Volkan Varışlı yazdı: Soykırımın 100.Yılında “komik bir aydın” olmaktansa..
“Hegel bir yerde, dünya çapında tarihî öneme sahip bütün olay ve kişilerin âdeta iki kere sahneye çıktığından söz eder. Şunu eklemeyi unutur : birinci seferinde trajedi, ikincisinde ise komedi olarak.” Karl Marx
7 Kasım 2015’te Tüyap kitap fuarının özel bir oturumu vardı. Bu oturum soykırımın 100. yıldönümünde arda arda gelen yüzleşme tanıklıklarından,sosyalistler için en önemli kimliklerinden birini, karşımızda ve dipdiri haliyle tarihe not düşenlerinin kaleminden, bu kez kaleme dil verenlerin sözlerinden aktarılıyordu. Konu kimlik: Matdeos Sarkisyan, yani bilinen ismiyle “Paramaz” dı.
Bu topraklarda sol-sosyalist değerler uğruna ve gelenekle yaşamayı seçen herkesin okuması gereken kitaplar biri, “Utanç ve Onur” kitabına emek verenlerden Nevzat Onaran, oturumda ismi daha önceden açıklanan Aydın Çubukçu’nun yerini, kendisinin rahatsızlığı nedeniyle katılamayışı dolayısıyla almıştı. Paramaz’la tanışmasının ise iki yıl önce Edirnekapı anmasında tamamen tesadüfen gerçekleştiğini anlattı ve Paramaz’ın meşhur “Van Mahkeme Savunmasından” sözlerle devam etti. Ardından çok uzun bir süre akıllardan çıkmaması gereken,darağacı önündeki son sözü “ yaşasın sosyalizm” cümlesini hatırlattı bizlere. Bütün bu bilinç kaybını “sözde” kurulmuş ulus devletinin asker-sivil çelişkileri üzerinden bir mantıksal düzeneğe oturtmayı ancak başarabildiğini anlattı, Onaran ve bu çelişkinin sürdüğünü de “Talat’ tan Tayyip’e” cümlesi ile,dinleyenlerin belleğinde,daha güncel bir zemine oturttu.
Paramaz ismini ‘Karamaz’ olarak kullanarak bir avuç içinde tutulması gayet güç bir Genelkurmay özel kitabını masanın üzerine çıkarttığında ise eminim salondaki herkes, ülkenin belleğinden silinmesi özel olarak programlanmış bir konuya dair, ne denli mühim bir külliyatı bizlere kazandıranları tam olarak cepheden görebilildiğimizi hissetti.
Ardından sözü alan Patrak Estukyan, sözlerine çok derin tarihe girmek yerine son 15 yılı konuşarak başlamak isteğiyle “hasta adam” ın üzerine kurulu bir devleti,10 yıl marşının özel anlamı ifade eden cümleleriyle sürdürdü. Egemen aklın yönlendiriş şeklinin ne denli kuvvetli ve bağlayıcı olduğunu,bu nedenle de Türk Sosyalistlerin körlüğünün anlaşılabilirliğine,içten bir empati kurmaya çalıştı.Oysa hemen ardından gelen örnekler sadece sosyalizmin siyasi konuları değil,Türk feminizmi,Türk İşçisi gibi özel tabirlerle akıllara kazındı. Çünkü 1900’lerin başında Ermeni Aydınların feminizm gibi bir çok konuda yazmanın ötesinde,yayınlar çıkarttığını,dergiler etrafında örgütlenmelerin varlığını anlattı. Cümlelerine kendilerine anahtar arayan ama Zograp’ın yazılarını hiç görmemiş edebiyatçılardan örneklerle devam etti.
Patrak Estukyan, Paramaz ismiyle Vakıflı’da eşinin dayısının aynı isme sahip olması nedeniyle tanıştığını anlattı. Eşi kendisine “20 idamlıklar’ ı nasıl olur da daha önce duymamış olabilirsin?” demişti.Çünkü 20 idamlıklar onca mücadelenin sonunda,bir yağlı urganda asılmış ve gelişigüzel 1 karış toprakla üstleri örtülerek gömülmüşlerdi.Mezarları bile kayıptı. Oysa bugün Suphi Nejat adında enternasyonel bir devrimci kendine kod adı yapmıştı Paramaz’ı. Daha ne unutulmaz isimler vardı: Dikran’lar Diyarbakır’dan,Murad’lar Sivas’tan can almış halk fedaileriydi. Bütün bu yalın ve net ifadelerin yanındaysa “yapay millet yaratma” çabasının başarısız bir kalıntısında nefes alıyor ve yüzleşiyorduk. 100 yıl sonra varolan ulusu yok ederek, yeni ulusun kurulamayış hikayesi! 12 Eylül Anayasası’nın yazarı Orhan Aldıkaçtı’nın “vatandaşa karşı devleti korumak için bu anayasayı yazıyoruz” dediği gerçekle ne kadar uyan bir tarihi saptama, tüm soğukluğuyla Patrak’ın ağzından örnekleniyordu.
