Araştırmacı yazar ve Kıvılcımlı Enstitüsü kurucularından Ahmet Kale’nin yakın zamanda yayınlanacak olan “Kıvılcımlı Bibliyografsi”nden kimi bölümleri yayınlamaya başlıyoruz.
İlk bölüm Kıvılcımlı’nın tarih tezi sistematiğiyle incelemeye tuttuğu Türkiye Köyü, Alevilik, ilkel sosyalizm, sosyalizm üzerine yazdıklarının kısa bir değerlendirmesi.
Ahmet Kale hem hazırlamakta olduğu kitaptan bölümleri, Kıvılcımlı’yla ilgili yazılarıyla bundan sonra Siyasi Haber’de yazmaya devam devam edecek.
TÜRKİYE KÖYÜ VE SOSYALİZM
Türkiye Köyü ve Sosyalizm, Doktor Hikmet Kıvılcımlı’nın kitap olarak yazılmış bir eseri değildir. “Küçük Bir KÖY açısından SOSYAL GERÇEKLİĞİMİZ” alt başlığı ile önce 1967 yılında çıkan Sosyalist gazetesinde seri yazı olarak yayınlanmış, devamı da 1970 yılı sonlarında tekrar çıkarılan yine Sosyalist gazetesinde tefrika edilmiştir. Daha sonraları ise 1980 yazında Ankara’da, 2011 yılında da İstanbul’da kitap olarak yayınlanmıştır.
1963 yılı Ekim ayında Cumhuriyet gazetesi yazarı Fikret Otyam “Örnek Köyde Çabalar” başlığı altında bir seri yazı yayınlar. Bu yazıda “örnek” diye anılan köy, Sivas’ın Kayseri sınırındaki köylerden Karaözü köyüdür. Fikret Otyam seri yazısında bu Alevi köyündeki gelişmişliği ekonomik, sosyal, kültürel, eğitim gibi çeşitli yönlerden inceleyip başarılı bir yazı dizisi yayınlamış. Kıvılcımlı daha o tarihlerde bu yazı dizisindeki verileri, kendi Tarih Tezi ve bilimsel sosyalizmin metoduyla değerlendirmiş ve bu uzun yazıyı yazıp Sosyalist gazetelerinde seri halde yayınlamıştır. Girişte yazının gerçek sahibine hakkını teslim ederek başlar:
“Konunun malzemesini (notları, rakamları) kendimiz bulmadık. Gözü açık, özü pek bir gazeteci gencimiz, gitmiş, kafasından “Köylü memleketin efendisidir” gibi veresiye gazel okuyacağına, önüne çıkan birkaç köyü röportajla sanki fotoğrafa çekmiş. Orada anlatılan “Örnek Köy”, Anadolumuzun dört bucağına serpik Alevi köylerimizdendir. Alevi köyü, Orta Asya’dan kılıcı sıyırıp gelmiş göçebe atalarımızın içine girdikleri medeniyetin gelişkin sınıflı Toplum reziletlerine en az bulaşmış topluluklarıdır.”(S.9)
Fikret Otyam’ın röportajlarında anlattığı köy, ilkel sosyalizm geleneklerinin oldukça canlı yaşandığı, ortak üretim, adil dağıtım, imece usulü dayanışma ve paylaşımcı tüketimin doğallıkla sürdürüldüğü köylerden biridir. Bu gelenekleri tanıtmak ve ileriye dönük yararlanmak ülküsü ile yazar Kıvılcımlı:
“Köylümüzün yaşadığı ve süründürerek de olsa yaşattığı sosyalizm, modern Batı uygarlığının yarattığı yüksek sosyalizm değildir. İlkel Sosyalizm’dir. İlkel Sosyalizme mi dönelim? Hayır. Hayatta ve Tarihte ölmek var, dönmek yok. Burada, iki kere iki dört ederce belirli bir gerçekliğe değiyoruz. Metot olarak sosyalizm öylesine verimli ve yüksek bir yaşama ve dolayısıyla kalkınma yoludur ki, o bin yılların aşındırdığı İlkel Sosyalizm biçimi ile dahi, Toplumda rol oynamaktan geri kalmamıştır. 6 bin yıldır Kapitalizm öncesi, 500 yıldır Kapitalizm hep onu yıkmaya çalışmıştır. O gene ayakta durmuş. Kapitalizmin son vuruşunu yapamadığı yerde, ilkelliği ile dahi Sosyalizm üstün başarı göstermiştir.” (S. 10)
Kitap boyunca Karaözü köyünün, Türkiye’nin diğer köylerine hatta birçok şehrine göre ne kadar gelişkin olduğu rakamlarla, grafiklerle, tablolarla anlatılır. Bu gelişmişliğin hem ekonomik, hem sosyal-kültürel, hem de eğitim yönünden kıyaslaması yapılır. Köy başlı başına örgüt olmakla birlikte, her türlü yasal demokratik örgütleri de kolaylıkla örgütlemişler. 2000 nüfuslu köyde 4 dernek, 1 kooperatif elbirliği ile köylülerin dayanışması ve refahı için çalışmaktalar. Peki nedir Karaözü’nü ve diğer Alevi köylerini bu kadar ayrıcalıklı yapan?
