BM İnsan Hakları Komiseri Volker Türk, geçtiğimiz hafta sonu, Suriye’nin batısında Lazkiye, Tartus, Ceble ve Hama ve Humus kırsalında gerçekleşen cinayetlerle ilgili soruşturma başlatılması ve faillerin hesap vermesi çağrısında bulundu. Durumu özetlediği açıklamada, “Aralarında kadınların çocukların ve silahlarını teslim etmiş savaşçıların da olduğu tüm fertleri öldürülmüş aileleri kapsayan son derece rahatsız edici raporlar alıyoruz” dedi. “Kuzeybatı Suriye’deki kıyı bölgelerinde sivillerin öldürülmesi derhal durdurulmalı.”
Ahmed eş-Şara’nın itirafı: “İntikam almak için fırsat bildiler”
Suriye geçiş dönemi Cumhurbaşkanı Ahmed eş-Şara, Reuters’a verdiği söyleşide olayların çıkışını “provokasyon”la açıklasa da Alevilere yönelik cinayetleri kabul etti: Şara, geçtiğimiz perşembe günü devrik devlet başkanı Esad’ın kardeşi Mahir’in 4. Tümeni’ne bağlı Esad yanlılarının ve müttefik bir yabancı gücün çatışmaları “huzursuzluk çıkarmak ve mezhepsel anlaşmazlık yaratmak” için tetiklediğini söyledi. Ancak, “Ezilenleri savunmak için savaştık ve en yakınlarımız arasında bile [olsa] adaletsizce kan dökülmesini veya cezasız veya hesapsız kalmasını kabul etmeyeceğiz,” diyerek katliamları kınama ihtiyacı duydu. Rejimin müttefikleri arasındaki cihatçıların çatışmayı kan dökmek için bir fırsat olarak gördüklerini de doğruladı: “[Olaylar] yıllarca biriken şikayetlerin intikamını almak için bir fırsat haline geldi,” dedi. Ancak “durumun […] büyük ölçüde kontrol altına alındığını” söyledi.
“Birçok taraf Sahile girdi ve birçok ihlal yaşandı”
Durumun “kontrol altına alındığı” meçhul. Türkiye’nin kurup yönettiği Suriye Milli Ordusu, iktidar partisi Heyet-ül Tahrir eş-Şam ve Ceyş el-İzze’nin merkezinde yer aldığı Askeri Operasyonlar Komutanlığı’nın resmi Telegram kanalı, katliam başlarken “‘Nusayri isyanını’ bastırmak üzere bölgeye yaklaşık yarım milyon savaşçının gönderildiğini” duyurmuştu. Sahil bölgesine akan binlerce [kişilik] silahlı grubun kontrol edilemediği bizzat Ahmed eş-Şara tarafından da kabul edilen bir gerçekti: Eş-Şara, “Birçok taraf Suriye sahiline girdi ve birçok ihlal yaşandı” dedi. “Aralarında Alevilerin de olduğu” yedi kişilik bir heyeti 30 gün içinde Lazkiye ve Tartus kentleri ve kırsal bölgelerinde geçtiğimiz Perşembe başlayıp 11 Mart’a kadar süren kıyamı araştırmakla görevlendirdiğini, bu rapora göre hareket edeceğini söyledi.
Eski Alevi Konseyi başkanının danışmanı Muhammed Nasır, ailelerin tüm fertleriyle infaz edildiğini, Nasır’ın da aralarında olduğu yerel Suriyeli kaynaklar, şimdiden dört günde 1.700’ü aşkın sivilin öldürüldüğünü açıkladı.
Şam rejiminin ideolojik körlüğü ve mezhepçiliği
Ne kadar araştırırsa araştırsın Şam rejiminin ideolojik körlüğü ve mezhepçiliği, Esad dönemi askeri ve siyasal güç piramidinin son derece dar bir taban üzerinde yükseldiğini ve bu tabanın mezhep değil, servet ve kudret asabiyesine dayandığını görmesini imkansızlaştırıyor. Esad rejiminin devrilmesi sonrasında Şam’ı “himaye” altına almak üzere harekete geçen, başını Türkiye’nin çektiği bölge güçleri de “Sünni dayanışması” ekseninde bu körlüğü beslemeye devam ediyor. Bu koşullar baki kaldıkça Şam’daki iktidar blokunun “Esad rejimiyle hesaplaşma” bahanesinin iktidardaki silahlı güçler koalisyonunun tabanında Suriye nüfusunun yüzde 15’ini oluşturan Alevilere yönelik daimî bir köktendinci husumeti beslemeye devam etmesi kaçınılmaz.
