PKK, kurucusu ve önderi Abdullah Öcalan’ın “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” sonrasında 12’nci Kongresi’ni gerçekleştirdi ve fesih kararı aldı. Kongre’nin yaptığı açıklamada, “PKK, kaynağını Lozan Antlaşması ve 1924 Anayasası’ndan alan Kürt inkâr ve imha siyasetine karşı halkımızın özgürlük hareketi olarak tarih sahnesine çıktı” ifadesine de yer verilmişti. Kürt sorununun demokratik ve barışçıl yöntemlerle çözülmesine süregelen karşıtlıklarıyla bilinen kimi ulusalcı ve milliyetçi kimi kesimler, yürütülen süreci bu söylem üzerinden hedef aldı. Tarihçi Sedat Ulugana, bu kesimin güncel siyasi propaganda malzemesi olarak tartışmaya açtığı Lozan Antlaşması’nın tarihsel sürecini, Kürt sorununun çözümsüzlüğüne etkisini ve çıkış yolunu Mezopotamya Ajansı’na (MA) değerlendirdi. Gazeteci Melik Çelik’in haberleştirdiği video söyleşisini MA’dan aktararak yayımlıyoruz. – SH
Sedat Ulugana, Kemalistlerin Lozan’ı Antlaşması’nı “Türkiye’nin tapusunun alındığı antlaşma” olarak okuduğunu, neo-Osmanlıcı kesimlerin ise “antlaşmayla Türkiye’nin kısıtlandığı” şeklinde yoruma sahip olduğunu söyledi. Lozan’da Türkiye için iki önemli husus olduğuna dikkati çeken Ulugana, “Birincisi kapitülasyonların kaldırılması. İkincisi ise daha önce Mustafa Kemal’in de çerçevesini çizmiş olduğu sınırlardan ödün verilmemesi. Ve bu sınırların içine Musul ve Halep vilayetleri, özellikle de Musul’u eğer mümkünse dahil etmek. Türkiye heyeti, 20 kişiden oluşuyor. Heyetin baş müzakerecisi İsmet İnönü’dür” dedi.
Lozan’ın imzalanmasından önce Türkiye lehine bir konsensüs oluştuğunu vurgulayan Ulugana, “Lozan’dan önce 1921’de Fransızlarla bir Ankara Antlaşması imzalanmış. Daha sonra Mudanya Mütarekesi ile de İngilizlerle bir konsensüs oluşmuş. Bir konsensüs dahilinde Lozan’a gidildi. Lozan öyle bilindiği gibi sıfırdan başlayan diplomatik bir müzakere süreci değildir. Resmi tarihte anlatıldığı şekilde değildir. Orada Kürt’ün esamisi okunmadı. Lozan’da Fransızlar da İngilizler de bununla ilgilenmiyordu. Türk tarafında o dönem için güçlü argüman şuydu: ‘Biz Kürtler ve Türkler adına buradayız.’ Bunu İsmet Paşa’nın kendisi söylüyor. Böyle bir giriş konuşması var. Bu uluslararası konsensüs dahilinde Kürtler statüsüz bırakıldı. Tarihi önemi budur” ifadelerini kullandı.
Lozan’ ın Türkiye için iki önemli konusu
Lozan’da Türkiye için iki önemli konunun olduğunu söyleyen Ulugana, “Birincisi kapitülasyonların kaldırılmasıydı. Bunu Fransızlarla müzakere ettiler. Çünkü Fransızların Türkiye’de çok fazla yatırımı vardı. O dönem Osmanlı’nın bütün altyapısı Fransızların elindeydi. Tütün Rejisi idaresinden tutun, büyük şehirlerdeki elektrik şebekesi, tren yolları, tramvaylar, Osmanlı Bankası, Kredilyon, İzmir Bankası gibi bankalar Fransız sermayesidir. Fransızların konsolosluklarının da ekonomik ve siyasi avantajları vardı. Fransızlar bunlardan vazgeçmek istemiyorlardı. Fransızlar Türkiye’ye ‘Bizim sermayemiz ne olacak? Osmanlı’nın bize çok fazla borcu var. Siz bu borcu ödemeyi taahhüt ediyor musunuz?’ diye sorar. Türk tarafı da bunu makul bir şekilde kabul eder. Osmanlı bölündükten sonra birden fazla devlet oluşmuştur. Bu devletlere Fransa’nın borçlarını kendi aralarında bölüştürürler. Fransızlarla olan diğer bir husus Suriye sınırının çizilmesi meselesidir. İsmet Paşa bunun 1921’de Ankara Antlaşması’nda görüştüklerini söyler. Fransa’dan bir teminat ister. Fransa da bunu kabul eder. Fransa başka bir şeye de çok itiraz etmez” diye konuştu.
