Takvimler 2011’in Mayıs ayını gösteriyordu. 2006 Nisanı’nda Şili’de liseli gençlik kitlesi tarafından açığa çıkarılmış olan ve mevcut eğitim sistemi karşıtı “Penguenler Hareketi”, 2011’de açığa çıkan “Şili Kışı” adlı öğrenci isyanının en büyük ve yegane referansıydı. Penguenler Hareketi’nde olduğu gibi Şili Kışı da paralı eğitimin, eğitim kurumlarındaki eşitsizliğin ve ezberci eğitimin kol gezdiği eğitim sistemini protesto etmek amacıyla açığa çıktı. Oluşan bu hareketlilik sürecinde, 14 yaşındaki bir gencin polis kurşunuyla katledilmesi Şili Kışı’nın kıvılcımını çaktı. Çakılan bu kıvılcımın ardından kısa bir süre zarfı içinde açığa çıkan bu muhalefet sokaklara sıçradı.
Kitlenin büyük bir bölümünü oluşturan öğrenci kesiminin -genel çerçeve itibari ile- talepleri; %45’inin özel mülkiyet üzerine kurulu olduğu orta öğretim kurumları ve üniversitelerin kamulaştırılması, ücretsiz ulaşım hakkının sağlanması, sermaye birikimi üzerine kurgulanmış olan dönemin mevcut eğitim politikalarının yürürlükten kaldırılması, büyük bir bölümünü özelleştirilmiş olanların oluşturduğu üniversitelere karşın kamu üniversitelerinin açılması. Dile getirilen tüm bu taleplerin aksine, gelişen bu isyan sürecinde hareketliliği doruk noktasına çıkaran ve isyancıların öfkesini tam anlamıyla bileyici bir niteliğe sahip olan şey ise dönemin eğitim bakanı olan Joaquin Lavin’in “Devletin özel eğitim kurumlarına verdiği mali destek arttırılacaktır” açıklaması oldu.
Tamamı ile antikapitalist bir dayanağa sahip olan Şili Kışı, gençlik kesiminin dışındaki halk kesiminin isyana destek vermesine zemin hazırladı. Ve sürecin temposunun çekici, ajitatif niteliği milyonları sokağa dökmeye yetti. Gençlik kesimi haricindeki halk kitlesine isyan ruhunu sıçratan öğrenci hareketi, dolaylı olarak emekçileri ve işçileri greve, halkı isyana çağırdı. Yapılan bu çağrı, muhataplar tarafından dikkate alınarak pratiğe döküldü. Bunun en somut gerçekliği ise sokaklara dökülen kitlenin yaklaşık 4 milyon niceliğinde olmasıydı.
Başlangıçta dönemin hükümeti tarafından pek kaale alınmayan bu isyan hareketi, kitleselleşmesinin ve açığa çıkan bu muhalif sesin gün geçtikçe daha da çok gürleşmesinin ve geniş bir yankı uyandırmasının sonucunda hükümeti çözüm arayışında bulunmaya zorladı. Şili Kışı’nda oldukça üşüyen(!) ve dizleri titremeye başlayan hükümetin protestolara karşı ilk hamlesi Temmuz ayında önerdiği yeni bir eğitim bütçesi ve dönemin eleştirilen, böylesine büyük bir isyana sebebiyet veren eğitim bakanın değiştirilmesi amacı güderek kabine değişikliği yapması oldu.
Ortaöğretim kurumları ve üniversitelerin isyancı öğrenciler tarafından işgal edilmesiyle ivme kazanan isyan, öğrenci hareketinin diğer toplumsal muhalefet odaklarını da harekete geçirmesiyle Şili Kışı, çarpıcılığını ve kitleselliğini korumaya devam etti.
Öğrencilerin, köylülerin, eğitimcilerin ve yerlilerin (kısacası halk içerisindeki bütün toplumsal muhalefet kesimlerinin) birbirleriyle rezonans içerisinde pratiğe döktüğü bu muhalefet, isyan ateşinin daha da çok büyümesini sağladı. Çatışmalar gün geçtikçe daha sıcak ve bir o kadar da sert bir hal almaya başladı. 4 Ağustos 2011 tarihi bu sıcaklığın ve sertliğin doruğa ulaştığı, polis müdahalesinin en sert seviyeye ulaştığı noktaydı. Yaşanan bu gelişmelerde ve hareketlilikte 2000’e yakın isyancı gözaltına alındı ve yüzlercesi tutuklandı. Çatışmalar sırasında yaralanan isyancılar ise bu sıcak ve sert nitelikteki çatışmanın ve muhalif ruhun istikrarının en somut göstergesiydi.
