SEÇTİKLERİMİZ – Selin Sayek BÖKE Duvar için yazdı: Vatandaşın daha çok borca değil gelirini arttırıcı adımlara ihtiyacı var. İşsiz olanların işsizlik sigorta fonundan yararlanmaya, çalışanların gelir kaybını önleyici tedbirlere, sosyal amaçlı desteğe ihtiyacı olanların ise ayrım olmaksızın güçlü bir sosyal devlet harcamasına ihtiyacı var.
Dünya çok büyük bir krizin eşiğinde… Öyle görünüyor ki, her şey bitip geçtiğinde dünyada artık hiçbir şey aynı olmayacak. Korona virüsü salgını düzenin bütün yapısal sorunlarının daha da su yüzüne çıktığı bir krizin tetikleyicisi oldu. Türkiye de bundan payını alıyor. Üstelik kendine özgü sorunlarıyla uzun süredir dünyadan olumsuz olarak ayrışan Türkiye böylesine büyük bir krize, birçok ülkeden daha olumsuz koşullarda yakalandı. Şu gerçekle bir kez daha yüzleşiyoruz, kendi yapısal krizimiz nedeniyle bu krizin geçici boyutunu, olması gerekenden ağır yaşayacağız ve yapısal krizimiz de derinleşecek. Öyleyse hemen ve acilen bu gerçeğe uygun rasyonellikte ve radikallikte önlemler almak zorundayız. Atılacak adımların tümü yaşamı savunmaya odaklanmalı. İnsan hayatını merkeze alan, sağlıklı yaşamı yeniden kurabilmeyi önceleyen bir çerçeve gerekli. Ancak bu politikalar acilen ve vakit kaybetmeden doğru sosyal ve ekonomi politikaları ile desteklenmeli. Bu yaklaşımla yaşanan durumu, öncesi ve bugünüyle ele almak ve “Türkiye’ye özgü sorunlar ne?”, “Türkiye’yi ne bekliyor?”, “Açıklanan paket merhem olabilir mi?”, “Ne yapılmalı?” sorularına yanıt aramak zorundayız. Çünkü vereceğimiz yanıtlar sadece bugünü değil geleceği belirleyecek.
1- Korona virüsü krizinden önce dünyada ekonomik gidişat nasıldı?
Dünya aşamadığı ama alıştığı bir ekonomik krizin içerisinde uzun süredir. 2008-09’dan beri alıştıra alıştıra yıllar içinde hayatımızın normali haline getirilen bir küresel krizi, biz de yaşıyoruz. Bu duruma, sermayeden yana karar veren dünya iktidarları neden oldu. Bizim iktidarımızın da parçası olduğu bir yönetim anlayışının siyasi tercihi bu. Bu tercihin günlük hayatımıza yansıması ise birkaç boyutta oldu. Sürekli yüzde 1’lik kaymak tabakadan yana alınan kararlar, yüzde 99’u oluşturan halkın hayat kalitesinin günden güne bozulmasına neden olmaya devam ediyor.
Sağlığa, eğitime, güvenceli ve iyi işlere erişim, ücret hakkı, barınma hakkı gibi yüzde 99’u derinden ilgilendiren tüm temel sosyal ve ekonomik haklar ağır bir erozyona uğratıldı, uğratılmaya da devam ediliyor. Dünya düzeninin egemen güçleri tarafından sosyal devletin zayıflatılmış olması, krizlerin korumasız milyonları daha da çok etkilemesine, dolayısı ile düzenden kaynaklı eşitsizliklerin krizin her evresinde daha da derinleşmesine neden oluyor. Türkiye de, AKP iktidarının 18 yıldır siyasi bir tercihle uyguladığı ekonomik programlarla bu küresel düzenin bir parçası ve ortağı.
2- Korona virüsü krizinden hemen önce Türkiye’de ekonomik durum nasıldı?
Korona virüsü salgınından çok önce başlayan, kendimize has bir ekonomik krizimiz vardı. Korona virüsünün etkileri bu krizi çok daha derinleştirecek. Korona virüsü öncesi krizimizin bir boyutu Türkiye’deki düzenin yapısının da, yukarıda dünya için tarif ettiğimiz yapı ile aynı olmasından kaynaklı. Düzenimizin bu yapısı -özelleştirilmiş sağlık ve eğitim sistemi, güvencesizleştirilmiş ve esnekleştirilmiş çalışma hayatı, rantçı sermayeden yana ısrarlı tercihler, aşırı finansallaşmış borçluluk düzeni- korona virüsünün sağlık ve ekonomik etkilerinin de daha ağır olmasına da neden olacak.
