Birleşik Tekstil Dokuma ve Deri İşçileri Sendikası (BİRTEK-SEN) “Güneydoğu Anadolu Bölgesinde Tekstil Sektöründe Kadın Emeği ve Sendikal Algı Raporu” başlıklı bir rapor yayınladı.
Rapor, Kadın istihdamının en yüksek olduğu tekstil sektöründe çalışan kadınların çalışma ve yaşam koşullarına odaklanıyor. Adana’dan Malatya’ya, Urfa’dan Adıyaman’a ve Adana’ya uzanan bir coğrafyayı mercek altına alıyor. Aynı zamanda ele alınan bölgede kadın emeğinin nasıl görünmez bir hal aldığını gözler önüne seriyor.
Rapora göre; bahsedilen illerde “kadın işçiler, küresel tedarik zincirlerinin hız, esneklik ve düşük maliyet taleplerini karşılamakta; ama aynı zincirin görünmeyen halkasında düşük ücret, uzun mesai, taciz ve sendikasızlıkla kuşatılmış bir hayat sürmektedir. Kadın işçiler, ‘yeni kriz’ in etkisi altında, hızlanan modanın ışıltılı vitrinlerinin ışıltısının arkasındaki karanlıkta, derin bir sömürü kuyusunda ömürlerini tüketmektedirler… konteyner kentte üretim baskısı altında çalışan, fazla mesaide evini ve çocuklarını kaybeden, sendikal örgütlenmeye yöneldiğinde kapının önüne konulan kadınların hikâyeleri… Bunlar yalnızca bireysel mağduriyetler değil; dünya çapında acımasızca işleyen sistematik bir emek rejiminin kolektif sonuçlarıdır.”
Bölgesel teşvik politikalarının etkisiyle üretim fabrikalarını Adana, Adıyaman, Malatya ve Şanlıurfa gibi illere taşıyan tekstil sektörü, illerde genç ve bekar kadınların yoğun olarak fabrikalara çekerken bölgesel “yedek işgücü”nü de kadınlar üzerinden seferber ediyor, tekstil üretiminin kadın emeği üzerinde yarattığı yapısal eşitsizlikleri de beraberinde getiriyor. “Sonuç olarak, kadın emeğinin yoğun kullanımı, kadınlar için istihdam artışı sağlarken aynı zamanda “düşük ücretli çalışmanın kalıcılaşması” sorununu da derinleştirir.”
Rapor, tekstil sektöründe kadın emeğinin varoluş biçimine yönelik tespitler içerirken, çalışma koşullarını, örgütlenme ve yaşamsal sorunlarını da ele alıyor
Kadın İşçilerin Sektörde Çalışma Koşulları
Rapor, kadın emeğinin ucuz işgücü olarak konumlandırılması ve ücretlerin yaşam maliyetleriyle kıyaslandığında yarattığı yoksulluk tablosunu ortaya koyuyor. Aynı zamanda fazla mesai uygulamalarının kadın işçilerin günlük yaşamına etkileri, mesaiye kalmaya zorlanma biçimleri ve ücretlendirme sorunlarını da tartışıyor. İş sağlığı ve güvenliği başlığında, özellikle afet ve iş kazalarına karşı alınan önlemlerin yetersizliği inceleniyor; taciz ve ayrımcılık kısmında ise kadınların işyerinde maruz kaldıkları cinsiyet temelli eşitsizlikler, mobbing ve şiddet vakaları değerlendiriliyor.
Sektörde ayrıca yaş ayrımcılığının da yapıldığını vurgulayan rapor, “Genç kadınların deneyimsizlikleri sömürü ve manipülasyona açık hale gelmelerine yol açarken, ilerleyen yaşlarda bu kez de yaş ayrımcılığı nedeniyle istihdamdan dışlanmaları söz konusu olmaktadır. Böylece kadın emeği, hem gençlikte hem de ilerleyen yaşlarda kırılgan ve güvencesiz bir konumda tutulmaktadır.” diyor.
Asgari ücretle yaşam mücadelesi
Ucuz, esnek ve ağırlıklı olarak kadın emeğinin yoğun sömürüsü üzerinden inşa edilen Türkiye tekstil sektöründe, uzun mesailere dikkat çekilirken, kadın emeğinin sistematik biçimde düşük ücretle değerlendirildiği aynı zamanda eşitsiz ve tutarsız olduğu belirtilen raporda, “Kadın işçilerin ücretlendirme koşulları, neoliberal ekonomi politikalarının dayattığı güvencesizlik ve kuralsızlık rejiminin en açık tezahürlerinden biridir. Araştırmamıza katılan işçilerin önemli bir bölümü, asgari ücret seviyesinde ya da altında bir gelirle yaşam mücadelesi verdiğini belirtmiştir.” deniliyor ve önerilerini sıralanıyor.
