İlkay KARA yazdı: “Yapmak istediğim gösterilen tepkiler üzerine düşünmek. Görebildiğim kadarıyla çeşitli sosyal medya mecralarında gösterilen tepkiler, yazılıp çizilenler kabaca dört grupta toplanabilir ve bence hepsi çok politik tepkiler.”
Uzamış, tavsamış bir meseleye ilişkin kendi adıma son bir not olsun bu yazı. Uzadı çünkü önce kendisi sonra da ona verilen tepkilere duyulan tepkiler 3 gündür konuşuluyor zaten. Eh 3 gün de günümüz dünyasında oldukça uzun bir süre. Hele de bu salgın günlerinde. Evet Pınar Fidan’ın stand-up’ından sözediyorum. Performansın içeriğine odaklanmayacağım. Yapmak istediğim gösterilen tepkiler üzerine düşünmek. Görebildiğim kadarıyla çeşitli sosyal medya mecralarında gösterilen tepkiler, yazılıp çizilenler kabaca dört grupta toplanabilir ve bence hepsi çok politik tepkiler.
İlkin öğreten adamlardan başlamak istiyorum. Video henüz dolaşıma girmişken ve tepkiler ufaktan başlamışken kendini sahneye attılar. “Bu ironidir” deyip aydınlatıverdiler, öfkeli cahilleri. Olup biteni açıklığa kavuşturma arzusuyla izahata giriştiler. Benzer sosyal, politik, kültürel arka planlara sahip oldukları kişilerin belirttikleri rahatsızlık ve incinme karşısında “ya aslında kastedilen söylenenin tam tersi” deyip mevzuyu yersiz bir bilememe haline itmeye çalıştılar. Oysa öyle değildi. Pek çok kişi bunun retoriksel bir taktik olduğunu, haydi bu kadar ısrar karşısında adını da koyalım ironi olduğunu bilmesine rağmen rahatsızlık beyan etti. Ortadaki mizah çabası (bunu da hemen burada söyleyelim maalesef sahnedeki beceriksizce çırpınıştı) komik değil can yakıcı olmuştu. Çokbilmiş ağabeyler mesela neden böyle olduğuna dair en ufak bir akıl yürütme çabası göstermeyip kendilerine atfettikleri iktidar konumundan derse başladı. Onların zahmet etmedikleri akıl yürütme çabası için minik bir başlangıç noktası sunulabilir belki. Komik değildi, ironinin, performatif eylemin, retoriksel stratejilerin/taktiklerin ne olduğunu bilenler için de, sahnedeki komedyenin yapmaya çalıştığı şeyi nasıl beceremediğini görenler için de değildi. Çünkü mevzu ettiği meseleler kocaman bir toplumsal kesim için, Aleviler için acılı, sızılı meseleler. Çünkü Madımak hala körükleniyor, hala ateşe benzin taşıyorlar, ateşe benzin taşıyanları affede affede. Manşetlerle bağırlarına bastıkları Ahmet Dedeleri üstübaşı is kokarak sokaklarda dolaşarak kanırtıyor yarayı. Çünkü Uğur Kurt’un Cemevi bahçesinde vurulup öldürülmesi ortada kocaman ve can yakan bir hesap olarak duruyor. Çetele tutup sıralamaya kalkmayacağım. İlk akla gelen, küçücük hatırlatmalar bunlar. Yapmaya çalıştığım şey Alevilerin ne kadar ezildiğini, nasıl sistematik olarak şiddete uğradığını betimlemek de değil. Bunun böyle olduğunu zaten biliyoruz. Tahmin ediyorum ki bu yazıyı okuyacak herkes de biliyor. Dahası burada sözünü ettiğim o “öğretenler” de biliyor. Demek ki bilmek yetmiyor. İroninin ne olduğunu bilmek de, Alevilerin uğradığı sistematik ayrımcılık ve şiddeti bilmek de. Kolektif duygulanım diye bişey var. Acı, incinme ve bu çok politik. Bunu görmemek de.
İkinci büyük grup ise gösterilen tepkilere tepki gösterenler. Sahnedeki komedyeni koruma kollama derneği başkanı abiler, ablalar. Performansın sahibi adına ve onu da harcayarak apolojiye giriştiler. Yaptıkları ilk şey bu oldu. Tıpkı öğreten arkadaşları gibi dönüp “ya bunlar niye böyle rahatsız oldu” demediler. Mazeretler sunmaya başladılar. Sahnedeki komedyenin iyi niyetinden başlayıp, muradına eremeyişi vs vs. İzahatin ana fikri komedyenin beceriksiz oluşuydu. Dedim ya adına açıklama yapmaya çalıştıkları Fidan’ı da harcadılar. Becerememiş yahu büyütmeyin dediler kısaca. Hele etrafta birileri cinsiyetçi bir şaka yapacak olsa ağzına kürekle vuracak feminist ablaların “ama kadın” deyivermeleri. Bunlara bir de üçüncü olarak “politik görüşlerini biliyoruz, öyle biri değildir, tam tersi…” diyenleri ekleyelim. Onlara sadece bu en yakınızda duran, sevdiğimiz tanıdığımız ne erkeğin birer tacizci olduğunu, şiddet uyguladıklarına tanık olduğumuzu tabi neredeyse aynı argümanlarla karşımıza çıkan erkek dayanışmasıyla mücadele etmek için ne kadar çabaladığımızı hatırlatmak kafi bence. Bunların hepsi doğru olabilir. Fakat bence buradaki sorun gösterilen tepkinin kime yönelik olduğu, söylenen sözün kime hitap ettiğiyle ilgili. Karşılaştığınız bir toplumsal olayda öncelikle taraflardan hangisi adına konuşmaya talip olduğunuz ve kime seslendiğiniz çok önemlidir. Adına konuşmaya talip olduğunuz, önceliğinizdir. Söylenen ilk sözün gelişen Alevi hassasiyeti karşısında sahnedeki “kızcağız” adına olması ne yazık ki ayrımcı söyleme ulandı, onun bir parçası haline geldi. Giriştikleri müdafaa arzusu onları incinenin karşısına itti, incitenden yana oldular ya da en hafifiyle anlayamadılar, göremediler. Bütün bunlar, muhalif politik öznelerin dahi dokusuna Sünniliğin nasıl sindiği göstermesi açısından çarpıcı. Bir arkadaşımın ifadesiyle muhalif arkadaşlarımızın dahi toplumsal konumlarında Sünniliğin nasıl da belirleyici olduğunu göstermesi bakımından manidar.
Dört grup demiştim. Sonuncusu video dolaşıma girer girmez erkekliklerini kuşanıp cenge başlayan o devasa erkeklik elbette. Eleştiriyi saldırıya, dert anlatmayı küfre dönüştürüp bir sanal linç kampanyasına çevirdiler. Erkeklik mevzuyu şiddet ortamına çekince sözü olan sustu. Kocaman bir politik gövde neresinin ağrıdığını söylemedi. Eril bağırtılar içinde kayboldu. Şiddet politikaya alan tanımaz. Yoketmek üzere örgütlenir, sesini, tarihini, kentini, mazini, ihtimallerini ve daha pek çoğuyla birlikte fiziki varlığını yok eder. Maalesef biz bunu çok iyi biliriz. Ne yazık ki bunu her zaman iktidarda olanlar yapmıyor. "Bizimkiler"in bizi nasıl susturup, erkekliklerini coşturduğunu bir kez daha gördük. Hani feminizmde kesişimsellikten söz ediliyor ya buna ne çok ihtiyaç var değil mi?