Röportaj: Sema Çelik, Ati Furkan Akçair – Fotoğraf: Zeynep Kalaç
Dev-Maden Sen Genel Başkanı Tayfun Görgün ile 13 Nisan tarihinde Akhisar’da görülecek olan ilk Soma duruşması öncesi bir değerlendirme yaptık. Soma ve Ermenek başta olmak üzere Türkiye’deki maden ocakları hakkında bilgi aldık.
Madencilik zor ve zahmetli bir iş Türkiye’de madencilik Cumhuriyet ile gelişti. Daha önce yabancılar tarafından yapılıyordu. Türkiye’nin jeolojik durumlardan kaynaklı madencilikte zengin bir coğrafya; fakat bu zenginliği Türkiye halkları çok az kullanıyor. Madenciliğin kısaca böyle bir özeti var.
Madencilik son yıllarda özel sektöre çeşitli yol ve yöntemlerle devredildi. Türkiye’de küçük çapta madencilik yapılmasına rağmen ciddi kayıplar oldu. Özellikle son 11 yılda ve 4 yılda giderek artan iş kazaları ve iş cinayetleri yaşandı. En yüksek karı elde etmek için yapılan madencilik tabiî ki madenci doğası gereği özenle yapması gereken bir sektör.
Madenciliği diğer sektörlerden ayıran bir şey var; madenler sonu bitimli sınırlı kaynaklardır. Madencilik ve tarım Dünyanın en eski iş koludur; ama tarımdan farkı tarımı ekip biçebilirsiniz yenileyebilirsiniz; fakat madencilik sektörü böyle değil; o yüzden bu madenler bütün bir halkın malıdır. Buda yeterli değil. Madenler gelecek kuşaklarında hakkıdır. Bu yüzden madenlerin özenle işletilmesi gerekmektedir. Sınırlı kaynaklar olduğu içinde ayrı bir önemi vardır. Özel sektör bu konuda çok kısa zamanda en yüksek karı elde etmek için çalışır. Bunu düşünmez. Ürünün en yüksek olduğu noktadan başlar ve eğer bir kamusal kontrol (devlet kontrolü ve sendika kontrolü) yok ise eğer, bunun en kötüsünü yapar. Kuralları çiğner, iş prensiplerine uymaz. Son yıllarda karşılaştığımız Soma, Ermenek ve diğer maden faciaları da bunu gösteriyor zaten. Şimdi burada özel sektörün bunu yapabilmesi için öndeki direniş noktalarını kaldırması lazım, bunlardan bir tanesi sendikalaşmanın kaldırılmadığı yerde sendikanın denetim altına alınması gerekiyor. Türkiye’deki madencilik sektörü böyle…
Geçmiş yıllarda yani 12 Eylülden önce Dev-Maden Sen hatırı sayılır bir örgütlülüğe sahipti tabii sektörü olsun, genel olarak bütün sektörler olsun bazı önemli kazanımlar elde etmiştir. O yıllarda da madencilik faaliyetlerinde hem çalışan işçilerin haklarını sahiplenmişler hem de kamunun hakkı olan madenciliğin bu özellikleri çerçevesinde yapılması için bir mekanizma oluşturmuştur.12 Eylülden sonra kapatılıp yasalar değiştirildiğinde eski gücünü Dev-Maden Sen’de koruyamamıştır. Dolasıyla bizim örgütlenme seviyemiz son derece yetersiz durumda. Bu duruma hem 12 Eylül yasaları sebep oldu, hem de işverenler… Özel olarak Dev Maden Sen’in bütün örgütlenme alanlarının önünü açıkça kesmişlerdir. Buna karşılık olarak bloklar şeklinde oluşan durumlar var. İşçilerin kamuda örgütlenmesini kısıtlayan sebeplerde var. Dolayısıyla madencilik en örgütsüz sektörlerin başında geliyor.
Dev-Maden Sen olarak örgütlenmede iyi bir seviyede değiliz. Ne zaman ki Türkiye’de facialar gündeme geliyor işçiler kendilerine yapılan haksızlıkların kanunsuzlara karşı isyan ve öfke dalgası büyüyor o zaman tabii ki de Dev Maden Sen’e de örgütlenme için alan açılıyor işimiz kolaylaşıyor. Soma’da böyle bir şey görüldü ama Ermenek’te bu böyle olmadı. Ermenek’te çok daha farklı koşullar var. Oranın yöresel demokratik yapısı farklı. Orada maden havzası çok geniş olmadığı için o küçük havzaya çok bağlanmışlar ve başka iş kolu olmadığı için işçiler örgütlenmeye çok sıcak bakmıyorlar. Soma’da daha farklı oldu. Facianın başında DİSK’e bir yönelim oldu. Sarı sendika son derece yıpranmıştı buna karşı tepki başladı; fakat geçen dönemlerde yaşanılan işten atılmalar yüzünden örgütlenmeye karşı bir korku dalgası var ve bu yüzden başlangıçtaki üye sayımız yarıya düştü. Ama yine de 5-6 arkadaşımız baskılara rağmen orada çalışmalara devam ediyorlar. Genel olarak Türkiye’deki durumumuz bu şekildedir. Madencilikte örgütlü büromuz bu şekilde oluyor.