Kitabı 4. baskıya hazırlanan ve Sarkisyan ile döneme dair hemen en kapsamlı detaylara kitabında yer veren Kadir Akın ise sözlerine aydın ve demokrat körlüğünden söz açarak başladı. Sosyalist Komitern’in gözlerini boyadığı geleneğin, azılı bir sendikacı olduğuna dair anahtarlara kitabında da yer verdiği İştirakçi Hilmi’yi bile görmediğini anlatarak,1920’de Doğu Halkları Kurultayına katılan delegenin bizzat onca “kılıç artığı”nı yaratan bir Ermeni katili olduğu gerçeğiyle sözlerine devam etti. Gelenek görmüyordu ve okumuyordu. Çünkü “enternasyonalist sosyalizm anlayışı” bu toprakların kanına bir türlü karışmıyordu. Oysa geleceği şekillendirecek olan tarih bilincinin eksiksiz incelemeye dayanması pratiği onun gözünde hiç oluşmamıştı, gelenekçi aydınlarda. Kadir Akın, katliamların sadece bedenlere değil, sanata, bilime ve tüm sosyal olgulara yönelik olduğunun altını çiziyordu ve aslında sorulması gereken bir diğer soruyu yanıtıyla birlikte bizlere aktarıyordu. Tüm bu eleştirilerin yanında, peki Ermeni Sosyalistleri Türk’ Sosyalistleri ile temas etmemiş, bir çatı aramamışlardı kendilerine? Bu soru 1800’lere yönelik yöneltilmişti ve yazar zekasının yanıtı salondakilere hayli gülünç birkaç dakika yaşattı:
“Sosyal Demokrat Hınçak Partisi üyesi Paramaz’dan, Ermeni sosyalist gençlerine, Türk sosyalistleriyle temas içinde olmalarını öğütleyen yazısının yayınlandığı gazetenin bir diğer yazarı Vanik, enternasyonel üye bir partiden Hüseyin Hilmi’nin (İştirakçi Hilmi) döneme damgasını vuran Kağıthane etkinliklerinden sonra çok etkilenerek,Karl Marx’a mektup yazmak için,adresini istediği meşhur hikaye yi anlatır. İşte bu hikaye o dönemin Türk Sosyalistlerine dair bir örnek teşkil eder”
Kadir Akın, tüm Anadolu sosyalistlerinin aklından silinmeyecek anektodlar vermekten geri kalmadı. Deniz’lerin aynı idam sehpalarında aynı sözlerle nefeslerini verdiklerini, Armen Garo’nun Osmanlı Bankası soygunundaki rolünü, Boyacıyan’ın devrimciliği kadar vekilliğini anlattı bizlere. Tüm paradigmasını ülkenin bir gün “gavurlarca alınacağı” üzerine kuran bir ulus devlet zekasınının, bugün Cizre’de akrep tabir edilen zırhlı araçlardan “ hepiniz Ermeni dölüsünüz” diye megafonla haykıran özel harekat polislerinin halet-i ruhiyesinin temellerini kökende yatan ittihatçı “Anadolu’yu boşaltıp,Türkleştirme” senaryosunun süren dinamik olduğu örneğini ifade etti. Öyle ki; bu durum 23 Mart’ta Kurmaylara yönelik basın katılımı olmadan yapılan bir toplantıda, ülkenin cumhurbaşkanının ağzından kanıtlanmıştı. 1900’lerde 4 milyon gayrimüslim ve 12 milyon Müslüman vardı. Oysa bugün… İşte her şeyin kanıtı ‘reis-i cumhur’un sözlerinde gün ışığına kavuşuyordu. Başka bir sayısal analize gerek var mıydı?
Bütün bunlardan hareketle, tıpkı 1887’de Hınçak Partisinin Anadolu örgütlenmesinde MKYK’da bir kadın bileşenin varlığı gibi tüm sol, sosyalist, anarşist vb. unsurların,tarih bilinciyle kendi köklerini 1900’lerde araması – bulması gerektiğini öğütleyerek sözlerini tamamladı Kadir Akın.
Son konuşmacı olarak sözü alan “Paramazlar" kitabının yazarı,son dönem kitaplarında mutlaka kaynak-destek çevirilerinde de imzası bulunan Aris Nalcı, sözlerine Ermenice’yi 1886 yazımı bir kitaptan öğrendiğini anlatarak başladı. Yervant Gobelyan’ın kendilerine ısrarlı Ermenice yazma baskısını, son dönem Ermeni Gençliğinin bu konuya gösterdiği müthiş ilgiyi örnekleyerek devam etti: Çünkü “Türklere kendi kaynaklarıyla kabul ettirmek gerekiyordu gerçekleri” Bu tezin sahibi bizzat Hrant Dink’ti.
