Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    Suriye’de çember kimin için daralıyor?

    27 Temmuz 2025

    Dr. Özlem Has: “Beyaz Toros zihniyeti yok olmadı yalnızca biçim değiştirdi”

    26 Temmuz 2025

    Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

    25 Temmuz 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Ortadoğu
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

      25 Temmuz 2025

      Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

      25 Temmuz 2025

      Engellilik Onur Ayı — Susmuyoruz, saklanmıyoruz, onurluyuz!

      24 Temmuz 2025

      Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

      24 Temmuz 2025

      Canımız, ciğerimiz yanıyor…

      24 Temmuz 2025
    • Seçtiklerimiz

      Suriye’de çember kimin için daralıyor?

      27 Temmuz 2025

      Dr. Özlem Has: “Beyaz Toros zihniyeti yok olmadı yalnızca biçim değiştirdi”

      26 Temmuz 2025

      Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

      25 Temmuz 2025

      Ulus-devletin mumu sönmeye koyulurken

      25 Temmuz 2025

      Batı’da yükselen dalga Japonya’ya ulaştı

      24 Temmuz 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      İsrail’in ‘iç’ mücadelesi gerçekten çıkmazda mı?

      21 Temmuz 2025

      SYKP Eş Genel Başkanı Mertcan Titiz: Kalıcı barış için sürecin seyircisi değil, öznesi olmalıyız

      8 Temmuz 2025

      Yangınların ortasında dayanışmanın motor gücü: Kuryelerin afetle mücadelesi – Mesut Çeki

      2 Temmuz 2025

      Kadir Akın: “Türk sosyalistleri Ermeni sosyalistlerinin varlığını görmezden geldiler, çünkü onlar Ermeniydi.”

      27 Haziran 2025

      SYKP’li Turgan: Solun örgütsel bir yenilenmeye ihtiyacı var

      11 Haziran 2025
    • Dosyalar
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Suriye’de çember kimin için daralıyor?

    Suriye’de çember kimin için daralıyor?

    DENİZ ALTAY Sendika.Org için yazdi: Suriye’de federatif bir çözümün önündeki en büyük engel Türkiye’dir. ABD henüz bu konuda kesin karara varabilmiş değil. Politik çıkarlarının gereği ağırlığını şimdilik Türk devletinin önceliklerini güvenceye alacak tarzda oluşturuyor. Ancak dengeler kırılgan. Türkiye’nin başta İmralı olmak üzere başkaca denklemlerdeki değişimlere bağlı olarak daha evvel razı gelemeyeceği çözümlere yakınlaşabilmesi de ihtimal dahilinde.
    Deniz Altay27 Temmuz 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Suriye’de savaşın ve silahların gölgesinde şekillenen denge bir türlü istikrar zeminine evrilemiyor. Özellikle son bir haftada yaşanan gelişmeler, bu dengenin ne denli kırılgan ve ölümcül olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. HTŞ öncülüğündeki Selefi cihatçı yapıların, Dürzîlerin yoğunlukla yaşadığı Süveyda bölgesine yönelik başlattığı saldırı, yalnızca bir askeri operasyon değil; doğrudan sivil nüfusu hedef alan geniş çaplı bir katliam olarak kayıtlara geçti. Yerel kaynaklara göre bir hafta içinde yaklaşık 2000 civarında Dürzî sivil katledildi, yüzlerce ev yağmalandı, köyler talan edildi.

    Bu saldırı, HTŞ’nin bölgede sistematik olarak yürüttüğü mezhebi ve etnik temizlik politikasının yeni bir halkasını oluşturuyor. Mart ayında Suriye’nin sahil kentlerinde Alevi sivillere yönelik gerçekleştirilen saldırılar, ardından Şam başta olmak üzere Hıristiyan ve Süryani toplulukları hedef alan lokal katliamlar, bu zincirin önceki halkalarıydı. Ancak bu kez, saldırının ölçeği ve hedef alınan kitlenin genişliği itibarıyla yeni bir eşiğin aşıldığı görülüyor. Üstelik bu son saldırının, HTŞ’nin geliştirdiği diplomatik ilişkilerle eş zamanlı olarak yaşanması, HTŞ’nin artan hareket kabiliyetini daha geniş bir bağlamda kullanma isteğini de sergiliyor.