“Nedir o ‘SOSYAL MÜNASEBETLER’? ’Okul’, ‘Eğitim’ veya ‘Ekonomi’ gibi soyulup tanrılaştırılmış genel, soyut bir lâf da o mudur? Uzun lâfın kısası: Karaözlü insanlarımız, ta Horasan Erlerinin Orta Asya’dan beri getirip İslâm medeniyetinde rönesans filizleri fışkırtmalarında başrolü oynamış bulunan o gürbüz ve temiz (EŞİT+YİĞİT+HÜR) kurallı KANKARDEŞLİĞİ toplum yaşayışlarını, her türlü kahır, işkence ve katliamlara karşı Anadolu bucaklarında bugüne dek koruyabilmişlerdir. Basit olayları kuru edebiyatla dramatize etmiyoruz. Büyük dram tarihin malıdır. Genç gazeteci bile, Karaözlülere baktıkça:
“Aynı inançtaki 40 bin kelleyi uçuran ve bu yüzden dağların arasına sıkışmalarına sebep olan koca Yavuz Selim” (age, 21)’in heyulasını görür gibi oluyor. O öz Türkoğlu Türk Karaözlülere, uğrunda 40 bin kelle verdikleri halde dönmeyip dağlarda direnme gücü sunan inanç nereden gelmiştir? İlkokuldan mı? O zaman öyle bir şey yoktu.
“İslâm Tarikatı sayılan Aleviliğe saptıklarından mı? Alevilik Mekke ülkücüsü Arap Ali adına bağlanmış da olsa, Alevilik İslâmlıktan gelmemiş, Horasanlı Ebamüslim adlı Ortaasyalının temsil ettiği kılıçlarla dışarıdan sokulmuştur. O akımı asıl yaratanlar ve İslâmlığa sokanlar, Ortaasya göçebelerinin sağlam insanları ile çökkün İslâm medeniyetini aşılayıp dirilten Türk-Moğol erleridir. Beyinsizce yazılmış ters medeniyet tarihine kanıp neticeyi sebep yerine koymayalım.”(s. 53)
Ömrünün en uzun cezaevi yıllarını Kırşehir’de geçiren Kıvılcımlı, bu uzun hapislik yıllarından bir bölümünde, yörede doktor yokluğundan, idarenin izniyle çevreden gelen yoksul hastalara bakmış. Hem yöre ve insanını iyi tanır, hem de teorik çözümlemeleriyle Alevi-Bektaşi inancının bu gelişmişlik ve ortaklaşma kültürüne etkilerini yazar:
“Hacı Bektaş Veli Dergâhı”, Kırşehir’in o adı taşıyan kasabacığındadır. Oraya varıp, upuslu insanların başucunda dönen yeldeğirmeni yanından karşılara bakanlar, keçe külah yuvarlaklığında esmer bir tepecik görürler. Horasan’dan gelmiş çadırı taşa çevirmiş duran Türbeler karşısındaki bu tepeciğe, -Karaözü’yü andıran- “Karaca Höyük” adı verilir. “Suluca Kara Höyük’ün (Kıvılcımlı’nın o höyüğü çizdiği bir karakalem resmi de vardır. A. Kale) çepçevresi, -tıpkı Karaözü gibi- üzüm bağları ile donanmıştır… Demek, Hacıbektaş dergâhı, deli dervişlik taslayan bir kuru “Târik’i dünyalık” değil, yeryüzüne kılıcı, sabanı ile dört elden sarılmışların “Numune Çiftliği” (Örnek bahçesi)dir. Tekkeler kapanmış, ayinler yasak edilmiştir gerçi. Göçebe Horasan erlerinin yıkılmaz çadırı, köfeki kemeleri ile oracığa dikili durur. Altlarında sandukaları ile “eren”ler taştan ülkü heykelleri gibi, yüzlerce yıllık sosyal görevlerine alçakgönüllüce nöbet tutarlar. Bütün Alevi köyleri de, her yıl oraya gizli adaklarını yollayıp, toprağı koklamanın, işlemenin, verimlendirmenin “sır”rını Hacıbektaş ustalarının dergâhından örnek alırlar.