Aris Nalcı, sözlerine devam ederken, geçmiş jenerasyonla da barışık oldukları hissini rahatlıkla veren bir sıcak anlatımla devam etti sözlerine. Geçmiş jenerasyon kiliseyi,vakfı, okulu ayakta tutmak için direnmişti. Yeni jenerasyon ise Hrant’ın izinde kaynakları kemiriyordu. Hatta o denli bir çapraz buluşmaydı ki bu parlemento’ya farklı noktalardan 3 vekil sokulabilmişti.
Bir solukta bizlere, Hınçak-Taşnak çekişmesinin kendileri üzerindeki geliştirici etkisini anlatıverdi. Bu sayede doğmuştu işte az evvel sözü geçen feminizm, devrimcilik vd. ilerici hareketler. Bugün, kendileri için bir Paramaz anıtının konuşulabilmesinin ne büyük bir konu olduğunu ifade ederken,bir diğer çalışmalarından çok çarpıcı örnekler aktardı Aris Nalcı:
Arkadaşlarıyla yaptıkları bir çalışma esnasında, soykırımın 50.yılında Türkiye’de,yani bundan tam 50 yıl önce nasıl bir aydın,yazar,gazeteci tavrı olduğuna dair iki net örnekten bahsetti:
O dönem gazeteci olan Ecevit, soykırımı kaleme alırken “J” harfiyle “jenocide” kelimesini kullandığını, 70’lere gelindiğinde ise Amerika’da Diaspora’nın önde gelenleriyle oturup Türk Kahvesi içtiklerini anlatıyordu yazılarında. Şöhretli yazarımız Aziz Nesin’in 50.Yılda Amerika’daki gösterileri yapan Ermeniler için: “Amerikan Emperyalizminin yeni işbirlikçileri” diyerek yazısını yazdığını anlattı. Aynı şekilde elbette bir gün 1965’te Ermeniler de Taksim anıtına “Atatürk’ün çocuklarıyız” çelenkini bırakacaklardı..
Bu öylesine bitmez bir hafıza kaybıydı ki; 2001’de vatandaşlıktan atılan Hınçaklara şu an varolan hükümet 2015 ylında “bize oy verin” diye mektup yollayacaktı. Yeri geldiğinde Diaspora’da aynı şekilde dışlayacaktı. Çünkü sonuçta Ermeni olmak: 1910 yılında “Gayri safi Milli Hasıla” istatistiği tutabilme yeteneğiydi ve bu düzeyde ileri olmak asla yeni kurulacak ulus düzeneklerinde yeri olmamak demekti.
Oturumun sonunda kalan vakitte, misafirler arasından sorulabilen tek soru ise net bir ‘olta’ sorusuydu:
– Ermenice dil kullanma,eğitim vd. talebiniz var mı?
Patrak Estukyan bu soruya, bilerek çengeli ağzına takmak suretiyle şöyle yanıt verdi:
Maalesef beklenti yaratamıyoruz. Son dönemde her şey bize bizzat bir lütuf şeklinde geliyor. Varolan her kitap onlarca yıl yasaklandıktan sonra, şimdi; 2015’te Emenice kitabın okulda basılması…. (Kısa bir sessizlik) Yardım almak bile bizi utandırıyor. Kürtçe konuşana yapılan belli. Ermeniler nasıl tescilli ötekiliğini koysun ortaya? Çerkez’in, Laz’ın, herkesin aynı soruları,sorunları var. AKP’nin söylemi de zaten buradan ileri geliyor. Durum eşyanın tabiatına aykırı!
Bu değerli toplantının bitimi bana. Dipnot kitabevinin standında, değerli yazarımız Kadir Akın’ın birkaç ay evvel okuduğum kitabını yeniden bularak, bir yerini dikkatle yeniden okuma çağrısı yaptı. Derhal bu açlığı tatmin ettim elbette. Aynını sizlere de tavsiye ederim zira Paramaz 14 Kasım 2015 cumartesi günü, saat 18-19:00’da,değerli yazar ve panelistlerin katılımıyla yine Tüyap Heybeliada salonunda olacak. Benim son sözlerimse Madteos Sarkisyan’dan alıntı olsun. Hani şu süratle standta, kitabı bulup yeniden okuduğum sözler:
“Bizim istediğimiz eşitlik, biz katı milliyetçi değiliz. Bizim talebimiz Ermeni, Türk, Kürt, Laz, Yezidi, Süryani, Arap ve Kıptilerle birlikte eşit koşullarda yaşamaktır. Bir Devrimci olarak bu hedefe ulaşacağımıza inanıyorum” *
* Yazının son cümlesi Kadir Akın’ın “Ermeni Devrimci Paramaz” kitabından alınmıştır. (S.57)