönüşümü (konversiyon) ve sosyal standartlara dayalı yeniden inşa programları dile getirilebilir. Barış politikasının geleceği, savaşın sona erdirilmesine yönelik bu veya buna benzer somut adımlarda yatmaktadır. Sol, bu yaklaşımların teorik savunucusu olmanın ötesine geçmeli ve siyasi uygulama alanında da somut güç haline gelmelidir.
Sonuçta, ciddi boyutlara ulaşabilecek bir barış hareketi, baskılara rağmen yeniden canlanabilir. Bunun ihtimalleri her gün artmaktadır. Ancak bunun için ideolojik netlik, yapısal dayanışma ve uluslararası vizyon gerekiyor. Sol, böyle bir hareketi yalnızca savunmakla kalmamalı, onu çağın en temel siyasal alternatifi haline getirmelidir.
10. Sonuç: Yeni bir Avrupa barış düzeni için
Ukrayna savaşı, yalnızca NATO ile Rusya arasındaki bir gerginlik değil, aynı zamanda dünyayı elinde tutan kapitalist sistemin içinde farklı çıkarlar peşinde koşan emperyalist devletlerin ve sermaye fraksiyonlarının sistemsel çatışmasının bir yansımasıdır. Bu çatışma içinde, değil dünya çapında ve Avrupa boyutunda, ülke çapında bile adil bir barış düzenini talep edebilecek güçlü bir barış hareketi henüz oluşmuş değil.
Bu güce ulaşabilmek için sol bir barış stratejisi şunları hedeflemelidir:
* Her türlü emperyal mantığı reddetmek,
* Uluslararası hukuku bir silah değil, bir temel olarak kullanmak,
* Sosyal adaleti, silahsızlanmayı ve uluslararası işbirliğini bir arada düşünmek,
* Silahlanmaya, yaptırımlara ve jeopolitik blok oluşturmalara karşı durmak.
Barış stratejisinin pusulası zafer değil, barış olmalıdır. Avrupa’nın geleceği, yeni bir barış mimarisiyle mümkün olabilir. Savaş yerine diplomasi, silah yerine dayanışma, blok siyaseti yerine halkların kardeşliği üzerine kurulmuş bir düzen, solun önünde tarihsel bir sorumluluk olarak duruyor.