CEREN AKÇABAY
Özgecan Aslan’ın katil zanlıları 12 Haziran 2015’te Tarsus’ta yargı önüne çıktı. Bine yakın avukatın müdahillik talebinde bulunduğu davada, mahkeme heyetinin de ağırlıklı olarak kadın hakimlerden kurulması bekleniyor. Özgecan’ın davasından beklenti büyük. Özgecan için imza kampanyaları düzenleniyor, yasa tasarıları hazırlanıyor. Hatta ödüller verilip at yarışları bile düzenleniyor! Oysa bu, Türkiye’deki ne ilk ne de son kadın cinayeti. Özgecan’ın ardından onlarca kadın katledildi. Kadir-i mutlak devletimiz bir türlü hesabını tutamasa da, Bianet’in basında yer alan haberlerden derlediği verilere göre, Özgecan’ın katledildiği şubat ayından mayıs sonuna kadar, dört ay içinde 91 kadın erkek şiddeti sonucu yaşama veda etti. Özgecan’ın katli ülke genelinde büyük bir öfke yarattı.
Öyle ki bu süreçte kadın cinayetleri için sokağa çıkanlar, eylem yapan feministler dahi “marjinal” olarak nitelendirilmedi. Hatta cinayete kurban giden bir kadının yakınları en üst düzey devlet yetkilileri tarafından ağırlandı. İddianame hızla düzenlendi ve katil zanlıları yargı önüne çıkarıldı. Özgecan’ın katli, onun masum yüzü ile birlikte hafızalara kazınırken şiddet mağduru başka kadınların ismi ise duyulmadı. Bu tespite karşılık elbette kadın cinayetleri ile mücadelede artık Özgecan’ın temsili bir figür haline geldiği ve Özgecan’ın davasına ilişkin tartışmaların diğer bütün kadın cinayetlerine ilişkin tepkiyi içerdiği savunulabilir. Ancak bu savın doğru kabul edilebilmesi için kolayca sıralanabilecek birkaç soruya yanıt verilmeli.
Eldeki yetersiz verilere bakılarak dahi kadına yönelik şiddetin Türkiye’nin en önemli toplumsal sorunlarından biri olduğu söylenebilir. Son on beş yılda kadına yönelik şiddet vakalarındaki hızlı yükselişe rağmen, Özgecan’n katline kadar konuya ilişkin toplumsal duyarlılık gözle görülür bir düzeye ulaşamamıştır. Tepkiyi açığa çıkaranın kadın cinayetlerindeki ani artış olduğunu söylenemez. Çünkü sadece tespit edilebilen veriler dahi kadına yönelik şiddetteki asıl yükselişin iki binli yılların başında gerçekleştiğini ya da en azından görünür hale geldiğini gösteriyor. Kadına yönelik şiddet, 2002 yılında 66 kadının ölümüne yol açarken 2009’un ilk dokuz ayında yüzde 1400 artarak 953’e kadar çıkmıştır. Büyük ölçüde muhafazakar siyaset ve kadının bireyselliğini yadsıyan aile merkezli politikalarla pekiştirilen ataerkil toplum düzeni, kadına yönelik şiddetin yaslandığı asıl zemini oluşturuyor. Hal buyken, toplum neden şimdi ya da neden Özgecan’ın katline tepki vermiştir? Özgecan’ın maruz kaldığı şiddetin şekli midir bu tepkiye neden olan? Öyleyse Özgecan’ın ölümünden 20 gün gibi çok kısa bir süre önce yine elleri kesik şekilde ölü bulunan pavyon şarkısı Nuran Dutlu’nun katlinin benzer bir tepki yaratmaması ile ölü bedeninde bulunan dövmelerin bir ilişkisi var mıdır? Ya da Nesrin K. gibi eski sevgilisi tarafından önce başı ezilip ardından otomobille üzerinden geçilerek öldürülseydi, Özgecan yine Özgecan olur muydu? Üçüncü sayfa haberlerinin pek çoğunda olduğu gibi tanıdığı biri, bir aile ferdi, eski eşi, akrabası ya da arkadaşı tarafından aynı şekilde öldürülmüş olsaydı toplum Özgecan’ın ölümüne yine aynı şekilde tepki verir miydi? Birden fazla kişinin tecavüzüne uğrayan bedeninden büyük sorgulmalara maruz kalan küçük yaşta bir kız çocuğu olsaydı, farklı bir cinsel yönelime sahip olduğu için toplum tarafından dışlanıp fuhuşa zorlansaydı ana babası yine sarayda ağırtlanır mıydı mesela? Pippa Bacca gibi yabancı, hiç bilmediği bir ülkeyi dolaşırken minibüse binmemiş, otostop yapmayı tercih etmiş olsaydı… Münevver Karabulut gibi zengin erkek arkadaşı tarafından öldürülmüş olsaydı, basında masum yüzü yerine, adeta “ölümü haktı” mesajını yayan dekolte kıyafetli bir pozu sunulsaydı… Veya Özgecan yine yirmi yaşında, ailesi ile yaşayan genç bir üniversite öğrencisi olsaydı ama onu öldüren kişi alt sınıfın ve kültürün simgesi bir minibüs şoförü olmasaydı… Türkiye aynı infiali gösterir miydi bu ölüme?