    Katliamın gölgesinde: Dürzîler neden hedef alındı?

    HTŞ hükümetinin Dürzîlere yönelik başlattığı son saldırıyı ele alırken, bu gelişmeyi yalnızca HTŞ’nin kendi iç dinamikleriyle açıklamak eksik ve yanıltıcı olur. Şam’daki iktidar koltuğuna yeni oturmuş, hâlâ kendi içinde parçalı ve ideolojik olarak dağınık bir cihatçı ittifak olan HTŞ’nin, böylesine geniş çaplı, dünya kamuoyunu sarsacak bir saldırıyı tek başına planlayıp gerçekleştirmesi, mevcut kapasitesiyle mümkün görünmüyor.

    Öyleyse Dürzîlere yönelik katliam saldırısının ardında, Suriye’nin en temel oyun kurucusu olma iddiasındaki ABD’nin ve ittifaklarının olmadığını düşünmek mümkün değil. Türkiye ise zaten dolaylı olarak Süveyda saldırısının içerisinde. SMO güçleri ve bu güç içerisinde yer alan Türkmenler saldırıda özel bir rol üstleniyor. Türkiye için hesap basit: İsrail’in egemenlik alanını daraltmak, merkezi Şam hükümetini güçlendirmek ve Kürtleri daha güçsüz ve siyaseten yalnız bir pozisyonda bırakmak.

    Bu noktada özellikle ABD’nin bölgedeki temsilcisi Tom Barrack’ın oynadığı rol belirleyicidir. ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, Türkiye’nin çıkarlarını da göz önünde bulunduran bir çizgide ilerliyor. Hatırlanacaktır, Tom Barrack, “Kürtlere devlet sözü vermedik” demiş ve Suriye’de çözüm olarak “tek devlet, tek bayrak, tek ülke” yaklaşımı benimsediğini duyurmuştu.

    Açık ki ABD’nin HTŞ lehine Kürtlere karşı el yükselten tutumu, Şam’ı güçlendirme isteğinden daha çok, Türkiye’nin elini zayıflatmayan bir denge siyaseti olarak yorumlanabilir. Bu, Suriye’nin genel denkleminde Türkiye’yi tamamen dışlamayan ve bununla birlikte Kürtlerin uluslararası müzakere masasındaki pozisyonunu zayıflatmayı hedefleyen bir stratejiyle örtüşmektedir.

    Ayrıca Tom Barrack’ın HTŞ’ye yönelik yaklaşımı, ABD iç siyasetinde bazı çevrelerle çelişiyor gibi görünse de (ve gerçekten öyle olsa bile), mevcut durumda bu tür değerlendirmeler politika dışıdır. Çünkü fiili olarak sahadaki siyaset, mevcut mekanizmalar üzerinden ilerlemekte ve Barrack’ın pozisyonu doğrudan ABD’nin uygulayıcı politikası halini almaktadır.

    Kürt hareketi, Tom Barrack’ın tutumunu nasıl yorumluyor?

    Nitekim Kürt hareketi de bu gelişmeleri yalnızca Şam merkezli okumuyor; aynı zamanda Türkiye’de yürütülen olası barış/müzakere süreçlerini hedefleyen bir ABD müdahalesi olarak değerlendiriyor.

    Kürtlerin değerlendirmesine göre, ABD’nin bu hamlesi yalnızca bölgedeki ittifak değişiklikleriyle ilgili değil; aynı zamanda Kürtlerin Türkiye ile kurabileceği olası müzakere süreci ile ilişkili bir hamle. Bu nedenle, ABD’nin son açıklamaları ve HTŞ’ye sunduğu örtük destek, Kürt hareketi nezdinde önemli bir taktik hamle olarak değerlendiriliyor. Ve Kürt hareketinin sahadaki bileşenleri bu hamleyi, İmralı masasındaki Kürt elini zayıflatmak, Kürt ulusal haklarının siyasal kazanımlarını sınırlandırmak olarak not ediyor. Bu okumanın doğal sonucu olarak da ABD, Kürtler üzerinde siyasal hegemonya alanını genişletmeyi amaçlıyor.