Doğum izni kullandırılmıyor, kreş açılmıyor
Kadınların ücretli emek piyasasına katılımının, bakım yükümlülüklerinin kurumsal olarak desteklenmediği, Türk İş Kanunu’na göre kadın işçilerin doğum öncesi ve sonrası toplam 16 hafta ücretli izin hakkının olduğunu ancak sahada bu hakkın fiili kullanımının ciddi engellerle karşı karşıya kaldığı belirtilen raporda, 150’den fazla kadın işçinin çalıştığı işyerlerinde kreş bulundurma zorunluluğuna karşın yasanın büyük oranda uygulanmadığına dikkat çekiliyor.
Deprem eşitsizlikleri derinleştirdi
2023 yılında Maraş merkezli yaşanan ve başta Malatya ve Adıyaman gibi en büyük yıkımların ve kitlesel ölümlerin yaşandığı illerde kadın işçilerin büyük çoğunluğunun işverenden destek alınmadığının tespit edildiği raporda, destek sağlandığı durumlarda bile bunun ya sembolik düzeyde kaldığı ya da kısa süre sonra işçilerden geri alındığı bu durumun da “yapılan desteğin gönüllü bir sosyal sorumluluk değil, fiilen borç olarak kurgulandığı aynı zamanda aynı zamanda yardım adı altında sunulan desteğin aslında devlet kaynaklarından, hatta doğrudan işçinin kendi fonundan karşılandığını, ancak şirketin “yardım etmiş” gibi görünerek medyada meşrulaştırıcı rol üstlendiği, deprem gibi kitlesel afet koşullarında dahi kadın işçi emeğinin karşılıksızlaştırıldığı, dayanışma yerine denetim ve kâr kaygısının ön plana çıkarıldığını” belirtiliyor ve “Afet, bu bağlamda yalnızca fiziksel bir yıkım değil; aynı zamanda kuralsız kapitalist ilişkilerin çıplaklaştığı bir kriz ânı olarak işlev görmüştür” tespiti yapılıyor.
Şiddet, ayrımcılık ve taciz
İşçi sağlığı ve iş güvenliğine yönelik tespitlerin de yer aldığı raporda, “Kadın işçilerin maruz kaldığı meslek hastalıkları ve iş kaynaklı rahatsızlıklar, yalnızca iş sağlığı ve güvenliği eksikliklerinden değil, aynı zamanda toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle şekillenen yapısal sömürü ilişkilerinden de beslenmektedir.” denilirken kadınların iş yerinde uğradıkları şiddet, ayrımcılık ve tacize yönelik geniş bir bölümde yer alıyor.
“Tekstil sektöründe kadın işçilerin maruz kaldığı en yaygın şiddet biçimlerinden biri mobbing, yani sistematik psikolojik yıldırmadır. Bu yıldırma, yalnızca bireysel davranışlardan ibaret değildir; üretimi artırmayı, itaati pekiştirmeyi ve kadın işçileri sindirmeyi hedefleyen yapısal bir yönetim stratejisidir. Anket verileri, görüşme dökümleri ve uzman değerlendirmeleri birlikte okunduğunda, mobbingin hem cinsiyet temelli ayrımcılıkla hem de güvencesiz istihdam rejimiyle iç içe geçtiği görülmektedir.”
Kadınlar sendikalara güvensiz
Rapor, kadınların sendikal örgütlenmede yaşadıkları sorunları ve sendikaların kadın işçilerle ilişkilenme biçimlerini de ele alıyor, “Araştırmanın bulguları, kadın işçilerin sendikalara yönelik algılarında umut ile güvensizliğin bir arada var olduğunu göstermektedir. Kadın işçiler sendikaları, işyerindeki eşitsizliklere karşı hak mücadelesinin temel araçlarından biri olarak tanımlamakta; ancak sendikalaşmaya katılımın önünde çok katmanlı engeller bulunmaktadır. İşveren baskısı, işten atılma korkusu, uzun mesai saatleri ve toplumsal cinsiyet temelli yükümlülükler bu engellerin en görünür olanlarıdır. Ayrıca, sendikaların geçmişte şeffaf olmayan ve erkek egemen yapıları da işçilerde “sendika sorunlarımı çözemez” duygusunu pekiştirmiştir.” tespitini yapıyor.