Lord Curzon ve İnönü arasında geçen tartışma
Lozan Konferansı’nın başkanlığını yapan kişinin İngiltere temsilcisi de olan Lord Curzon olduğunu hatırlatan Ulugana, “Kendisi kurt bir siyasetçidir. İsmet Paşa’yı en çok zorlayanlardan birisidir. Türkiye’nin İngilizlerle Irak sınırının çizilmesi meselesi vardır. Türk tarafının çok ilginç bir şekilde iddiası şudur: ‘Musul vilayeti bize aittir. Orada Kürt, Türkmen nüfusu fazladır. Onun için Musul vilayetinin Türkiye’ye katılmasını istiyoruz.’ İsmet İnönü orada Kürtlerin Turani bir halk olduğu söyler. Lord Curzon buna karşı çıkar ve Kürtlerin İranî bir halk olduğunu söyler. İsmet İnönü de ‘Kürtler Türklerle mi yoksa İngilizlerle mi yaşamak isterler’ şeklinde referandum önerisinde bulunur. Lord Curzon Kürtlerin bundan anlamayacağını ve referandum sandığının ne olduğunu bilmediklerini belirtir. İsmet Paşa da ‘Siz benim Kürt kardeşlerime bu şekilde hakaret edemezsiniz’ der. Dolayısıyla böyle ikiyüzlüce bir diyaloğun üretildiği bir süreç. Aslında Kürtler ne İngilizlerin ne de Türkiye heyetinin umurunda değildir. Ve nihayetinde Lozan Antlaşması imzalanır. Daha sonraki süreçte Musul’dan vazgeçilir ve Musul İngilizlere bırakılır. Bu şekilde Kürdistan’ın parçalanması da artık kesinleşir” şeklinde konuştu.
Lozan’a Kürtlerin tepkisi
Lozan’da Kürtlerin sorun ettiği şeyin Kürdistan’ın bölünmüş olması olduğunu vurgulayan Ulugana, Kuzey Kürdistanlıların, Güney Kürdistan’ın İngiltere’ye bırakılmasını istemediğini söyleyerek şöyle devam etti: “Meclis’te yer alan Kürt vekilleri Hasan Hayri Bey, Yusuf Ziya Bey Meclis konuşmalarında İsmet Paşa’yı topa tutarlar. Bunun ihanet olduğunu söylerler. O dönem Hasan Hayri Bey, Yusuf Ziya Bey, Hasan Sıddık Haydari gibi vekiller, o dönem için devletin Kürtlerin ve Türklerin devleti olacağına inanmışlar. Lozan’dan kısa bir dönem sonra 1924’teki Cumhuriyet’in pratikleri ile 1925’e varmadan devletin Türklük üzerine inşa edilen bir devlet olduğu ve Kürt kimliğine dair inkâr siyasetinin yavaş yavaş belirginleştiğini görürler. Ondan sonra birinci Meclis lağvedilir. Yeni bir meclis kurulur. İlk mecliste yer alan ve ‘Kürdistan vekilleri’ dedikleri vekiller, o mecliste yer bulmazlar. Bir kısmı kendi köşesine çekilir bir kısmı da siyasi arayışlar içine girer. En büyük şey de ordunun içinde Kürt subayların gizli bir örgütlemeye gitmiş olmaları ki daha sonra biz bunu Azadi Komitesi olarak göreceğiz. Şark Ordusu’nda Albay olan Cibranlı Halit Bey var. İhsan Nuri Paşa, Vanlı Ahmet Rasim, Mardinli Celal Bey, Tevfik Bey gibi ordunun içindeki Kürt subayları örgütlenmeye giderler. İddiaya göre, askeri kalkışma 1924 Eylül’ünde yanlış anlaşılma üzerinden erkene çekilir. Askeri kalkışma yaşanır, ama başaramazlar. Birçoğu idam edilir, birçoğu da firar eder. Dolayısıyla Lozan’dan sonraki süreç bir tasfiye dönemidir.”
‘Mesele Lozan değil demokratik bir anayasadır’
Kürt halkını kısıtlayan şeyin Lozan’ın kendisi olmadığını vurgulayan Ulugana, şunları dile getirdi: “Kürtleri kısıtlayan devletin iç işleyişidir. Birincisi meclisin lağvedilmesidir. 1924’te yapılan anayasanın demokratik olmamasıdır. Yapılması gereken Lozan öncesi anayasadır. O da eksiktir. Kürt halkının bugün sorun ettiği, Lozan’a giden Türk heyetinin Kürtlerin hakkını savunma beklentisidir. Bugüne de bakıldığında devletle, yani aynı süreci aslında yaşıyoruz. Hakikaten yine Ortadoğu özelinde işte bu kadar karman çorman bir siyasi ve askeri harita söz konusuyken, Amerika, İsrail ya da başka herhangi Avrupalı bir devlet mi Kürt’ün hukukunu savunacak? Ki bu aynı zamanda halklar arasındaki çelişkiyi de daha da derinleştiren bir şey. Yoksa Türk devleti, cumhuriyeti beraber kurduğu Kürtlerle yeni demokratik bir anayasa hazırlayıp kardeşlik hukukunu yazıya döküp gerçek bir kardeşlik mi tesis edecek? Kürt sorununu çözecek olan Lozan’ın lağvedilmesi değildir. Kürt sorununu çözecek olan demokratik, çoğulcu bir anayasanın teşkilidir.”