    ABD-İsrail arasında bir çelişki mi var?

    Sonuçta ortaya çıkan tablo açık: ABD, HTŞ’nin elini güçlendirdi, Türkiye’yi dışlamadan denklemin içinde tuttu ve Kürtler için daha zorlayıcı bir manevra alanı yarattı.

    Bu denklemde HTŞ, güç aldığı uluslararası destekle kendi içini tahkim etmeye yöneldi. Bunun önündeki temel engellerden biri olarak Kürtlerden önce halledilmesi gereken Dürzîler yer alıyordu. Bu aynı zamanda parçalı Colani ittifakının sürekliliğini sağlayabilecek ve bütün Selefi örgütlerin üzerinde mutabık kalabileceği bir başlıktı.

    Ve yine Dürzîlere yönelik saldırıdan önce İsrail ile Colani arasında Azerbaycan’da gerçekleşen görüşmede belirli uzlaşıların sağlandığına dair iddialar gündeme geldi. Hatta İbrahimi İttifak’a Suriye’nin de dâhil edilmesi konuşuldu. Tel Aviv sokaklarına içerisinde Colani’nin de yer aldığı posterlerin asılması ve karşılıklı kimi mesajlar iki taraf arasında yumuşama izlenimi uyandırdı. Ancak bu hızlı yumuşama HTŞ’yi cesaretlendirdi ve Dürzîlere yönelik katliamın zeminini hazırladı.

    Tabii burada HTŞ, başarısız ve oldukça beceriksizce bir mühendislik yaparak saldırının Bedevi-Arap aşiretlerince yapıldığı görüntüsü vermek istedi. Suriye’nin farklı kentlerinden yola çıkan araç konvoyları, Colani liderliğinin kabulü olarak kamuoyuna yansıtıldı. Bu aynı zamanda yaşanacakların siyasal sorumluluğundan kurtulabilmenin kötü bir hesabıydı.

    Sonrasında olanlar biliniyor. İsrail uçakları Şam’da bilinen bütün HTŞ merkezlerini hedef aldı. Colani’nin sarayı bombalandı, Şam hükümetinin savunma bakanı Ebu Kasra’nın öldürüldüğü iddia edildi. Arap medyasına göre Colani Türkiye’ye kaçtı. O günden sonra Ebu Kasra henüz medyada görünmedi. Yer yer çatışmalar sürmekle birlikte esas olarak HTŞ’ye bağlı bütün gruplar geri çekildi.

    Ve bu karmaşık tablo, ABD-İsrail arasında bir çelişki mi var sorusunu beraberinde getirdi.

    Lakin gerçekte olan şudur. ABD İsrail’in böyle bir saldırı yapacağını öngörüyor ve hatta biliyordu. Çünkü İsrail için Suriye’nin güneyi ve Dürzî bölgeleri kırmızı çizgi niteliğindeydi ve bu daha önce defalarca ifade edildi. ABD, bu saldırıyı önlemeye çalışmak yerine, İsrail’in HTŞ’yi dengelemesi yönünde dolaylı bir politika geliştirdi. Bir başka deyişle, HTŞ’ye “yürü” denirken, gerçekleşecek olan saldırılar da hesabın içerisindeydi. Bu zemin hem İsrail’in müdahale edebileceği “meşru bir alan yarattı” hem de bu saldırılar, ABD’nin sopası olarak da işlev gördü. Bu nedenle iki ülke arasında çelişki olduğu varsayımı, analiz açısından yanıltıcıdır.

    ABD’nin bu saldırılara dair resmi bir olumsuz tutum takınmaması ve Tom Barrack’ın katliam sonrası yaptığı açıklamalarda İsrail’in güvenliğinin her şeyden önemli olduğunu belirtmesi bunu gösteriyor. Yine katliama dair Dürzîlerin hedef gösterilerek rejimin belirgin biçimde aklanmaya çalışması, HTŞ’ye stratejik toleransı net biçimde ortaya koymaktadır.