Şimdi Türkiye’de madencilikte başta olmak üzere başka iş kollarında da hükümetin ayrı bir yaklaşımı var. Genel olarak Türkiye ve diğer kapitalist ülkelerle boy ölçüşebilmek, Türkiye sanayisini ayakta tutabilmek için dayandığı tek şey rekabet. Çünkü ucuz üretim gücü, ucuz işçilik bir devlet politikası haline gelmiştir.
Taşeronlaşma, özelleştirme her sektörde olduğundan daha fazla madencilik sektörüne yerleşti. Soma Holding gibi işletmeler ise aslında madencilik deneyimi olmayan, şirket bile olmayan ‘evveliyatı itibariyle söylüyorum’ şirketlerdir. Bunlar AKP’nin kurduğu, kurdurttuğu, iş birlikçi şirket haline getirttiği insanların, kurumların bir araya gelerek önümüze çıkarttığı dayatmalardır. Hâlbuki Türkiye’de madencilik konusunda daha eski şirketler var. Madenciliği kurumsal olarak yapan yıllarca bunun zahmetini çekmiş şirketler vardır. Bu şirketler bilinmiyor. Diğer taraftan Soma’nın hemen yakınında yapılan AKP tarafından kurdurulmuş olan şirketler var. AKP’nin mitinglerine destek ve işçi yığımlarında bulunuyorlar. Bunların Türkiye’de başka illerdeki ihaleyle aldıkları maden ocakları da var. Bu açığa çıktığı için toplumsal olarak tepki de var. Bu yeni kurulan şirketler Soma’da henüz devreye girmediler.
Hazırlık çalışmaları yapıyorlar bu şirketlerde iki büyük kurumları var. Soma ve Kınık’ta açılacak olan ocaklarda yaklaşık 2’şer bin işçi çalıştıracaklar. Onların madenciliği daha farklı, daha kurumsal şirketlerdir. Soma Holding gibi AKP’nin kurdurduğu şirketlerle aynı geleneklere sahip değiller. Tabi kapitalist şirketlerdir yine. Sömürünün en yoğun olduğu şeyleri yapacaklar ama şöyle bir fark var Soma Holding gibi olan şirketler belki AKP tarafından gözden çıkarılmış.
Durumun ne olacağı seçim sonuçlarına bağlı. Biraz işçilerin örgütlenmelerine gelişmelerine bağlı değişim gösterecek. Yani işçiler sessiz kalırsa denetimler ve kanuni yaptırımların uygulanması işçiler tarafından gözetilemez ise eskiye dönüş tekrar, yeni faciaları getirebilir. İşte bunları deminde dediğim gibi seçimler belirleyecek. Bizim örgütleme çalışmalarımız süreci belirleyecek. Öte yandan mahkeme süreçleri de biraz bunu belirleyecek. Eskisi kadar açık biçimde ve yaygın biçimde hak ihlalleri madencilik prensiplerinin ihlalleri güvenliksiz çalışma ortamının çok yaygın sürmesi şu anda eskisi kadar hüküm sürmüyor. Ama bu örgütlenmeyi arttırırsak tamamen ortadan kaldıracak bir şey tabi… Bunu sağlayamazsak yine eski sisteme döneceğiz gibi görünüyor.
Hayır, Sayın Bakan ekibimize sözler verdi. İnceleyeceklerini söyledi ve bazı yaklaşımlarımızın hemen yapılabilir olacağını söyledi. Taleplerimizi haklı buldu bazılarını haklı olmakla beraber yapmasının çok zor olduğunun kendilerinin de bir karar aşamasında olduğunu eğer böyle ölümler sürecekse Türkiye’de kömür üretimi konusunda bir geriye çekilmenin olabileceğini ve ithalat yapılabileceğini söylemiştir.
