“Dünyaya bir daha gelsem; ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım.”
Aram Tigran yıllar önce bu sözü söylediğinde, barışa hasret herkesin sesi olmuştu adeta. Onun yaşamı, bu cümlenin her kelimesini kanıtlayan bir yolculuktu. 1934’te Suriye’nin Kamışlı kentinde, 1915’te Diyarbakır’dan kaçmak zorunda kalmış Ermeni bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, soykırım sırasında bir Kürt ailenin elinde hayata tutunmuştu. Tigran, bu mirası hayatı boyunca taşıdı. Kürtçe’yi annesinden değil, yaşadığı toprakların halkından öğrenmişti. Ve o dili, dünyaya barış şarkıları taşımak için seçti.
Henüz altı yaşındayken udun tellerine dokundu, ardından cümbüşe ve zurnaya geçti. Onun sazı bir müzik aleti değil, bir köprüydü. Ermenice, Kürtçe, Arapça, Süryanice… Diller, dinler, kimlikler onun şarkılarında yan yana otururdu. “Mamoste” (öğretmen) diye anılmasının sebebi yalnızca müzik öğretmesi değil, halklara birbirini sevmeyi, tanımayı öğretmesiydi.
1966’da Ermenistan’a gidip Erivan Radyosu’nda Kürtçe yayınlara katıldığında, aslında Kürt halkının sesini dalga dalga dünyaya ulaştırıyordu. 1995’te Atina’ya yerleşip oradan üretmeye devam etti. Ömrü boyunca 230’un üzerinde Kürtçe, 150 Arapça, onlarca Ermenice ve Süryanice şarkı kaydetti. “Dayê Çima” dediğinde analar ağladı, “Ey Dilbere” dediğinde sevdalılar sarıldı.
Tigran, 2009’da Diyarbakır’da Newroz kutlamalarına gitti. Orada rahatsızlandı. Atina’ya götürüldü. Ve 8 Ağustos 2009’da, toprağına hasret vefat etti. Diyarbakır’a gömülmek istiyordu ama izin verilmedi. Brüksel’de toprağa verildi, mezarına Diyarbakır’dan getirilen bir avuç toprak serpiştirildi. Bugün o gidişin üzerinden tam 16 yıl geçti.
Bu yıl, Aram Tigran’ı anarken, Türkiye’de barışın yeniden konuşulduğu bir zamandayız. 27 Şubat 2025’te İmralı’dan gelen bir çağrı, ülkedeki havayı değiştirdi. Sayın Abdullah Öcalan, çatışmaların son bulması, demokratik bir çözüm sürecinin başlaması için mesaj gönderdi. PKK, bu çağrının ardından kongreye gitti, “Silahlar sussun, siyaset konuşsun” dedi. Yıllar süren çatışmanın ardından gelen bu sözler, toplumun her kesiminde umutla karşılandı.
Ve 11 Temmuz 2025’te, Süleymaniye’de bir tören düzenlendi, 30 gerilla silahlarını ateşe bıraktı. Namlu ucundan duman değil, alevler yükseldi. Barut, yerini küle bıraktı. O an, Aram Tigran’ın sözünü düşündüm; “Ne kadar tank, tüfek ve silah varsa hepsini eritip saz, cümbüş ve zurna yapacağım.” Belki bu tören, o erime sürecinin ilk kıvılcımıydı.
Tigran yaşasaydı, o törenin ortasında cümbüşünü çalar, “Welat”ı söylerdi. Belki “Gelo Ew Ki Bu”yu dillendirir, nehrin iki yakasını birleştirirdi. Belki “Penaber” ile ortak acıları hatırlatırdı. Çünkü o bilirdi ki bir halkın kurtuluşu, başka bir halkın yarası üzerine inşa edilmez.
Bugün barıştan söz etmek hâlâ cesaret istiyor. Çünkü bu topraklarda barış isteyenler, çoğu zaman “ihanet” ya da “hayalperestlik”le suçlandı. Ama Aram Tigran gibi sanatçılar, o hayali diri tutan nefeslerdi. Onun için müzik, neşeyi de, hüznü de, direnişi de aynı ezgide taşıyabilen bir araçtı.
Silahların gölgesinde geçen on yılların ardından, belki de bu toprakların en büyük ihtiyacı, Tigran’ın sözünü siyasi bir programa dönüştürmek;
Tankları eritip çocuklara keman yapmak.
Tüfekleri eritip köy meydanına davul asmak.
Mermileri eritip düğün zurnası dökmek.
Barış, bir müzik aleti gibi çalınmalı. Ustalık ister, sabır ister, her telin uyumunu gözetmek ister. Ve yanlış bir nota bile tüm eseri bozar.
Aram Tigran, senin sesin hâlâ aramızda. Ve bir gün bu ülkenin bütün meydanları, bütün dillerde özgürce söylenen stranlarla dolduğunda senin sesin her dilde yankılanacak.