    Yine de belirtelim, ABD ara ara HTŞ’nin de kulağını çekmekten geri durmuyor. Ekonomik yaptırım sopasının yeniden kaldırılması Colani’ye hudutlarını hatırlatan açık bir uyarıdır.

    DSG, Türkiye ve İsrail üçgeni

    Demokratik Suriye Güçleri (DSG) ve Özerk Yönetim açısından oldukça zorlu ve çelişkilerle örülü bir süreçten geçiyoruz. Bu süreçte hem ABD’nin hem Türkiye’nin politik önceliklerini gözetme mecburiyeti, hem de sahadaki fiili baskıların ağırlığı dikkat çekiyor. Aynı zamanda, Şam yönetimine verilen açık uluslararası destek de Kürt hareketi üzerinde belirgin bir baskı oluşturmakta.

    Özellikle Türkiye’nin şu an en öncelikli güvenlik kaygısı olarak Rojava’yı öne çıkardığı açık. Kürt hareketinin kurucu hatlarından biri olan Rojava, Türkiye ile Kürt hareketi arasındaki sürecin belirleyici ayaklarından biri haline geldi. Kürt hareketi Rojava’yı kendi siyasal geleceği açısından güvence altına almak, belli bir statüye kavuşturmak istiyordu. Türk devleti ise sürecin kontrolünü elinde tutmak, yönünü belirlemek adına Rojava’daki gelişmeleri zaman kazanma taktiğiyle yönlendirme çabasına girdi. Bu bağlamda Rojava’nın seyri, yalnızca kendi iç dinamikleriyle değil, aynı zamanda tüm bölgesel sürecin yönünü belirleyecek potansiyele sahiptir.

    Bu çerçevede çokça tartışılan bazı konuları daha net ele almak gerekiyor. Bu bakımdan Türk devleti, stratejik bir hedef olarak Kürtler ile İsrail’in yakınlaşmasını engellemek olarak belirlemiş durumda. Devlet adına söz alan herkes, sürecin gerekliliğini anlatmak için, Kürt-İsrail ittifakının gelişmekte olduğundan dem vuruyor.

    Peki gerçekte Kürtler ve İsrail arasında böylesi bir ilişki mevcut mu?

    Öncelikle İsrail bağlamında meseleye bakarsak, İsrail bölgesel düzlemde yeni bir dizayn sürecine girmiş bulunuyor. Bölgeyi kendi çıkarları temelinde yeniden yapılandırmak istiyor. İsrail’in yaklaşımı, bölgesel düzlemde kendisine karşı potansiyel taşıyan hiçbir gücün etkin olmasına müsaade etmemek üzerine kurulu. Bu nedenle, ikinci bir “oyun kurucu” aktöre tahammül göstermiyor. Bu da doğrudan Türkiye ile olan gerilimlerinin esasına tekabül ediyor.

    Yine buna paralel İsrail, özellikle Suriye rejiminin merkezi ve istikrarlı bir biçimde yeniden güç kazanmasına karşıdır. Bu bağlamda, hem Suriye’ye hem de Türkiye’ye karşı ve hatta İran’da Kürtlerle ittifakı dolaylı olarak bir söylem olarak köpürtülüyor.

    Ancak tüm söylemlere ve kamuoyuna yansıyan diplomatik mesajlara rağmen, İsrail’in Kürtlerle dolaysız ve doğrudan bir ittifaka girmediği açıkça görülüyor. Rojava’nın 2012’de özerkliğini ilan etmesinden bu yana geçen süre zarfında İsrail ile Özerk Yönetim arasında açık ya da gizli bir askeri veya siyasi yardım ilişkisi kurulmadığı biliniyor. Öyle ki Rojava’nın çok ciddi tehlikelerle karşı karşıya kaldığı zamanlarda bile İsrail belirgin bir inisiyatif almadı.

