Lübnan’daki halk ayaklanmasının genç liderlerinden Hagop Köşgeryan’ın yazısı: “İçimizdeki acının sesi bize dedi ki, artık siz yolcular değilsiniz, siz devrimcisiniz ve bu yolculuğun adı devrimdir.”
HAGOP KÖŞGERYAN*
17 Ekim'de, saati bilinmeyen, yeri bilinmeyen bir sürpriz daveti aldık, davetiyede bize doğru yere ulaşacağımıza dair güvence veriliyordu.
Yolculuğun tek yönlü olduğu, geri dönüşü olmadığı söyleniyordu. Başlangıç noktaları birden fazla idi, yolcular on sekiz dini cemaat ve tüm yaş gruplarından gelen yaklaşık 1,5 milyon insandı.
Liderlerimizin amacı yoksulluk ve kölelikten kurtulmak ve çaresizlik engelini aşmaktı. Ve birlikte seyahat etmeye başladık. Endişelenmeden belirsizliğe doğru yola çıktık. Kölelik zincirleri dışında kaybedecek hiçbir şeyimiz olmadığı için bilinmeyene doğru, hepimiz korkusuzca yolculuk yapıyorduk. Kimse dönüş hakkında düşünmüyordu.
İki gün sonra, içimizdeki acının sesi bize dedi ki, artık siz yolcular değilsiniz, siz devrimcisiniz ve bu yolculuğun adı devrimdir.
Yolculuk uzadı, yol engellerle doluydu, kafeslerdeki insanlar kafesleriyle sokağa atıldı, isyan etti. Birçoğu bizi silahla tehdit etti ve “nereye gidiyorsunuz” dedi, ama içsel inancımızın gücü kaybolmadı. İlerleyince dönüş yolu görünmez olmaya başladı, geride kalan her şey korkunç görünüyordu. Üçüncü gün, bizi yoldan çıkarmaya, dikkatimizi dağıtmaya, yolculuğumuza son vermeye çalıştılar. Neden seyahat etmemizi istemediklerini anlamıştım, bu onlar için sinir bozucu ve korkutucu bir şeydi.
Beşinci gün, gece çadırımda oturuyordum, ertesi güne hazırlanıyordum, bunca yıl yaşadığımız acıyı, yoksulluk ve umutsuzluğu düşündüm. Şafak sökene kadar uyuyamadım. Güneşin ilk ışınları benim sorumun cevabıydı, karanlıktan sonra şafaktı. Ve nihayet bir sonuca vardım ve etrafımdaki yoldaşlarıma yorgun bir sesle, “Arkadaşlar ne olursa olsun, nereye gidersek gidelim, şu andaki durumumuzdan daha iyi olacak” dedim.
Günler geçti, her gün yeni bir haber getirdi. 11. günde hepimiz yorgunduk. Sonunda 12. günde dikenli tellerle korunan ve tüm geçitleri kapalı olan sınıra ulaştık, sınırın iki ayrı tarafında iki yazı vardı "Kölelik – Özgürlük". Sınırda uzun süre bekledikten sonra, sınırı koruyan sınır görevlisine sordum, “Neden geçidi kapalı tutuyorsunuz?” Sınır koruyucusu bize, “Bu sınırı köleler kabul etti, iktidar da kapalı tuttu.”
O gece hiç uyumamıştım, özgürlükten daha güzel şey var mı? 13. günün ortasında sınıra ulaşmıştık. Otuz yıldan fazla bir süredir bu sınırın hiçbir zaman geçilemediğini söylemişlerdi, ilk biz olacaktık. Ve geçtik, mümkün olduğu kadar çok tadını çıkararak.
Yoksulluk ve yolsuzluk diğer tarafta kalmıştı. Uzakta kalan umutsuzluk ve yoksulluk bize özgür olmamızı söyledi, dikenli tellerden ötede sadece umut ve adalet bizi yönlendirebilir.
*Lübnan Üniversitesi Politik Bilimler ve Hukuk öğrencisi