Bu açmazın içinden, hiçbir zaman gerçekleşmeyecek BM koruması, ya da tarihe bir sersemlik örneği olarak geçen, Ahmet eş-Şara’yı bile utandıracak bir tarafgirlikle mazlumu zalim ilan eden AB yaklaşımıyla çıkılamayacağı açık.
Kürt ve Dürzi dinamikleri Suriye’nin siyasal kimyasını değiştirecek
Buna mukabil, bu gidişatın önünü kesecek yerel dinamikler Suriye’de hareket halinde. Ülkenin sahil kesiminde Alevilere yönelik kahredici kıyam sürerken Suriye’nin üçte birini denetim altında tutan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi Şam yönetimiyle “entegrasyon” anlaşması imzaladı. Ardından Süveyda merkezli olarak Şam’a biata direnen Dürzilerin önderliğindeki Güney Operasyon Odası’nın başını çektiği hareket Şam’la yönetim birliği anlaşmasına vardı.
Suriye iç savaşı döneminde kendilerini Şam’daki merkezi hükümet güçlerinden olduğu kadar, “muhalif” siyasal İslamcı şiddetten de korumayı başaran ve siyasal ve askeri örgütlenme deneyim ve gücü edinerek kendilerini tüm dünyaya -bu arada İsrail ve Türkiye’ye de- kabul ettirmiş olan Suriye’nin bu iki yapı taşının Şam’la yönetim birliğine varması basitçe bir “iltihak” olarak görülemez. Bu, mevcut rejimin kontrol ettiği nüfus ve araziye bir o kadarının daha katılması demektir. Şam’daki görünüm ne olursa olsun kendi topraklarında halkla bütünleşmiş, tesanüt içindeki bölgelerin genel Suriye tablosuna siyaseten dahil oluşları Suriye siyasal kimyasının mahiyetçe değişmesi anlamına gelecektir.
Mazlum Kobani: “Bazı gruplar ordu içinde mezhepsel çatışmaları körüklemek için kullanılıyor”
Kendisi iç gerilimlerle malul “geçiş rejimi”nin Kürtleri ve Dürzileri de kapsayarak gelişmesi, Ahmet Eş-Şara’nın ister istemez üzerine almak zorunda kaldığı Suriye’nin modern dünyaya eklemlenmesi sürecinde ona yalnızca, muhtaç olduğu “çoğulculuk” ve “rıza sahipliği” görüntüsünü kazandırmakla kalmayacak. Bu iki kuvvet merkezi, ister istemez, önce kendi topraklarını, ardından ülkeyi yönetme hak ve gücünü “Suriye iç hukuku”na kaydetmeksizin edemeyeceklerinden katıldıkları “Suriye devleti” de kaçınılmazca başka bir devlete dönüşecektir.
Nitekim, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) komutanı Mazlum Abdi’nin henüz Şam yönetimiyle “entegrasyon” anlaşmasını imzalamadan önce, Ahmed eş-Şara’nın Lazkiye ve sahil bölgesinde süregiden Alevi katliamlarını durdurmak için devreye girmesi ve düzenleyenlerden hesap sorması gerektiğini dile getirmişti. Abdi, Türkiye destekli silahlı grupları da “katliamın sorumluları”ndan olmakla suçladı. Mazlum Abdi, Ahmed Şara’ya seslenerek, yeni Suriye ordusunun yapısının ve silahlı grupların tutumunun gözden geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Bazı silahlı grupların ordu içerisinde “mezhepsel çatışmaları körüklemek” için kullanıldığını dile getirdi.