    Ayrıca Kürtler de İsrail siyasetinin karakterini önemli ölçüde tanıyorlar. İsrail’e güvenerek bir siyasal konumlanışın kendileri açısından belirsizliğe sürüklenmek ve bir dizi karşı saldırıyla muhatap olmak anlamına geldiğini de çok iyi biliyorlar. Böylesine güvenilmez bir ittifak ilişkisinin Kürtleri çok daha karmaşık çelişkilere sevk edeceği fikriyatı Kürt hareketinde oldukça güçlü. Bu bakımdan İsrail-Kürt ittifakı üzerinden fırtınalar kopmasına rağmen bu fırtınanın bugüne kadar hiçbir somut karşılığı bulunmuyor.

    İsrail’in Kürtlere yönelik olumlu söylemleri ise Türkiye’nin kırmızı çizgilerine dokunmamak üzerine kurulu. Bu bakımdan İsrail’in ABD’nin onayı olmadan Kürtlerle yapısal bir ilişkiye girmesi mümkün değildir ve eğer kurulacaksa her türlü ilişkide ABD’nin çizdiği çerçevenin içerisinde olmak durumundadır.

    Türkiye-İsrail savaşı mümkün mü?

    Diğer yandan, Türkiye’nin Suriye’deki en büyük korkularından birisi, HTŞ ile birlikte kendisine açılan alanın İsrail tarafından sınırlandırılmasıdır. Açık ki Türkiye, bu alanda tam bir egemenlik kurmak istiyor. Ancak İsrail, Suriye’nin kuzeyiyle sınırlı bir müdahaleye sıcak baktığını açıklamış ve Türkiye’nin bu sınırları aşması halinde Erdoğan’ı doğrudan hedef alacağını açıkça belirtmişti. Bu açıklamalar resmi kurumlar tarafından da defalarca teyit edilmişti.

    Ancak bugün İsrail ile savaş söylemi boş bir köpük dalgasıdır ve ancak iç siyaseti tahkim etmenin aracı olarak işlevlidir. Yoksa gerçeklik bu şekilde değildir. Meseleye daha geniş bir perspektifle bakmak, gösteri toplumunun söylemlerini aşan bir pencereyi aralayacaktır.

    Ortadoğu’daki büyük kapışma, sadece devletlerin değil, aynı zamanda sistemlerin, blokların ve çıkar odaklarının savaşıdır. Türkiye bu tabloda uzun zamandır emperyalist kampta, özellikle NATO’nun çizdiği çerçevede hareket eden bir aktör olarak konumlanmıştır. Her ne kadar dönemsel söylemlerle ABD veya İsrail karşıtı çıkışlar yapılsa da, bunlar çoğunlukla iç kamuoyuna dönük manevralardır. Fiili durumda Türkiye, özellikle stratejik ve askeri düzlemde, NATO’nun ayrılmaz bir parçası ve İsrail’in örtülü müttefikidir.

    Bugünkü bölgesel dengelerde Türkiye ile İsrail’in doğrudan karşı cephelerde yer alması olağan koşullarda mümkün değildir. Her iki ülke de NATO’nun stratejik çıkarlarıyla çelişmeyecek biçimde hareket eder. İsrail’le sert sözlü atışmalar yaşansa da bu, esas ittifak ilişkisini bozan bir durum değildir. Tam tersine, Türkiye’nin tarihi ve yapısal yönelimi onu Batı kampının vazgeçilmez unsuru yapar. Eğer bir savaş çıkacaksa, bu savaşta Türkiye, NATO’nun güdümünde, büyük ihtimalle yine İsrail’le aynı safta yer alacaktır.

    Ancak değişen siyaset dengeleri aynı siyasal kampta yer alanların, yine bu kamp içerisinde ağırlık merkezlerini genişletmeleri uğruna, birbirleriyle sürtüşmelerine olanak tanıyacak cinstendir. Ve Türkiye’nin de işi ifrada vardırmadığı müddetçe göreli bir hareket serbestiyeti vardır. Bu oyunun kurallarının nerede başlayıp bittiği de yine Türk devleti tarafından bilinmektedir.