Bu denli bir atmosfere sahip olan Şili Kışı, şüphesiz hükümet kanadını oldukça sarstı. Bu süreç içerisinde 1-0 öne geçmiş olan isyan, işin hukuki sürece sıçramasıyla olumlu bir boyut daha kazandı. Gelişen bu hukuki süreçte, 31 Ağustos’ta toplanan senatodan, sermaye birikimi amacı güdülmesiyle paralel olarak kar amacı güden özel ortaöğretim kurumlarına ve üniversitelere devlet tarafından verilen mali desteğinin yasaklanması kararı çıkarıldı. Fakat isyanı bastırmak adına hükümetin attığı bu adım, yaşanan isyan sürecinin en ufak bir şey kaybetmesine bile sebep olamadı. Atmosfer aynı atmosfer, istikrar aynı istikrar ve kitle aynı kitleydi. (hatta gün geçtikçe artmaktaydı)
Mazisinin devrim ateşiyle yandığı ve gelmiş geçmiş en büyük devrim savaşçılarından biri olan Ernesto Che Guevara’nın bağrından kopup geldiği Latin Amerika coğrafyasının en büyük (gerek nicel gerekse nitel anlamda) ülkelerinden biri olan Şili’de yaşanan bu isyan süreci, ülkenin devrimci mücadele tarihinin dönüm noktalarından bir tanesiydi. Tıpkı Türkiye’de 2013 Haziran’ında açığa çıkmış olan Gezi İsyanı (Haziran İsyanı) gibi…
Ciddi anlamda hükümetin dizlerini titreten bu isyan süreci, hukuki boyutunu sürdürmeye devam etti. İsyancılarla hükümet arasında görüşmeler başladı. Fakat hükümetin görüşmeler sırasında bu harareti yumuşatma amacıyla varolan eğitim politikalarında birkaç ufak değişiklik yapıp ortaya sunması, muhatapları olan isyancı öğrenciler tarafından bir provakasyon olarak nitelendirildi.
Olayın çözümüne (!) yönelik attığı adımlara karşın -doğal olarak- bir karşılık görmeyen hükümet, isyancılar arasında iç çatışmaya sebebiyet verme amacı güderek isyancı kitleyi bölme planları yaptı ve bunları gerçekleştirdi. Fakat isyan sürecinin başında olduğu gibi bu muhalif kitle, ne istikrarından ne de gün geçtikçe bilenen öfkesinden ödün verdi.
İsyan sürecinde muhalif tavrını her alanda ortaya koyan eğitimciler ise işin hukuki kısmında da elini taşın altına koymaktan geri kalmadı. İsyana katılım sağlayan bu eğitimci kitlesi 2 milyona yakın insanın katıldığı bir halk oylaması organize ettiler. Bu referandum mahiyetindeki uygulamada, halkın büyük çoğunluğu, muhalif öğrenci kesiminin müthiş bir direnişle haykırdığı talepleri destekleyerek yürürlükteki mevcut eğitim sisteminin değişmesi gerektiği yönünde oy kullandılar. Ve bu şekilde Şili Kışı ve direnişçiler, bilindiği üzere 2010 yılında yapılan seçimlerde Şili devlet başkanlığı koltuğuna oturan aşırı sağcı Sebastian Pinera’nın itibarına, otoritesine ve popüleritesine koca bir darbe indirmiş oldu. Sonuç; kararlı, azimli, inançlı ve bir o kadar da geniş bir muhalif kitlenin hakim olduğu bu muazzam direniş başarıyla taçlandı. Ayrıca elde edilen bu başarı dünya üzerinde bulunan antikapitalist-devrimci (özellikle gençlik bazında) kesimlere ciddi anlamda çok önemli bir örnek oldu.
Ortaya çıkış nedenleri ne kadar farklı olsa da Şili Kışı ile Türkiye’de yaşanan Gezi İsyanı’nın (Haziran İsyanı) birçok ortak yönünün olduğunu görebiliyoruz değil mi? Yine sermaye birikimi amacı üzerine kurgulanmış bir sistem, faşist zihniyete sahip bir iktidar ve bir devlet başkanı (Tayyip’e çok benzemiyo mu sizce de) ve en nihayetinde buna karşı örülen bir muhalefet… Eğer ki bir karşılaştırma yapalım diyorsanız başımızla gözümüz üstüne, buyurun yapalım.
Tam üç dört aylık bir zaman dilimine yayılan Şili Kışı ve buna karşın bir ay süren Gezi İsyanı… Ne kadar bir süre içerisinde geliştikleri bir yana, asıl önemli olan kitleye hakim olan muhalif ruhun her iki olayda da baskın bir şekilde var olmasıdır. Düşman aynı nitelikte, isyanların sebepleri aynı nitelikte, bunlara karşın kitleye hakim olan istikrarlı direnme ruhu aynı nitelikte. Fakat Gezi İsyan’ında bulunanların bu karşılaştırmadan alması gereken bir ders var gibi… O da şu ki, kitlesel anlamda bu muhalif tavrı çevremize yayabilmek için çabalayıp, daha da çok örgütlenmeliyiz. Özellikle bu eleştirinin Gezi gençliği tarafından dikkate alınması gerekliliği bu mücadeleyi daha da dinamik ve sürekli bir hale bürüyecektir. Gezi sürecinde görüldüğü üzere ilk günlerde gerçekleşen yoğun çatışmaların ardından gün geçtikçe kitlenin azalmaya başlaması da gerçekten üzücü bir durumdu. Belki sonucunda taleplerin hepsinin karşılık görmemesi de bu yüzdendi.
Sonuç olarak özellikle gençliğin ortaya koyması gereken en önemli tavır, ezilenlerin iradesini görmeksizin ortaya konulan bunca çıkar amaçlı yaptırımlara rağmen hala uyuyan çevremizi dürtmek, uyandırmak ve mücadeleye sürüklemektir.