SEÇTİKLERİMİZ- Serap Çakır’ın yazısı: Masallar bize yalan söylemiş
Uyuyan Güzel artık uyumasın, Bremen Mızıkacıları durmasın ve Külkedisi prensin peşine düşmesin. Masallarda yaratılan dünyalar ne kadar doğru ve bu hayal metinleri bizlere aslında neler söylemek istiyor? Skolastik Fantazya masalların peşine düşüyor…
Burhan Sönmez’in İstanbul İstanbul romanında muhteşem bir hikâye vardır; şöyle başlar: Külkedisi’ne sormuşlar, neden Prens’e âşık oldun diye. Masal bana başka kader vermedi, demiş.” Külkedisi’ne gerçekten de başka kader vermedi o masal anlatıcısı. Ayağına taktığı pabucun kırılganlığında bir dünyanın içine itti ve kötücül üvey anne ve kız kardeşlerinden kaçışın, izbe çatı katından aydınlık odalara gidişin tek yönlü biletini Prens’in kalbi ve ışıltılı sarayı olarak kesti. Oysa ona bambaşka kaderler yazılabilir, bir Prens’le kurtuluşu arayan genç kıza çok daha farklı bir hayat tahayyül edilebilirdi. Bunun yerine normlara uygun şekilde, uysal, masum, saf, temiz, bakire, zavallı, bahtsız Külkedisi kurtuluşu, güçlü, paralı, varlıklı, soylu, kahraman bir erkeğin (Prensin) kollarına atılmakta buldu.
Sevgili Hüseyin Köse’nin derlediği Skolastik Fantazya kitabı işte böyle yalanlar ve yanlış yönlendirmelerle dolu masalların izini sürüyor. Çirkin Ördek Yavrusu’ndan Bremen Mızıkacılarına, Küçük Kara Balık’tan Uyuyan Güzele, Rapunzel’e, Kırmızı Başlıklı Kız’a, Küçük Prens’e ve daha pek çok hafızamıza kazınmış masala başka türlü bir açıdan bakıyorsunuz. Yalnızca queer bir okuma yapmıyor eser, bunun yanı sıra Marksist söylemle ve yapıbozum yöntemiyle masallara yeni bir pencere açıyor.
Bakmak ve görmek arasındaki o kalın çizgiyi ne kadar daraltırsak yaşamı algılayış şeklimiz de o kadar zenginleşecektir. Çocuklardan köpeklere, ağaçlardan hayallere ve elbette masallara uzanan dünya, kulağımıza başka şarkılar, şarkıların içinden başka melodiler, melodilerin içinden başka fısıltılar üfleyecektir. Kolektif bilincin ıslah edip eğiten, terbiye eden ve kalıba sokan telkinlerinden kaçınmanın bir yolunu söyleyecektir size. Görünenin ardındakini algılayışınız derinleştikçe iç ve dış dünyanızın renklerinin ara tonlarıyla buluşma sıklığınız artacaktır. Masallar henüz küçücük çocuklarken bizlere ilk elden fısıldanırken hafızamıza kazıdıklarıyla hayal evrenimizi katmanlaştırırız. Bu katmanlar arasındaki geçişkenliği sağlayabilmek ve o ara tonlarla buluşabilmek için masalın sonu kadar bizi ilgilendiren bir başka özelliği de aslında ne anlatmak istediği üzerine olmalıdır. Baskın değer ve ideolojilerin yansıtılmasının yanı sıra, umudu, gelecek hayallerini, başkaldırıyı, haksızlıklara karşı durmayı ve en önemlisi sevgiyi anlatan bu metinleri Skolâstik Felsefe’de kimler nasıl incelemiş görelim.
Uyuyan Güzel artık uyumasın
Kitapta en sevdiğim yazı Hande Öğüt’ünki olduğu için onun Uyuyan Güzel’i ele alışıyla başlayalım istiyorum. Güzeller güzeli genç kız neden ola ki bir prense ihtiyaç duyuyor? Hande Öğüt yazısına ilk olarak bu sorunun etrafında yoğunlaşarak giriş yapıyor. Çünkü “Kralın partilerinin ve krallığının sürgitmesi, bir prensi daima gerekseyecekti.” Peki neden genç kızlık çağına gelince bu güzeller güzeli kızların başına kötü kalpli kadınlar tarafından kötü şeyler geliyor? “Bu kez bir üvey anne, çirkin üvey kardeşler, bir ecinni, cadı, bir devanası, bir kurt (ama asla bir erkek değil) tarafından tuzağa düşürülüp yine hayatına el konulacak, eline iğ batmayacak olsa da yasak elmayı yiyecek, esir tutulacak, bedeni, arzuları, cinselliği bastırılacak ve onu ancak bir prensin öpücüğü kurtaracaktı. Krallığın devamı patriyarkal yapının ekonomik birimi olan aileye, kadının cinsel varlığı da erkeğe bağlıydı.” Masallarda kadınların birbirlerine karşı hiyerarşik kadınlık durumlarına göre sınıflandırıldığını fark etmiş olmalısınız. Anne/üvey, bakire/fahişe, melek/cadı, peri/şeytan, masum/büyücü, güzel/çirkin, evli/evde kalmış… Ve bu güzeller güzeli kızların başındaki belalar, ya kötü talihten, ya kötü kalpli kadınlardan ya da kadınlar gibi cinselleştirilerek nesneleştirilen hayvanlardan geliyor. Alın size Hande Öğüt’ten güzel bir soru daha! “Ya kraliçenin doğurduğu kız, dünyalar güzeli değil de çirkin mi çirkin, sivilceli, kambur, dişlek vb. olsaydı?” O zaman güçlü, iyi yürekli kral kızının doğum günü için muhteşem bir parti verir miydi? Prens yıllar sonra uyuyan çirkin prensesi öper miydi? Öğüt’e göre prense uygun güzel bir gelin eninde sonunda bulunacaktır. “Kralın krallığının devam etmesi için bir prense gereken uyuyan güzel daima bulunacaktır. Yine ve yeniden…” Hande Öğüt’ün “yakışıklı prensler”, “dünyalar güzeli prensesler”, “iyi yürekli periler” gibi ideal anlatı kalıplarını yıkarak ters yüz ettiği, yapıbozumla ilerlediği “Uyuyan Güzel ya da Uyutulan Kadınlar Üstüne” metnini mutlaka okumalısınız. Bu arada Freud’a ağzının payını verdiği okumalarına da şapka çıkarıyorum.