    Rojava ve Kürtler: Fikirleri yayılıyor, kendisi kuşatmada

    HTŞ’nin Dürzîlere yönelik gerçekleştirdiği son katliamlar, sadece Dürzî toplumu nezdinde değil, genel olarak HTŞ’nin temsil edemediği tüm Suriye halkları arasında Özerk Yönetim’e yönelik birikmiş ve yaygınlaşmış bir sempatinin açığa çıkmasına vesile oldu. Bu bağlamda Mazlum Abdi’nin geçici cumhurbaşkanlığı fikri, Süveyda başta olmak üzere çok sayıda yerel ve diasporik Dürzî çevrede güçlü bir talep haline geldi. Avrupa’da yaşayan Dürzîler ve İsrail’deki Dürzî toplumu da bu çağrılara eylemlerle destek verdi. Dürzî lider El Hicri’nin yaptığı açık çağrı ile Kürtlere yönelik mücadele ve birlik çağrısı da sürecin yönünü etkileyen önemli gelişmeler arasında yer aldı.

    Bu talepler karşısında DSG ciddi bir askeri gövde gösterisine girişti. Rojava’daki büyük kentlerden konvoylar halinde yola çıkan DSG birlikleri, Süveyda bölgesine çıkan yollara konuşlandı. Özerk Yönetim’in ve DSG’nin üst düzey yetkilileri – başta Mazlum Abdi ve İlham Ahmed olmak üzere – Dürzîlerin koridor çağrısına karşılık vereceklerini, hazır olduklarını kamuoyuna açıkladı. Bu gelişme, Türk devleti açısından ciddi bir tehdit algısı yarattı.

    Tam da böylesi bir anda ABD, yine Türkiye ve Şam’ı önceleyen bir teklifle Kürtlerin karşısına geldi. DSG’nin Şam ordusuna bağlı bir güç olarak koridoru açması ve bölgeyi silahlı gruplardan arındırması önerildi. Ancak DSG bu teklifi, HTŞ ile böylesi bir adımı atmayacağını ve yine HTŞ’nin bu katliamdan sorumlu olduğunu belirterek kabul etmedi.

    Özerk Yönetim şu an kapsamlı bir “demokratik cephe” kurma çabası içerisindedir. Bu cephenin içinde Aleviler, Dürzîler, Hristiyanlar gibi çeşitli toplumsal kesimler yer almakta; siyasi adımlar atılmakta ve geniş tabanlı bir birlik zemini oluşturulmaktadır. Kürt hareketi, mevcut denge durumunu sürdürürken, HTŞ’siz bir Suriye’nin de mümkün olabileceğine göre planlarını yapmakta. Son günlerde bilinçli olarak kullanılan Demokratik Suriye Cumhuriyeti kavramı tam olarak bu görüş açısına dayanıyor.

    Ancak sürecin nasıl ilerleyeceğini belirleyecek olan, elbette uluslararası aktörlerin tutumudur. Sahada henüz bu demokratik alternatifi hayata geçirebilecek açık bir jeopolitik alan oluşmuş değil. Ancak Özerk Yönetim ve DSG, bu alternatifi örgütleme kararlılığını gösteriyor.

    Türkiye de bu olasılığı ciddiye almakta ve doğrudan Hakan Fidan aracılığıyla askeri müdahale tehdidini dillendirmektedir. “Kendi güvenliğimiz tehdit altına girerse askeri seçeneği devreye sokarız” açıklamaları bu çerçevede okunmalıdır.

    Bugün Özerk Yönetim, kendisine yönelebilecek saldırıları savuşturmanın ve masada da daha güçlü olmanın en belirgin yolunun Rojava’nın dışına taşmak olduğunu görmüş durumda. Ayrıca artık Kürt hareketi için Rojava, Rojava’dan çok daha fazlasıdır. Rojava’dan başlayan yol İmralı’ya kadar uzanmakta.

    Bu çelişkili tabloyu doğru değerlendirmek gerekli. Rojava’da alınacak bir yenilgi, sadece Rojava’yı değil, İmralı’daki müzakere sürecini ve Kürt halkının Türkiye’de başarmayı murat ettiği siyasal kazanımlarını da doğrudan etkileyecektir.

