TUNCAY YILMAZ yazdı: Tüm dünyadaki sağ saldırı dalgasına karşı ancak ve ancak merkezinde işçi sınıfının olduğu bir topyekün direnişle karşı konulabilir. Şüphesiz bütün direniş alanları kendi mevzilerini, kazanımlarını korumak ve geliştirmek için çalışacaktır; ancak bu dalgayı durdurmak ve geri çevirmek için sınıfın ayağa kalkması olmazsa olmaz.
TUNCAY YILMAZ
Kapitalizmin 70’lerin sonlarında doğru başlattığı Neoliberal ekonomi politikaları, yeni bir saldırı dalgasıyla başta işçi sınıfı olmak üzere tüm dünya halklarına yeni yeni kabuslar yaratmaya devam ediyor.
Türkiye’de AKP iktidarına denk gelen yeni saldırı dalgasının uygulamaları reel sosyalizmin çöküşünden sonra başlasa da, ilanı esas olarak 11 Eylül 2011 İkiz Kuleler saldırısıyla birlikte yapıldı.
Neoliberalizm, işçi sınıfının 150 yıllık mücadele birikimleri, Ekim Devrimi ve onu izleyen diğer devrimler, bu devrimlerin dünya işçi sınıfı kazanımlarına karşı yanıt olarak sermayenin yeni saldırı dalgası olmuştu. Bu politikaların esasını özelleştirme, esnekleştirme, örgütsüzleştirme ve güvencesizleştirme oluşturdu. Thatcher (İngiltere) ve Reagan (ABD) liderliğinde uygulamaya sokulan ekonomi politikaları kısa sürede tüm dünyada hakim hale geldi.
Yeni deregülasyon
Şimdi neoliberal politikalarda yeni bir deregulasyon-kuralsızlaştırma dönemi yaşanıyor. Bu dönemi amiyane tabirle “kimin gücü kime yeterse” biçiminde ifade edebiliriz. Burjuvazi dünyanın her yerinde “geçtiğimiz dönemde imzalamak zorunda kaldığım anlaşmalar beni bağlamaz, bugün ne işime yarıyor, neye gücüm yetiyorsa onu uygularım” diyor.
Sermaye karşısında örgütlü ve güçlü bir işçi sınıfı mücadelesi olmadığını gördükçe, geçmiş sınıf mücadelelerinin kazanımlarını adım adım budadı ve özellikle de 2008 krizini bahane ederek yeni bir kuralsızlaştırma, kural tanımama süreci başlattı.
Bu deregülasyon sürecinde işçi sınıfının en temel kazanımları dahi saldırı altına. Çalışma saatlerinden, sendika/örgütlenme haklarına, ücretlerden iş güvencesine tüm temel kazanımlar hedef haline getirilmiş durumda ve işçi sınıfı bu haklarını koruyabilmek için yeniden büyük mücadeleler yaratma sorumluluğuyla karşı karşıya.
Krizlere rağmen değil, bizzat krizleri kullanarak sermaye merkezileşmeye ve artmaya devam etse de kâr oranlarındaki düşüş engellenememekte, bu düşüşü durdurmak için ise bir yandan artı değer sömürüsü azgınlaştırılırken diğer yandan endüstri 4.0 gibi teknolojik yenilenmelerle kapitalizm kendisini sürdürmek için çabalamakta. Öyle ki, emperyalist merkezlerde ücretler düşürülüp çalışma saatleri arttırılmak istenirken, geri kapitalist ülkelerde yeniden köle emeğine dahi başvurulmakta.
Bundan 15-20 yıl önce Avrupa işçi sınıfı 7 saatlik iş günü, 35 saatlik çalışma haftası için mücadele ederken, bugün pek çok ülkede günlük 12 saat, haftalık 50 saat çalıştırmanın önü açılıyor, açılmak isteniyor. Ülkelerindeki savaş ve kötü koşullardan kaçarak kapitalist, emperyalist merkezlere sığınan göçmenler kimi yerlerde nerdeyse kölelik koşullarında kimi yerlerde ise kelimenin gerçek anlamıyla köle olarak çalıştırılıyor. Adeta vahşi kapitalizmin zora dayalı sermaye birikim dönemi hortlatılmaya çabalanıyor.