Hep çocuksun ve bir Çirkin Ördek Yavrusu’sun
Gelelim Zeynep Direk’in Çirkin Ördek Yavrusu masalını ele aldığı metne. Küçük bir çocukken başlayan benlik geliştirme ve kendi olma macerasının anlatıldığı bu masal için “hepimiz çirkin ördek yavrusuyduk; kimimiz uzun kimimiz kısa bir süre için. Yeterince beğenilmediğimizi, sevilmediğimizi, önemsenmediğimizi, takdir edilmediğimizi hissetmişizdir, belki şimdi bunları yine hissetmekteyiz, gelecekte kendimizi yine çirkin ördek yavrusuna dönmüş bulabiliriz” diyor Direk. Çirkin Ördek Yavurusu’ndaki temel izlek özdeşleşmeden yola çıkan yazar, bu meşhur masalları yazan Hans Christian Andersen’in yaşamının da çirkin ördekle benzerliğinden bahsediyor. Babasını kaybetmiş, yoksulluk içinde büyümüş, yazdığı tiyatro oyunlarını boş bir uğraş olarak nitelendiren annesinin iğnelemelerine maruz kalmış ve yeterince sevilmediği duygusuyla büyümüş bir evlat. Düşünün hemen hemen tüm ünlü masalların da yaratıcısı oysa. Son noktayı koymak gerekirse, çocuklar benzememekten korkarlar diyor Zeynep Direk, “çünkü hayat farklı olan çocuklar için kolay değildir.”
Bremen Mızıkacıları’nın hayali neden son buldu?
Bu ve benzeri onlarca metnin Skolastik Fantazya kitabında sizleri beklediğini söyleyerek son bir metne daha yer vermek istiyorum. Bu kez Delal İpek, Bremen Mızıkacıları’nı ele alıyor ve genelinde kimi masalların sonlarının ya da içeriklerinin değiştirildiğini, Grimm Kardeşler’in, burjuvalardan dinledikleri masalları üzerinde değişiklik yaparak eğitimli üst orta sınıfa uygun hale getirdiklerini aktarıyor. Kurbağa Prens böyle bir masal örneğin, ya da Pamuk Prenses. Mesela bu masalın 1812 yılı baskısında burjuva sınıfına ait kadınların görevlerinin neler olacağı üzerinde daha fazla duruluyormuş. Bu durumun feodal sistemden kopuşu simgelediğini söylüyor yazar.

Masalların bir özelliği de sınıf çatışmasını gözler önüne sermesi, sömürüye dayanan toplumlarda ütopik bir ruhu yansıtması değil midir? Bu yönüyle yıkıcı bir potansiyeli de var yani masalların. Kulaktan kulağa yayılırlar, efsaneler ve türküler gibi… Bremen Mızıkacıları’nda yaşlandıkları için sahipleri tarafından istenmeyen – oysa yıllardır ona hizmet etmişlerdir – eşek, köpek, kedi ve horozun mecbur kalarak çıktıkları yolculuk ve başlarına gelen maceralar anlatılır. Delal İpek bu masalın okumasını sanayi devrimiyle birlikte ortaya çıkan yersiz yurtsuz ve köksüz bırakılan insanlarla özdeşleştirerek yapıyor. Kapitalizmle birlikte mülksüzleşen köylüler hem yurtsuz ve mülkiyetsiz kalmışlar, bir yandan da efendisiz kaldıkları için özgürleşmişlerdir. “Geçim derdinin baş göstermesiyle birlikte, kentler ve bununla beraber yolculuk fikri de yeni bir umut kapısı olmuştur. Yolculuğa kapı aralayan şey, bir arayıştan çok bir kayıptır, yitiriştir.” Bizim Bremen Mızıkacıları da ortak yokluk duygusuyla hareket eder, ancak hedeflerine varmadan tekrar mülkiyete kavuşunca amaçlarını unuturlar. Mülkiyet, Bremen hayalini yener… Birbirinden kıymetli yazılar… Daha fazlasını Ayrıntı Yayınları’ndan çıkan Skolastik Fantazya kitabında bulacaksınız. Keyifli okumalar…
(Bu yazı Ağustos 2015’te Varlık Dergisi’nde yayımlanmıştır.)