Peki sormak lazım: Biz nasıl bir toplumuz ki, engelli kalan bir sokak hayvanını görmezden gelebiliyoruz? Daha acısı: Biz nasıl bir hukuk devletiyiz ki, onların yaşam hakkını korumakta bu kadar başarısızız?
Hayvan Hakları Yasaları: Kağıt Üstünde “Hak”, Gerçekte Sessizlik
Türkiye’de 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu var. Bu kanun, hayvanları “mal” değil “can” olarak tanımlar. Kağıt üzerinde sokak hayvanlarının öldürülmesi yasaktır, işkenceye uğratılması suçtur. Belediyelerin görevi bellidir: Sokak hayvanlarını kısırlaştırmak, tedavi etmek, barınaklarda rehabilite etmek, sonra doğal yaşam alanına geri bırakmak.
Ama gerçekte ne oluyor?
– Belediyeler görevini yerine getirmiyor.
– Kısırlaştırma oranları son derece düşük.
– Tedavi ve rehabilitasyon merkezleri yetersiz.
– Engelli kalan hayvanların tedavisi gönüllülerin insafına bırakılıyor.
– Belediyeler bazen yasa dışı olarak hayvanları topluca öldürüyor ya da sürgüne gönderiyor.
Yani kağıt üzerindeki haklar, sokaklarda kanayan yaralara dönüşüyor.
Engelli Hayvanlar: Hukukun Görmediği Bir Alan
5199 sayılı Kanun’da engelli hayvanlar için özel bir düzenleme yok. Yani bacağı kırık kalmış bir köpeğin, gözleri görmeyen bir kedinin, felçli bir sokak hayvanının yaşam hakkı fiilen yok sayılıyor. Onlar “yaşamaya değmez” görülüyor.
Oysa hukuk böyle işlememeli. Anayasa’nın 56. maddesi “Herkesin sağlıklı bir çevrede yaşama hakkını” güvence altına alırken, hayvanların da o çevrenin bir parçası olduğunu unutamayız.
Üstelik Türkiye, 1982 Anayasası’nın 90. maddesi uyarınca imzalanmış uluslararası sözleşmelerle de bağlıdır. Avrupa Konseyi’nin Ev Hayvanlarının Korunması Sözleşmesi’ni 1999 yılında onayladık. Bu sözleşme, hayvanlara kötü muameleyi yasaklar, bakım ve koruma sorumluluğunu devlete yükler. Peki bu sözleşme uygulanıyor mu? Hayır.
Belediyelerin Hukuki Sorumluluğu
Belediyeler, 5199 sayılı Kanun’a göre hayvanların bakımı ve rehabilitasyonundan sorumludur. Ama çoğu belediye bütçe yetersizliğini bahane ediyor. Oysa bütçe yetersizliği, hukuki sorumluluğu ortadan kaldırmaz. Bir belediye yol yapmadığında vatandaş dava açabiliyor; peki ya sokak hayvanının yaşam hakkı ihlal edildiğinde kim hesap soruyor?
Ne yazık ki çoğu zaman kimse. Çünkü hayvanların kendi başlarına dava açma hakkı yok; onların sesi biz insanlara emanet edilmiş durumda.
Uluslararası Hukuk ve Bizim Çelişkimiz
Birleşmiş Milletler’in Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nden biri “tüm canlılarla barış içinde yaşamak.” Avrupa Birliği müktesebatı, hayvan refahını tarım ve çevre politikalarının ayrılmaz parçası sayıyor. Gelişmiş ülkelerde engelli kalan hayvanlar için özel bakım evleri, rehabilitasyon merkezleri ve sahiplendirme politikaları uygulanıyor.
Bizde ne var? Çoğu kez taşlanan, açlığa terk edilen, ölüme mahkûm edilen hayvanlar.
Toplumsal Yüzleşme
Engelli bir köpeği gördüğümüzde ne düşünüyoruz? “Yazık” deyip geçmek mi vicdanımızı temizliyor?
Hayır. Bu, sorumluluktan kaçıştan başka bir şey değil.
Bir toplum, en savunmasızına nasıl davrandığıyla ölçülür. Eğer engelli hayvanı ölüme terk ediyorsak, engelli insanı da yok sayıyoruz demektir. Çünkü vicdan bölünmez; birine kapalı olan, herkese kapalıdır.
Sonuç: Yaşam Hakkı Bölünemez
Şunu unutmayalım: Yaşam hakkı yalnızca insana ait değildir. Anayasa, yasalar ve uluslararası sözleşmeler, bu hakkı tüm canlılar için güvence altına alır. Ama kağıt üstünde kalan her hak, aslında yok hükmündedir.
Engelli sokak hayvanları bizim yükümüz değil; bizim insanlık sınavımızdır. Ve bu sınavda şu an sınıfta kalıyoruz.
O halde görevimiz bellidir:
– Yasal düzenlemelerin uygulanmasını denetlemek.
– Belediyeleri sorumluluklarını yerine getirmeye zorlamak.
– Engelli hayvanlar için özel düzenlemeler talep etmek.
– Ve en önemlisi, toplumsal vicdanı uyandırmak.
Çünkü onların sessiz çığlığı, aslında bizim insanlığımızın yankısıdır.