Buna ek olarak Saray rejimi özellikle hukuksuz, anti-demokratik ve dışlayıcı kurumsal yıkıma da hız verince Türkiye, koronavvirüsü krizinden önce dünyadakinden çok daha ağır bir krize girmişti. Kendi krizimiz tüm derinliği ile hissedilir hale gelmişti bile. Ne yaşıyorduk?
Birincisi, işsizlik ve toplumsal bunalım yaşıyorduk. İşsizlik korona virüsü krizi ortaya çıkmadan önce 4 milyon 469 bin kişiyi vurmuştu bile. Durum gençler ve kadınlar için çok daha ağırdı zaten korona virüsü gelmeden önce. İşsizlik sorunu kronikleşmeye başlamıştı bile; 1 yıldan daha uzun süredir işsiz kalanların sayısı 1 milyon 150 bin kişiyi geçmişti. Ve maalesef, bunların hepsi bir toplumsal bunalıma dönüşmüştü.
Aşırı finansallaşma ve borçluluk yaşıyorduk. Bunlar olurken her çözülmesi gereken ekonomik soruna ki sayısı hiç de az değil, iktidarın aklına hep ve ısrarla sadece faizi düşürmek ve daha da çok kredi pompalamak geliyor uzun bir süredir. Zaten 18 yıldır vatandaşlarını ve şirketleri borçlandıran yani borçları dahi özelleştiren bir düzen kurmuştu iktidar. Korona virüsü gelmeden önce tüketicilerin banka ve kredi kartı borcu 624 milyar TL’ye yükselmiş, KOBİ’lerin bankalara olan kredi borcu 620 milyar liraya çıkmış, takibe alınan kredileri ise 62 milyar liraya ulaşmıştı.
Risk primimiz sürekli artıyordu. Ülkemizin ekonomik ve finansal riski uzun bir süredir inse de çıksa da hep dünyanın en yüksekleri arasındaydı.
Sağlıksız maliye politika çerçevesi normalleşmişti. Kötü günlerde ihtiyaç duyulacak akçeler hiç edilmiş vaziyette, mali disiplin uzun süredir tamamen elden bırakılmış durumdaydı korona virüsü gelmeden önce. Epeydir de bütçede öncelik halk değil yandaş rantçıydı, hep. Üstelik Hazine de paraleline, Varlık Fonu’na bağlanmıştı.Varlık Fonu da doğrudan Saray’a.
Özetle, korona virüsünden önce zaten kronikleşmiş bir krizin, ağır bir toplumsal bunalımın içindeydik.
3- Korona virüsü salgını, var olan kriz koşulları da değerlendirildiğinde, hangi kanallarla ekonomimizi etkileyecek? Hangi politikalara ihtiyaç var?
Krizin az önce sıraladığımız dört boyutunda da işler korona virüsünün etkileriyle daha da zorlaşacak. Ne öngörüyoruz? Ne yapılmalı?
İşsizliğin artması ihtimali ve toplumsal bunalımın derinleşmesi riski artıyor. Salgının ihtiyaç duyduğu sosyal mesafenin arttırılması ve sosyal izolasyon, sosyal ilişkiler üzerine kurulu ekonominin durması anlamına geliyor. İnsanların evlerinde oturmaları ihtiyacı bir halk sağlığı gerekliliği. Bunun sonucunda işsizlik riski çok yüksek. Dolayısıyla, ortaya konacak politika bütününün birinci odağı işsizliğe engel olmak ve işsizlere destek olmak olmalı. Var olan toplumsal bunalımın üzerine hem sağlık endişesi hem de artan işsizlik kaygısı da eklenince dezavantajlı kesimleri koruyacak güçlü bir sosyal devlet ihtiyacı belirginleşti.
Aşırı finansallaşmanın ve borçluluğun tüm bu kaygıları daha da arttırması riski doğdu. İşsizlik ağır gelir kaybı anlamına geliyor. Aşırı bir borç yükü ile baş etmek zorunda bırakılmış milyonlar için işsizlik endişesinin ağırlığını arttıran bir gerçeklik bu. Bu nedenle halkın borç yükünü hafifletecek ve gelir kaybını ortadan kaldıracak sosyal politikaların geliştirilmesi ihtiyacı çok yüksek.
Özetle, ilk iki madde, korona virüsüne karşı uygulanacak herhangi bir ekonomi paketinin dezavantajlı kesimlerin korunmasını ve çalışma hayatını merkezine alan güçlü sosyal devlet adımlarıyla başlaması zorunluluğuna işaret ediyor.
Selin Sayek BÖKE’nin Duvar’daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN