Kürt Sorununun çözümü yönünde tarafların farklı tanımlar yaptığı, farklı beklentiler içerisinde olduğu yeni bir müzakere süreci yaşanıyor. Her ne kadar tarafların nasıl bir yol haritasına sahip olduğu net olarak bilinmese de PKK Lideri Öcalan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun ardından PKK kongresini topladı ve Öcalan’ın önerdiği yönde kararlar aldı. 11 Temmuz’daki temsili silah yakma seremonisinin ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un çağrısıyla TBMM çatısı altında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu ve çalışmalarına başladı.
Emek, kadın, LGBTİ+, ekoloji, insan hakları, halk ve inanç hareketlerinin, gençlik örgütlerinin, sosyalist parti ve siyasal çevrelerin sözcülerine bu gelişmelere ve atılması gereken adımlara ilişkin görüşlerini sorduk.
Sezin Uçar / Ezilenlerin Sosyalist Partisi (ESP) Eş Genel Başkan Yardımcısı
Siyasi Haber: Daha önceki süreçlerin (1993-2013/1) her birini katliamları izledi. (1993’ün ardından gelen sayısız faili meçhuller ve sınır ötesi operasyonlar- 2015’te ve devamında Kürt kentlerinin havadan ve karadan bombardımanı ve sınır ötesi operasyonlar). Sözü edilen süreçlerin barışla sonlanmamasında hangi faktörler rol oynadı, bugünün koşullarındaki değişiklikler nelerdir?
Sezin Uçar: AKP diktatörlüğü, 2009-2011 sürecinde önce “açılım” sonra “milli birlik ve beraberlik” adını verdiği, oyalayarak tasfiye etme sürecinde, kırıntılarla Kürt halkını etkileyerek Kürt Ulusal Demokratik Hareketi’ni (KUDH) yalnızlaştırma/zayıflatma, imhayla ezme taktiği izledi.
Ardından 2011-2012 sürecinde masayı devirdi; öyle ki Sri Lankavari bir imha savaşıyla halkın ve KUDH’nin umudunu kırarak, teslim almayı ve kırıntılara boyun eğdirmeyi hedefledi. Suriye’ye erken savaş/kolay zaferle amacına ulaşmanın ve Türk halkının büyük devlet şovenizmiyle başını döndürerek bu hedefini sağlamanın, gerici faşizan kitle tabanını konsolide etmenin hesabını yaptı. Başta ABD olmak üzere emperyalistlerin desteklediği bölgesel egemen/güçlü devlet olarak, Kürtleri daha kolay ezebilir, ileriye doğru sınıf mücadelesini daha kolay engelleyebilirdi. 2 yıla yaklaşan bu süreçte KUDH, AKP diktatörlüğünün imha ve umut kırma saldırısını yenilgiye uğrattı. Ayrıca Rojava ulusal devrimini yükseltti. Moral, avantaj ve yeni olanaklar elde etti. Hem ulusal birliğin yükseltilmesi hem de Türkiye ve Kürdistan’da birleşik mücadele güçlerinin pozisyonu karşısında masanın devrilmesinin yanı sıra tüm halklara karşı savaş ilanına girişildi. Devletin kendi iç krizinin düzeyi -daha sonra Davutoğlu’nun açıklamasıyla da alenileşen- AKP ile devlet arasındaki bütünleşmenin düzeyi gibi rejimin yapısına dair kimi farklılıklar da bir etken. O dönem bakımından ordunun tam bir desteğinin olmaması da ayırt edici bir durum.
Sonuç olarak her ateşkes ya da müzakere-görüşme süreci, toplumsal koşullar ve savaşan kuvvetlerin mücadele kapasiteleri gibi kendi içerisinde farklı siyasal zeminlerde şekillendi. Bu sürecinse en ayırt edici yanının Kürt sorununun bölgesel ve dünyasal ölçekte kazandığı düzey olduğunu söyleyebiliriz. Bugünkü görüşme süreci; devletin de savaşma iradesinin kırılamaması, PKK’nin de teknik bir dizi dezavantajına rağmen savaşma iradesinin kırılamaması; dolayısıyla bir yenişememenin sonucu olarak başladı. Bu her iki tarafta da kendi farklı çözüm perspektifleri bakımından bir kararlılığa işaret ediyor. Devlette de belirleyici bir oranda mutabakat olduğu görülüyor. Tabii tüm bu farklılıklara rağmen sürecin eski koşullara dönmeyeceğine dair bir garanti ya da bir güvence söz konusu değil. Sürecin hangi yönde ilerleyeceği politik mücadelenin seyri tarafından belirlenecektir.
Mevcut iktidar ve devlet aklının bir barışa izin vereceğini düşünüyor musunuz?
Mevcut iktidar ve devlet aklının bir barışa izin verip vermeyeceği niyetlerle ilgili bir durum değil elbette. Politik İslamcı temeldeki restorasyonunu tamamlamış ve gittikçe derinleşen faşist bir rejimden demokratik dönüşüm beklemek siyasi bir hata olur. İşçi sınıfı ve diğer ezilen toplumsal kesimlerin rejim üzerinde yaratacakları baskılarla politik özgürlük mücadelesinin kazanımlarla sonuçlanması mümkün. Faşizmin yenilmesinin yolu politik özgürlüğün kazanılmasından geçmektedir. Barış kavramından da tek başına silahların kullanılmadığı çatışmasız bir ortamı anlamadığımıza göre adil ve demokratik bir barış talebinin yolu mutlaka politik özgürlüğün kazanılması, faşizmin yıkılmasından geçmektedir.
Sürecin başlatılmasında temel sebep Ortadoğu’daki gelişmeler
Adı sürekli değişiklikler gösteren bu “süreç”in ortaya çıkış nedenleri nelerdir? TC devleti, ABD-İsrail komplosuyla Kürtler aracılığıyla bir bölünme “tehlikesi” ile karşı karşıya olduğu propagandası yapmakta. “Ülke tehdit altında” algısı yaratarak muhalefeti susturmaya çalışmakta. Bunun somut göstergeleri nelerdir?
Devleti İmralı kapısına götüren temel sebep ebetteki Ortadoğu’daki gelişmeler. Burada 7 Ekim Aksa Tufanı hamlesi sonrası yaşanan gelişmeleri, İsrail’in yayılmacı ve soykırımcı politikalarının geldiği düzeyi, İran’ın İsrail karşısında olası savaş pozisyonu aldığı koşullarda Rojhilat’ta Rojava benzeri bir özerk yapının inşa edilmesi, Rojava devrimi kazanımlarının tüm Suriye geneline yayılması gibi ihtimaller ve diğer bölgesel gelişmeler devleti bir uzlaşı arayışına itmiş oldu. Bu politikada elbette 52 yıllık mücadele sonucu savaşma iradesi kırılamamış bir hareketin kazanımları da hesaba katıldı elbette. Kürt ulusunun ve örgütlü halkının potansiyeli ise bölgedeki tüm emperyalist devletlerin dikkate aldığı bir gerçeklik.
Cumhur İttifakının iddia ettiği dış tehdit karşısında oluşan “TC’nin beka sorununa” karşılık gelmek üzere oluşturulmaya çalışılan “iç cephenin” Cumhur ittifakının “kendi beka sorunu” ile olan bir ilişkisi var mıdır?
Esasen devletin beka sorunu diye tarif edilen şey AKP-MHP rejiminin bekası zaten. Şu anda beka sorunu olarak tarifledikleri şeyler, rejimin kendi iç krizi ve bunu aşma biçimleri en nihayetinde. Örneğin burjuva ailenin yaşadığı kriz, nüfusun azalmasının bir beka sorunu olarak tariflenmesi ve bu krizin aile yılı ilan edilerek erkek egemen bir sermaye politikası üretimi olarak karşımıza çıkıyor. Bazen iç tehdit bazen de dış tehdit olarak tarif edilen esasen rejimin niteliğine bağlı olarak yaşanılan kriz de iç cephe tahkimatı ile aşılmaya çalışılıyor. Kürt hareketine uzatılan iç cepheyi sağlamlaştırma teklifi, bölgede ve dünyada yeni bir emperyalist paylaşım savaşında konum almak anlamına geliyor.
AKP-MHP rejimi Kürt hareketi ve tüm toplumsal güçleri ezme ve çözme siyaseti yürütüyor. Toplumsal bir barış ve demokrasi hedeflemedikleri de ortada. Yukarıdaki soruyla bağlantılı olarak iç cepheyi sağlamlaştırmanın bir diğer boyutu da egemen sınıflar arasındaki iç birliği sağlama oluyor. Bu nedenle CHP’ye dönük operasyonlarla CHP’nin iradesini kırmak, yerel yönetimler aracılığıyla edindiği gücü geri almak ve bir anayasaya razı etmek istiyor.
Devlet Bahçeli’nin başlattığı bu süreçte esas aktör olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Sürecin doğrudan devlet eliyle yürütüldüğünün bir göstergesi. Milliyetçi kesimlerin uzlaşı sürecine iknası için elverişli bir sembol aynı zamanda.
Burjuva çözüme karşı emekçi çözüm programı
TBMM Komisyonu’nun kuruluşunu, ismini, bileşenlerini ve ilan edilen çalışma perspektifini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Meclis’te kurulan komisyon, her şeyden önce burjuva çözüm adına bütün süreci TBMM uhdesine alarak bir devlet politikası haline getirmiş oldu. Numan Kurtulmuş da MGK’da belirlenen terörsüz Türkiye konseptine uygun bir şekilde komisyonu işletiyor. Kürt sorununun tarihsel ve devasa bir sorun olduğu gerçekliği bizzat Komisyon tarafından reddediliyor. Barış annesinin anadilinde konuşma talebinin karşılanmaması da Kürt sorununun inkarı üzerine şekilleniyor. Dolayısıyla mevcut Komisyonu sürecin başat bir öznesi olarak görüp, sokakta yürütülecek mücadeleyi ikinci plana itmek hem komisyonu işlevsizleştirir hem de adil ve demokratik bir barışı imkansızlaştırır.
