Rejimin TÜSİAD’ın eleştirilerine verdiği tepki AKP’yi neoliberal kapitalizmin partisi sananların kafasını karıştırdı. Bu kesim bir iktidar (sınıflar) blokundan söz ediyordu ama bu blokun içindeki sınıflardan yalnızca birini, büyük sermayeyi tanıyordu. Peki blokun öteki ortağı hangi sınıftı? Bu sorunun cevabına, geçen hafta, rejimin siyasi pratiğinde tanık olduk.
Eski ve yeni
Rejimin tepkisinin siyasi, tarihsel arka planını Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Eski Türkiye’yi özlüyor olabilirsiniz ama yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz.” … “Eski Türkiye’de siyaseti istedikleri gibi dizayn ediyorlardı. Gazete manşetleri vasıtasıyla iktidarlara ayar veriyorlardı. Biz buna dur dedik” ifadeleriyle ortaya koydu.
Cumhurbaşkanı, iki “gerçeği” hatırlatıyordu: Birincisi artık bir “yeni Türkiye” var. İkincisi “eski Türkiye’de” “siyaseti dizayn eden, gazete manşetleri yoluyla iktidarlara ayar veren” bir güce, toplumsal konuma sahip TÜSİAD artık başka bir şeydir; “Eski Türkiye’de” siyasal iktidarın yanı sıra kültür endüstrisi yoluyla da iktidar olan bir “kesim” bugün artık bu konumunu kaybetmiştir; şimdi “haddini bilmelidir.” “Yeni Türkiye’de” siyasi iktidar ve medya üzerinden, topluma kültürel müdahale olanağı başka bir “kesimin” elindedir. Özel olarak rejimin, genel olarak siyasetin ve kültür savaşlarının merkezinde bu “kesimin” iradesi yatmaktadır.
Ve sınıflar
Peki bu, başka “kesim” nedir? Birincisi bu “kesimin” bir tarihi ve bu tarih içinde bir evrimi olmalıdır. İkincisi, bu “kesimi”, bir sınıf tanımına izin veren öğeler üzerinde düşünmek gerekir. Burada birincisine değinemiyorum, yerim yok. İkincisine odaklanırsam: Üretim araçlarının mülkiyeti, toplumsal iş bölümü içindeki konumları, bu ikisinden dolayı toplumsal artığın paylaşılması sürecindeki yerleri ve pay alma kapasiteleri, sınıfları tanımlar.
“Üretim aracı” deyince akla önce, insan bedeninin uzantısı olarak işleyen “şeyler” (alet, makine) gelir ama doğrudan üreticinin bu “şeylerle” bir araya geldiğinde üretim yapabilmesi için iki koşulun sağlanması gerekir: (1) Bu “şeylerin” özelliklerinin, işleyiş biçimlerinin ve kullanılma amacının bilgisi. (2) Üreticilerini üretim araçlarıyla birleşmesinin bu biçimini kabul ettirecek bir ideolojik-psikolojik şekillenmeyi olanaklı kılan özgün bir “simgesel sistem”/kültür.
Gerçekten de “bilgi”, üretim araçlarının çok kritik bir bileşenidir. Buna, üretim sürecinin aynı zamanda yeniden-üretim süreci olduğunu, verili düzeni mümkün kılan, koruyan söylemin, kodların üretilmesinin de kapitalist üretimin ayrılmaz bileşeni haline geldiğini de eklemek gerekir.
Bu noktadan bakınca da bilginin ve simgesel sistemin üretimi, kontrolü ve imhasına ilişkin pratikler, üretim aracı mülkiyeti, bu yolla artı-değerden pay alma olanağı, dolayısıyla sınıf pratikleri olarak karşımıza çıkıyorlar.
Peki Türkiye’de, geçmişte ve içinde bulunduğumuz tarihsel dönemde, bilgiyle arasında mülkiyet ilişkisi olan, bu yolla toplumsal ekonomik artığa ulaşma gücüne sahip bir sınıf var mıdır? Varsa nerededir?
Osmanlı düzeninden bu yana bilginin özgün bir biçimi olan dini bilginin mülkiyeti (üretimi, kontrolü ve denetimi), yaşam mekânları, beden pratikleri bağlamında toplumun geri kalanından farklı, bu farkın temsil edildiği kurumlar ve ayrıcalıklar yoluyla toplumsal artı-değerden pay alan bir kesim vardır. Bu, AKP aracılığıyla devlete ulaşmış, bu yolla artı-değer dağılımını da düzenleme olanağı elde etmiş bir kesimdir. Bu “kesim”, siyasal İslamın lider/egemen sınıfı olarak İslami entelijansiya/ ruhban sınıfıdır. Devleti ve kültürü harekete geçirme kapasitesine bakarak artık bunun “yeni Türkiye’nin” egemen sınıfı olduğunu da kabul etmek gerekir.
İlk 15 yılın ucuz/kolay yabancı kaynak girişinin beslediği “sahte refah” döneminde TÜSİAD ile bu artı-değer üretimine ve ticarete dayalı kapitalizmden farklı bir ekonomi politiğe sahip, yeni egemen sınıf arasında kurulu ittifak, ekonomik kriz içinde, “pasta küçülürken bozuldu”, bir artı-değeri paylaşma (kâr, faiz, rant arasında) savaşı giderek sertleşti.
Bir “sınıf iktidarı” durumunun sonuçlarını hesaba katmadan muhalefet yapmak en iyi durumda havanda su dövmek, en kritik durumda, siyasi, hatta fiziki olarak intihar etmek anlamına gelecektir.