    Bu nedenle Kürt hareketi, Suriye özelinde diplomatik kanalları açık tutarak, teslimiyet çağrılarına karşı direnerek ve Suriye halklarının demokratik taleplerine yaslanarak bu süreçte ayakta kalmaya çalışıyor. Özellikle HTŞ karşıtı halk kesimlerine yönelik birleştirici çalışmalar, fikirsel ortaklaşma denemeleri ve bölgesel diplomatik hamlelerle, hem askeri hem de siyasi düzlemde yeni bir alternatif inşa edilmek isteniyor.

    Ancak buna karşılık olarak Türkiye’nin kuşatma siyaseti artarak sürecektir. HTŞ de buna uygun olarak Özerk Yönetim’e karşı müzakereleri zamana yayma ve esas olarak Türkiye lehine zaman kazanma siyaseti izliyor. Özellikle taraflar arasındaki son görüşmeler gittikçe geriliyor, sorunlar çözülmüyor ve bu gerilim Özerk Yönetim adına yapılan açıklamalara da yansıyor. IŞİD’in yeniden canlandırılması dahil Özerk Yönetim’i zayıflatabileceği düşünülen bütün siyasi, iktisadi ve diplomatik araçlar şu anda devreye konulmuş durumda.

    DSG adına Mazlum Abdi’nin Paris’te ABD garantörlüğünde Colani ile yapacağı görüşmenin saatler kala iptal edilmesi Türkiye’nin elini hemen her yere uzatacağının ve kuşatma stratejisini yalnızca sahayla sınırlı kalmayacağının kanıtıdır.

    Sonuç olarak, şunu söylemek mümkün. Suriye’de federatif bir çözümün önündeki en büyük engel Türkiye’dir. ABD henüz bu konuda kesin karara varabilmiş değil. Politik çıkarlarının gereği ağırlığını şimdilik Türk devletinin önceliklerini güvenceye alacak tarzda oluşturuyor. Ancak dengeler kırılgan. Türkiye’nin başta İmralı olmak üzere başkaca denklemlerdeki değişimlere bağlı olarak daha evvel razı gelemeyeceği çözümlere yakınlaşabilmesi de ihtimal dahilinde. Ancak bunun için Rojava ve Kürtlerin siyasi kuşatma sürecini en güçlü şekilde atlatmaları ve Türkiye’yi bu çözüme mahkum edecek yeni bir denklemin kurulması gerekiyor. Şu an için Türkiye’nin kara bulutları Rojava’nın üzerinde.

    Şam ile Özerk Yönetim arasındaki ilişki biraz daha uzayacağa benzeyen bir final sahnesini andırıyor.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Dr. Özlem Has: “Beyaz Toros zihniyeti yok olmadı yalnızca biçim değiştirdi”

    26 Temmuz 2025

    Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

    25 Temmuz 2025

    Ulus-devletin mumu sönmeye koyulurken

    25 Temmuz 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Ömer Bölüm

    Lozan’ın Sessiz Sayfası: Kürtler Tarihin Hangi Satırına Yazıldı?

    Sinan Cantürk

    Cezaevi, red, mahkeme: Gazeteciliğin yeni hali

    Elif Gamze Bozo

    Engellilik Onur Ayı — Susmuyoruz, saklanmıyoruz, onurluyuz!

    Toros Korkmaz

    Lozan Antlaşması bağlamında Kürt sorunu ve görülmeyen ötekiler

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Deniz Altay

    Suriye’de çember kimin için daralıyor?

    Siyasi Haber

    Dr. Özlem Has: “Beyaz Toros zihniyeti yok olmadı yalnızca biçim değiştirdi”

    Adil Okay

    Corc İbrahim Abdallah’ın tahliyesi ve eski bir afişin düşündürdükleri

    Baskın Oran

    Ulus-devletin mumu sönmeye koyulurken

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    İşçi sınıfının açlıkla imtihanı

    5 Temmuz 2025

    İşçiler ne yapsın?

    11 Haziran 2025

    Grev okulundan dersler

    10 Haziran 2025
    KADIN

    Patriarkayı yık

    22 Haziran 2025

    Kadının İnsan Hakları Derneği, İstanbul Sözleşmesi’ni AİHM’e taşıdı

    3 Mayıs 2025

    DEM Parti Kadın Meclisi’nden Saadet Partisi’ne ziyaret

    14 Mart 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.