Bir önceki müzakereler sürecinde görüşmeci heyetler bir ortak sonuç metni yazma aşamasına gelmiş, “Dolmabahçe Mutabakatı” olarak adlandırılan 10 Maddelik anlaşma çok geçmeden Erdoğan tarafından “Ne Dolmabahçe mutabakatı? Nereden çıkmış böyle bir şey? Böyle bir mutabakat falan söz konusu değil” diyerek masa devrilmişti. Bu Komisyon’un çalışmalarının aynı kaderi yaşamaması açısından ne yapılmalı?
Komisyon’un işleyişi bakımından en öncelikli talep, Komisyon üyelerinin Öcalan ile görüşmesi talebi olacaktır. Yine Kürt sorununun emekçi çözümü bakımından önemli gördüğümüz devlet eliyle işlenen tüm suçlarda (kitle katliamları-yargısız infazlar-sürgünler vd.) bir yüzleşme sağlanabilmesi için faillerin yargılanmasını da kapsayacak hakikat ve adalet çalışmalarının başlatılması önemli olacaktır.
Hem Komisyon çalışmalarının devam edebilmesi hem de sürecin adil ve demokratik bir barışı içerecek şekilde ilerleyebilmesi için Kürt sorununun sınıfsal çözümü olarak da tarif ettiğimiz burjuva çözüme karşı emekçi çözüm programı temel bir yerde durmaktadır. Ancak adil ve demokratik bir barış için emekçi çözüm programının tüm somut taleplerinin fiili meşru mücadelesini yürütmekle gerçek anlamda bir demokratikleşme sürecinin gelişmesi ve aynı anlama gelmek üzere faşist rejimin geriletilmesi mümkün olacaktır.
Birleşik mücadeleyi güçlendirmeliyiz
Komisyon hem barış hem demokrasi vurgusuyla kurulmuş olsa da iktidar blokunun faşizmi kurumsallaştırma yürüyüşü kesintisiz devam ediyor. Öte yandan kamuoyu araştırmaları iktidar blokunun çoğunluğu kaybettiğini gösteriyor. Hız kesmeyen CHP mitingleri farklı kesimlerin rejimden hoşnutsuzluğunun sokaklarda dile getirildiği kitle gösterilerine dönüşüyor. Bu koşullarda muhalif güçler, özel olarak DEM Parti ve CHP ne türden bir ilişki içinde olmalıdır? Müzakere ve mücadele diyalektiğinin hayata geçirilmesi ve en geniş antifaşist güçlerin birliği açısından erken seçim talebi ön açıcı bir rol oynayabilir mi?
Öncelikle faşist AKP-MHP rejiminin seçimler yoluyla gönderilemeyeceğinin yeteri kadar örneğini yaşadık diye düşünüyoruz, özellikle son 10 yıl içerisinde. Son olarak İmamoğlu’nun diplomasının iptali, tutuklanması ve CHP belediyelerine kayyum atanma süreci bu gerçekliği bir kez daha ortaya koymuş oldu. Burjuva düzen değişimine dair umutların ve bekleyişin kitleleri ve demokratik kitle örgütlerini ve sol partileri nasıl pasifize ettiğini de görmüş olduk. Dolayısıyla dönemin temel ihtiyacının bir erken seçim olduğunu düşünmüyoruz. Ama ezilen tüm toplumsal kesimleri kapsayan anti-faşist bir mücadele cephesi temel bir ihtiyaç. Kürt hareketi ile devlet arasındaki uzlaşı arayışını sömürgeciliği geriletecek bir zeminde ilerletmeyi hedef almalıyız.
Bu sürecin burjuva siyaset alanının genişlemesine de imkan sağlayacağını hesaba katarak, sosyalistler olarak Kürt sorununun çözümünde sınıfsal çözüm perspektifini geliştirmeli, adil ve demokratik bir barış talebiyle Kürt ulusunun kolektif tüm hakları için mücadeleyi yükseltmeliyiz.
Yanı sıra DEM Parti’nin CHP’ye dönük halen devam eden gözaltı ve tutuklama saldırısı karşısında daha güçlü karşı koyuş pratiği içinde olması gerekiyor. Geride kalan 19 Mart sürecindeki ayaklanma dinamiklerini ve toplumsal çelişkilerin CHP’nin çok ötesinde olduğunu da görmüş olduk.
Tüm stratejisini Kürt ulusunun hak ve özgürlük mücadelesi ile batıda işçi ve emekçilerin mücadelesinin birleşmemesi üzerine kuran faşist rejimin bu politikasına karşı birleşik mücadeleyi daha da güçlendirmeliyiz.
Rojava’ya dönük askeri operasyonların ve Başur’da işgalci pozisyonun derhal sonlandırılması talebi de sosyalist tüm partilerin sahiplenmesi gereken taleplerin başında geliyor.