Soma’dan sonra Türkiye’de kömür ithalatı artmış durumda Soma’nın yapılamayan üretimi ithalatla karşılanmaktadır. Dolayısıyla hemen hemen hiçbir olumlu gelişme olmadı. Biz bakanlıkla görüşmelerin veya hükümetle ve parlamentoyla görüşmelerin eğer ısrarlı bir toplumsal baskı, işçi desteği olmadığında sonuca ulaşmayacağını biliyoruz. Ama görevimizi yaparak bakanlığa çok net bir şekilde hangi önlemlerin acilen alınması gerektiğini, bütün madencilik politikalarının yapılması gerektiğini kendilerine anlattık. Bunun en başında zaten fütursuzca yapılan özelleştirmelerin ve özel sektörün kaldırılması gerektiğini, kontrollerin iyi yapılması gerektiğini ve sendikalaşma konusunda işverenlerin ve dolayısıyla hükümetin taraflar tutumunu kaldırması gerektiğini içeren bir metin hazırladık ve görüşme yaptık. Ciddi bir gelişme yok şu anda.
Mahkemede tarafız dedik. Biz burada müdahil olmak istiyoruz ve mahkemede söz söylemek istiyoruz dedik; fakat savcılık bunu reddetti. İlk duruşma faciadan tam 11 ay sonra 13 Nisanda yapılacak. Bu gecikme, bu yavaşlık başka bir olumsuzluk tabi. Bu dört örgütünde KESK, DİSK, TTB, TMMOB’den müdahillik sürecine gelen bir yanıt var mı bilmiyorum ama madencilik sendikası olan DİSK’e bağlı Dev-Maden Sen’in, -üstelik üyelerimizde var orada- buna rağmen müdahil edilmemiş olması zaten reddedildiğimiz anlamındadır. Fakat savcılık bizi reddetse de biz mahkemenin her aşamasında olacağız. Bu mahkemeyi sonuna kadar izleyeceğiz ve mahkemenin kendisine de tekrar müdahillik için başvuracağız.
Bu kanayan bir yara. Türkiye zaten adalet sisteminin çökmüş olduğu bir ülke ve sistemin adalet dağıtmadığı çok açık bir gerçek. Özellikle AKP’den sonra bu daha da arttı. Yasama yürütme gibi organlar neredeyse ortadan kaldırıldı. AKP döneminde yargı da hükümete bağlanmış durumda. Bunu yargı kararlarından ve adli işleyişten görebiliyoruz. Bizim, işçi sınıfı olarak ve işçiler olarak adliyedeki davalarımızda da, Yargıtay’daki daha önceki kararların – yani işçi lehine olan kararların- da giderek değiştiğini büyük bir ayrımcılığa tabi tutulduğumuzu burada görüyoruz. İşçileri ilgilendiren davalar genellikle 2-3 yılda sonuçlanıyor. Adalete erişim konusunda, adalet sağlanması konusunda mevcut kanunların uygulanmadığı bir süreçten geçiyoruz. Soma’da da süreç böyle oldu. Biz, bir davanın açılış biçimindeki eksikleri zaten daha önce kamuoyuna duyurduk. Burada asıl sorumlular yerine daha çok oradaki teknik mühendisler, işçiler, ölen mühendisler dahil olmak üzere diğer davalarda da olduğu gibi bu kişiler cezalandırılarak adalet yerini bulmuş gibi gösteriliyor. Aslında asıl suçlu olan büyük sermaye devletin ve diğer sorumluların aklandığını gördük. Soma’da da bu tehlike karşımızda var bunu son kararda da görüyoruz. Davanın geç açılmış olması zaman açısından da bize bazı şeyleri gösteriyor ve bize bir olumsuzluğu anlatıyor. İkincisi mahkemenin bazı kararlarını kamu duydu; bunlar da şu anda cezaevinde olan sanıkların, mevcut işletmeye ait yetkililerin bir kısmının mahkemeye getirilmenin gerekli olmadığını, ifadelerinin online sistemle alınmasının yeterli olacağı şekilde bir karar çıktı. Sebep olarak da sanıkların can güvenliği gerekçe gösterildi. Mahkemeye katılacak olan işçi ailelerinin bu sanıklara zarar verecekleri gibi bir düşünce var. İşçilerin can güvenliğini umursamayan çeşitli yetkili kurumlar, öldürmekle yargılananların can güvenliğinden dolayı mahkemeden kaçırıyorlar. Çünkü online sistemden manipülasyon yapmak daha mümkündür. Sanıkların tutum davranışlarını basın yoluyla, ölenlerin yakınları yoluyla izlenmesi ve gözlemlenmesi dâhil olmak üzere psikolojik olarak sanıkları rahatlatan bir süreç yaratılmış oldu. Biz bunu kınıyoruz ve çok yanlış buluyoruz. Aynı zamanda davacı olan ailelerin ve tanıkların evlerinde ifadesinin alınması kararı çıkartılarak mahkemeye gelmeleri gereksizleştirildi. Buradan görülüyor ki mahkeme heyeti de davayı gereksizleştirmiştir. Bu uygulamalar sadece kişinin mahkemeye sağlık veya mesafe gibi engeller dolayısıyla gelemeyeceği durumlarda yapılmaktadır.
