Suriye iç savaşının on yılı aşkın süredir değişmeyen bir gerçeği var: Sahadaki dengeler kadar, yapılan açıklamalar da en az çatışmalar kadar belirleyici. Son olarak Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi’nin “Şam ile anlaştık” minvalindeki açıklaması ve bundan yalnızca iki saat sonra Suriye yönetiminin bu iddiayı net bir dille yalanlaması, bu gerçeği bir kez daha gözler önüne serdi.
Peki bu çelişki ne anlama geliyor? Ortada gerçekten bir anlaşma mı var, yoksa bu açıklamalar tarafların birbirine ve üçüncü aktörlere verdiği siyasi mesajlardan mı ibaret?
Aynı masa, farklı tanımlar
Öncelikle şunu netleştirmek gerekiyor: Mazlum Abdi’nin sözleri bir “nihai anlaşma”dan ziyade, müzakere sürecinde gelinen noktaya dair iyimser bir okuma olarak değerlendirilmeli. SDG cephesinde “entegrasyon”, “ortak çerçeve” ve “gelecekte birlikte yaşama” gibi kavramlar, genellikle esnek ve müzakereye açık bir anlam taşıyor.
Şam yönetimi içinse durum farklı. Suriye devleti, özellikle egemenlik ve askerî kontrol söz konusu olduğunda, gri alan bırakmayı tercih etmiyor. Bu nedenle “anlaşma” kelimesi, imzalı, bağlayıcı ve koşulsuz bir teslimiyet anlamına geliyor. Bu standartlar karşılanmadığında, Şam refleks olarak yalanlama yoluna gidiyor.
Yani taraflar aynı süreci konuşuyor olabilir, fakat aynı dili konuşmuyorlar.
Neden şimdi?
Bu açıklamanın zamanlaması tesadüf değil. SDG, bir süredir hem askerî hem siyasi baskı altında. Türkiye’nin güvenlik söylemi, ABD’nin bölgedeki varlığını yeniden tartışmaya açması ve Şam’ın “merkeze dönüş” çağrıları, SDG’yi manevra alanı daralan bir aktöre dönüştürdü.
Mazlum Abdi’nin açıklaması bu bağlamda, yalnızca Şam’a değil; Washington’a, Moskova’ya ve Ankara’ya da verilmiş bir mesaj olarak okunmalı: “Biz masadayız ve çözümün parçasıyız.”
Şam’ın hızlı yalanlaması ise bu mesajın kontrolsüz biçimde büyümesini engelleme çabası. Rejim, SDG’nin kamuoyu önünde eşit bir müzakere ortağı gibi görünmesini istemiyor.
Güven sorunu ve geçmişin gölgesi
Bu tür krizlerin temelinde derin bir güven sorunu yatıyor. Şam, SDG’yi uzun süre ABD’nin uzantısı olarak gördü; SDG ise rejimi, kazanımlarını geri almak isteyen merkeziyetçi bir güç olarak algıladı. Taraflar arasındaki önceki temasların sonuçsuz kalması, bugün yapılan her açıklamayı daha kırılgan hale getiriyor.
Bu nedenle Şam, erken ya da tek taraflı açıklamaları bir “siyasi dayatma” olarak değerlendiriyor ve sert tepki veriyor.
Peki bundan sonra ne olur?
Önümüzdeki süreç için birkaç olası senaryodan söz etmek mümkün:
Sessiz müzakerelerin devamı: Kamuoyuna yansıyan krizlere rağmen, perde arkasında düşük profilli görüşmeler sürebilir. Taraflar, bu kez açıklamaları daha kontrollü yapmayı tercih edebilir.
Şam’ın şartları sertleştirmesi: Suriye yönetimi, yalanlamayla birlikte “tek ordu, tek bayrak” söylemini daha yüksek sesle dile getirebilir. Bu durumda SDG’nin manevra alanı daha da daralır.
SDG’nin uluslararası kartları yeniden oynaması: Eğer Şam ile süreç tıkanırsa, SDG ABD ve Rusya nezdinde yeniden pozisyon almaya çalışabilir. Ancak bu kartların eskisi kadar güçlü olmadığı da ortada.
Kontrollü bir entegrasyon modeli: En uzun vadeli ve zor ihtimal ise, tarafların yüz kaybetmeden ilerleyebileceği kademeli bir entegrasyon modeli. Bu senaryo, ancak dış aktörlerin baskısı ve garantörlüğüyle mümkün olabilir.
Sonuç olarak bugün yaşanan “anlaştık–yalanlandı” krizi, bir başarısızlıktan çok, Suriye dosyasının ne kadar kırılgan ve çok katmanlı olduğunu gösteriyor. Bu süreçte kimin ne söylediğinden çok, kimin neyi söyleyemediğine bakmak gerekiyor.
Çünkü Suriye’de bazen gerçekler, yapılan açıklamalarda değil; yapılan yalanlamaların hızında gizlidir.