Sağ popülizmden faşizme
Şüphesiz bu ekonomi politikaları yanı sıra yeni sağ siyasal politikaları da getiriyor. Sadece Türkiye’de değil tüm dünyada burjuva iktidarlarında yeni bir sağcılaşma dalgası yaşanmakta. Bu dalga sağ popülist iktidarlardan yeni faşist diktatörlüklere karanlık bir spektrumda hayat buluyor. ABD’de Trump’tan Fransa’da Macron’a, İngiltere’de May’den Almanya’da Merkel’e, Rusya’da Putin’den Macaristan’da Orban’a, Mısır’da Sisi‘den Brezilya’da Bolsanaro’ya, hepsi bu yeni sağ spekturumun iktidarları.
Bu sağ spektrumdan bizim şansımıza düşen ise Erdoğan-AKP/MHP faşist bloğu oldu. Küresel ve yerel sermayenin desteğiyle iktidara gelen AKP, iktidarda olduğu 16 yıl boyunca sermaye için cennet, işçi sınıfı için adeta cehennemi inşa etme çabasında. Arkasına aldığı sermaye ve statüko desteği, yaslandığı İslamcı-Türkçü paradigmayla önemli bir manipülasyon gücünü de elinde bulunduran AKP iktidarı, sermayenin küresel düzeydeki en saldırgan iktidarlarından biri durumunda. Gerek emek alanında gerekse de hak ve özgürlükler alanındaki saldırganlığıyla tüm burjuva iktidarlara adeta örnek teşkil ediyorlar.
Esasını kâr oranların arttırmak ve kaynaklara, pazara hakim olmanın oluşturduğu bu saldırı dalgası üst yapıda muhafazkarlaşma, cinsiyetçileşme, ötekileştirme, kutuplaştırma, ırkçılaşma, savaş ve göç politikalarını beraberinde getiriyor. İşçi sınıfına yönelik saldırılar yanı sıra kadınlara, halklara, doğaya, demokrasiye saldırı olarak vücut buluyor. Kapitalizm bir kez daha patriarkayı yardımına çağırıyor, kadın emeği ve bedeni yeniden hedef haline getiriliyor.
İşçi sınıfı ayağa
Tüm dünyada cereyan eden bu sağ saldırı dalgasına kaşı ancak ve ancak merkezinde işçi sınıfının olduğu bir topyekün direnişle karşı konulabilir. Şüphesiz bütün direniş alanları kendi mevzilerini, kendi özgünlüklerini, kazanımlarını korumak ve geliştirmek için çalışacaktır; ancak bu dalgayı durdurmak ve geri çevirmek için işçi sınıfının ayağa kalkması olmazsa olmaz.
İşte bu perspektifle bugün İstanbul Nazım Hikmet Kültür Merkezinde bir “Emek Konferansı” düzenleniyor. Bu konferansta sadece işçi sınıfının güncel mücadele hattı değil aynı zamanda barış, demokrasi, hak ve özgürlükler mücadeleleriyle bağları tartışılacak.
Bizim kapitalizmin, sermayenin yeni saldırı dalgasının karşısına koyduğumuz sınıf ekseni kimlik, beden ve doğa mücadelelerine kör bir indirgemeciliği değil, bu direniş odaklarıyla etkileşimi ve birlikte davranmayı esas alan bir kapsayıcılığı, etkileşimi esas almakta.
SYKP bir yenilenmeci sosyalist parti olarak merkezine işçi sınıfı mücadelesini alarak bu etkileşimleri kurmayı temel görevi olarak sayıyor.
Eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasiyi kazanmak için sınıf mücadelesini yükseltmek zorundayız. Sonuç alıcı, kazanımları kalıcılaştırıcı başka bir yol söz konusu değil.