Baroların görevi zaten budur. Bütün baroların özellikle en başta Barolar Birliği’nin bu davayı izlemesi gerekmektedir. Çünkü bu dava üsteki soruda da anlattığım gerekçelerle sıkıntılı bir hale gelmiştir. Baroların, Türkiye’de bu kadar büyük can kayıplarının olduğu, bu kadar büyük hak ihlallerinin olduğu ve mahkemelerin dava başında davayı sulandırmaya çalışan yaklaşımlarında, mahkemeyi enine boyuna izleyip, görevlerini yapmaları konusunda baskı altına alan ve süreci izleyen bir sorumluluk içinde olduğunu düşünüyorum. O bakımdan onların yaklaşımlarını olumlu buluyoruz. Umarız ki bu sözlerini mahkeme bitene kadar sürdürürler. Ama mahkeme dışındaymış gibi görünen bir şey daha var; o da herkesin bilmesi gerekiyor ki genel seçimler, mahkemenin sonucunu belirleyecektir. Eğer ki şu anda bütün mahkemeleri baskı altına alan ve Soma faciasında da sorumlu olan hükümet ve Enerji Bakanlığı, -yani siyasal iktidar- eğer bu ölçüde parlamentoda ve hükümette tek hâkimiyet kurmaya devam edecek seçim sonucunu çıkarsa Türkiye’de bu mahkemelerden bir şey beklemenin gerçekçi olamadığını şimdiden söylüyorum; ama seçim sonuçları daha adil olursa, devam edecek olan mahkemeden olumlu sonuç almamız, bu tip davaları izlememiz ve adil bir yönde hukuki sonuç almamız gerçekleşecektir. Aksi halde zaten AKP’nin şu andaki hükümranlığıyla bu tip davalardan sonuç almak, seçim sonuçlarına bağlı olarak ortaya çıkacaktır.
Tabi ailelerle görüşüyoruz. Bütün hepsiyle değil ama önemli bir kısmıyla görüşüyoruz. Onların henüz yaraları küllenmiş değil. Bu davada ailelerin yaralarını saracak adalet duygusu yaratacak bir süreç olursa eğer bu insanların eski hayatlarına geri dönmeleri, bu acılarla beraber yaşayabilmeleri kolaylaşmış, daha gerçekleşebilecek bir durum arz ediyor. Devlet ailelere verdiği sözlerin büyük bir kısmını yerine getirmedi. Aileler son derece kötü durumdadırlar. Bir facia yaşandı ama hala katillerin ve sorumluların korunuyor olması ailelerin de adalet duygularını köreltmiş ve acılarını dindirmemiştir.
Bu talep KESK, DİSK, TTB, TMMOB’nin talebiyle de çakışıyor. Birincisi adaletin hızlı bir biçimde ve zamanında yapılmasını istiyoruz. İkincisi bütün sonuçlarıyla beraber bütün sorumlularının yargılanmasını istiyoruz. Bu konuda sadece oradaki mühendislerin, elemanların özellikle de ölmüş olanlarına suçların yıkılması şeklinde değil; bütün sorumluların hükümetten, devletten, sarı sendika da dahil olmak üzere herkesin orada yargılanmasını istiyoruz. Daha da önemlisi bütün bu mahkeme sürecini, aynı zamanda bundan sonra hem adaletin yerini bulması, insanların tatmin olması, hem de adalet duygusunun yaratacağı rahatlıkla bir görev yapmasının yanında, aynı zamanda yeni faciaların olup olmayacağını belirleyecek bir süreçtir bu. Çünkü yine daha öncekilerde olduğu gibi bu dava da eğer sorumlular cezalandırılmazsa, açığa çıkarılması için ciddi bir çaba sarf edilmezse bunu yapan kesimler – yani kar için parayı, rant için işçilerin ölümünü bile hiçe sayan bu vicdansızlar sürüsü- Türkiye’de bu suçları işlemeye devam edeceklerdir. Yani adalet kurumu burada bilmelidir ki, önce adaleti dağıtmakla kalmış olmayacaklar- ki zaten adaleti dağıtmak görevleridir ama aynı zamanda da yeni faciaların önlenip önlenemeyeceği konusunda bir görev yapıyor olacaklardır. Dolayısıyla bu görevleri TC’nin yurttaşı olarak, insani olarak da, hukukçu olarak da onlardan bekliyoruz. Biz bu davanın takipçisi olacağız. Canı yanan, adalet isteyen herkesin de bu davanın takipçisi olması gerektiğini düşünüyoruz.