Abdi’nin gözlem ve uyarıları esasen, yazının başında yer verilen Askeri Operasyonlar Komutanlığı’nın bir inanç grubu olarak Alevileri bizzat hedef alan kendi genel tutumunun bir “mezhep çatışması dinamiği” oluşturduğunu çok söze gerek bırakmaksızın ortaya koyuyordu.
Esad rejiminin kefaretinin Alevilere ödetilmesine karşı çıkanlara “ayrışma” korkuluğu
Suriye nüfusunun Alevilerle birlikte yaklaşık yüzde 40’ını oluşturan Kürtler, Dürziler ve Hristiyanların kendi varlık ve kimlikleriyle ve anlaşmalar yoluyla oluşmakta olan yeni düzene katılmaları, cihatçıların, Esad döneminin ayrıcalıklarına konar ve Şebbihalaşırken dönemin suçlarının kefaretini Alevilere yıkma yönelişi karşısında doğal bir engel oluşturacaktır.
Suriye’de Alevi katliamı başını almış giderken Erdoğan’ın siyasal gericiliğin Kürtlere, Alevilere, ilericilere ve laiklere karşı on yıllardır gösteregeldiği korkuluğa bir kez daha sarılması şaşırtmıyor. Suriye’de olanlar için bütün diyebildiği şundan ibaret: “Yıllarca bizi Türk-Kürt, laik-antilaik, ilerici-gerici, Alevi-Sünni diye ayrıştıranlar son günlerde başka senaryolar peşinde koşuyor. Suriye’deki eski rejim artıklarının terör eylemleri öne sürülerek, milletimizin kardeşliğine son derece sinsi, son derece kirli bir pusu kuruluyor.”
Esad rejimi yıkıldığında herkesten çok şaşıran ve üzülen birinin şimdi yıkılan rejimin kefaretinin Alevilere ödetilmesine isyan edenlere, “bizi ayrıştırıyorlar” diye saldırması, esasen sınırın her iki tarafında Kürtlerin, Alevilerin, seküler Arapların ve Türklerin ve Hristiyanların Suriye’deki katliamcılar karşısında birleşerek, başka bir Suriye’nin ve başka bir Türkiye’nin mümkün olduğu inancını, daha kötüsünün olamayacağı düşünülen koşullarda diriltmeye girişmiş olmalarından.
Her şey zıddıyla kaim
Erdoğan, mülteci kamplarında ihvan orduları için eğitim merkezleri açarken Suriye’nin meselelerinin bir “iç mesele” haline geleceğini hiç düşünememiş olabilirdi. “İşte Kobanê, düştü düşüyor” diye Suriye’de IŞİD’e destek verirken Türkiye’de Alevileri, Kürtleri ve solu dayanışmaya sevk etmekte olduğuna aklı yetmemiş olabilirdi ama 7 Haziran 2015’te bu siyasetinin sonuçlarıyla tanıştığından bu yana, ittifaklarını Suriye’de, Irak’ta, Lübnan’da, Ürdün’de, Mısır’daki gericilik odaklarına yaymadan Türkiye’de iktidara tutunmasının mümkün olmadığı fikriyle hareket ediyor.
Ancak, bilinen gerçektir: Her şey zıddıyla kaimdir. Suriye’de cihatçıların Alevi katliamına gerekçe uyduran, yanıtını Türkiye Alevilerinden alacaktır. Suriye’ye tekçilik ihracına kalkışanın yüzüne Suriye’nin çoğulluğu tokat gibi çarpacaktır. Kürtleri Şam’a bağladığı zehabına kapılan, Şam’ın Kürtlere bağlandığı hakikatiyle tanışacaktır.
Aleviler, Suriye’de yalnız değildir, Esad rejiminin kefaretini ödemeye mahkûm hiç değildir. Suriye’nin çoğul gerçekliği Şam’a sınırlarını gösterecek, Kürtlerle, Dürzilerle, kadınlarla, laiklerle, Hristiyanlarla birlikte küllerinden doğmakta olan yeni Suriye, Alevilerinin yaralarını sararak onları layık oldukları dayanışmayla yükseltecektir.
Suriye Ankara’nın değil, Suriyelilerindir.