“Yani, Hacıbektaşlar izinde akın akın gelmiş Hasandedelerin Horasan’dan getirdikleri de, Anadolu bucaklarına dikip örnek çiftlik topraklarını bereketlendirdikleri de, istersek gene bir ‘OKUL’dur diyebiliriz. Ancak, o ne ilk ne ortaokuldur, ne lise. Sonsuz hayat okulu, toplumsal üniversitedir. ‘Toplumsal’ın anlaşılır Frenkçesi, bugün Anayasamıza sokulmuş ‘SOSYAL’ sözcüğüdür.
“Evet, ‘Alevi’, ‘Kızılbaş’, “Bektaşi’ kılıklı toplumcularımız, Ortaasya’dan beriye, çöken İslam medeniyetini DİRİLTMEYE koşmuş ilkel SOSYALİZMimizin öldürülememiş canlı hücrecikleridir! Karaözü’nün Karaca Sulu Höyüğün, Hasandede’nin Baladız’ın, Banaz’ın, Pir Abdal Sultan’ın: Ölüm ve işkence önünde:
“Ay dur Şah Hatayim kaçandan
Zerrece korkmayız bu tatlı candan!” diye, pek sevdikleri hayatla dahi değiştikleri, savundukları şey ‘1300 yıl öncedeki koyu’, kör taassup değil, o ilkel sosyalizmdir. Bektaşi Köyünün sonsuz çalışma aşkı, birlikçi, dirlikçi, ekonomik yönde ‘ilerici’liği gökten inmiş tasavvuf sofrası değil, Ortaasya göçebeliğinden kalma (Eşit+Hür+Demokrat) KANKARDEŞLİĞİ düzeninde ‘Elini-Belini-Dilini’ tutmayı (çalmamayı-başkasının ırzına göz dikmemeyi-yalan söylememeyi) yaşama kuralı yapmış ilkel de olsa SOSYALİST adı verilen bir yeryüzü rejimi, insan münasebetleri biçimidir. ‘Kahvelerde pişpirik oynamayıp çalışan’ Bektaşi köylerinde bulduğumuz: Üretim-yardımlaşma-halkçılık-kadın-aydın-teşkilât-kültür-ahlâk-dirlik toplumsallığı, yüzlerce yıldır her baskıya kafa tutup ayakta kalabilmiş ilkel göçebe sosyalizminin kalıntılarıdır. Karaözü’nün ve Alevilerin bize öğretecekleri en büyük gerçek budur.”(s. 69)
İçinde bulunduğumuz toplumu anlayıp değiştirebilmek için, Osmanlı’ya, İslam ve Bizans medeniyetlerine bakmaya çalışan, giderek ilk medeniyetlerin kuruluşuyla da yetinmeyip, bütün bir Antika Tarih’e ışık tutmaya çalışan bir ustanın Alevi-Bektaşi toplumunun yaşayan geleneklerinden de modern sosyalizm ülküsü için yararlanmaması düşünülemezdi. Kıvılcımlı, diğer bazı eserlerinde de olduğu gibi “insani olan hiçbir şeye yabancı kalmayarak” son derece önemli tespitler koyuyor önümüze.
Ahmet Kale