Topluma yaraşır mağdur seçmek
Hadi dürüst olalım! Katle verdiği ilk tepki “O minibüste ne işi varmış?” olan bizler, dürüst olalım! Okul servisinin olmadığını, minibüse binerken yanında bir kız arkadaşı olduğunu, zanlıyı hiç bir şekilde tanımadığını, tecavüze direndiğini öğrendikten önce mi sonra mı verildi tepki? Özgecanlar katili medeniyetimizin dürüst insanları! Unutulmasın, burası, rüyasında karısının kendisini aldattığını görünce eş katili olan erkeklerin ülkesi. Yolun ortasında şiddete maruz kalsa bile erkek faille bir ilişkisinin olduğu varsayılarak kaderine terk edilen kadınların ülkesi… Üst kattan gelen kadın ve çocuk çığlıklarını televizyonun sesini açarak bastırıp, “yok eden” bizlerin ülkesi.
Şimdi Özgecan için yastayız. Özgecan’ın katline ilişkin davada, yargı erkinin erkek zanlılara mutat surette uyguladığı tahrik ve iyi hal indirimlerini engellemek için çağrılarda bulunuyor ve yeni yasa tasarıları hazırlıyoruz. Oysa kendisine tecavüz eden kişiyi öldürmesine rağmen herhangi bir iyi hal ya da tahrik indiriminden yararlandırılmaksızın müebbet hapis cezasına çarptırılan Nevin Yıldırım’ın adı geçmiyor bu tartışmalarda. Özgecan’ı öldürenlerin cezası tartışılırken, evli, çocuklu bir kadın olan Nevin’in tecavüzcüsünü öldürdükten sonra kafasını kesip köy meydanına atması onu tartışma dışına itmeye yetiyor. Kimse Nevin Yıldırım yasasından bahsetmiyor! Kadın cinayetlerini temsil için seçilen simgeler bile steril! Yoksa iki eli kesik bulunan pavyon şarkıcısı Nuran’ın neyi eksikti dövizlerde ve duvarlarda anılması için? Cumhurun başkanının hedefindeki “bu femistler” haksızlar mı erkek bilinçaltımıza kurban ettiğimiz Nuran’a ve Nevin’e ısrarla sahip çıkarken? Haksızlar mı hukukun gerisindeki muhafazakar politikaların oluşturduğu tehdide dikkat çekerken?
Üstelik sorun gerçekten yasaların içeriği değil, yasayı uygulayanların zihniyeti. Yasa metni somut olaya yorum yoluyla uygulanması gereken soyut kurallardan ibarettir. Yorum süreci yargı mekanizmasında yer alan hukukçuların algıları doğrultusunda şekillenir. Bu algıyı belirleyen ise esas olarak hukukçunun içinde yaşadığı toplum ve tâbi olduğu toplumsal kurallardır. Eleştirilere konu olan mevcut ceza kanununda iyi giyimli sanığa iyi hal indirimi yapılmasına ilişkin bir düzenleme mevcut olmadığı gibi kadının giydiği kıyafet, medeni hali, sınıfsal durumu, cinsel yönelimi vb. sebepler haksız tahrik sebebi olarak sayılmamıştır. TCK’nın takdiri indirim sebeplerini düzenleyen 62. Maddesinde, “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fillinden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failinin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar”ın hakim tarafından hakkaniyet doğrultusunda bir karar verebilmek adına göz önünde bulundurulabileceği düzenlenmiş, aynı yasanın haksız tahriki düzenleyen 29. Maddesinde ise “haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet ve şiddetli elemin tesiri altında” suç işlenmesi halinde verilecek cezada indirime gidileceği belirtilmekle yetinilmiştir. Dolayısıyla, kadına yönelik şiddet fiillerine ilişkin davalarda ceza üzerinde gerçekleştirilen indirimler takdiri niteliktedir. Hakimler bu indirimleri uygulamayabileceği gibi, bu doğrultuda verilen kararlar yüksek yargı organları tarafından da onanmayabilir.
Erkek egemen dil hukukla ezilmeli
Hukuka kaynaklık eden mevzuat üzerinden gidildiğinde de 2014 yılında yürürlüğe giren İstanbul Sözleşmesi (Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Sözleşmesi) toplumsal cinsiyet adaletinin sağlanması için gereken düzenlemeleri içermekte ve taraf devletleri gerekli önlemleri almaya zorlamaktadır. Sözleşme her ne kadar muhafazakar politikalar doğrultusunda seyreltilerek sadece aileyi koruma saiki ile ulusal mevzuata taşınmışsa da, anayasanın 90. Maddesi gereği temel hak ve özgürlüklere ilişkin olduğu için aynı konuda farklı hükümler içeren yasalarla çatışması halinde uygulamaya esas teşkil etmelidir. Ancak bu uygulamayı yapmak için toplumsal cinsiyet adaletini gerçekleştirme çabası içinde hukukçulara ihtiyaç vardır. Ülkemizdeki yargı mekanizması içinde ceza kanunda yapılan değişikliğe rağmen hala tecavüz mağdurlarını tecavüzcüleri ile evlendirmek isteyen kadın hakimlerin varlığı hesaba katıldığında ise, hukukçunun zihniyet değişikliği ise büyük oranda toplumsal değişime bağlı olduğu söylenebilir. Hukuk üzerinden sağlanacak toplumsal değişim ancak hukuk uygulayıcılarını yönlendirecek toplumsal destek ile mümkün olabilir.
Kadına yönelik şiddetin ve kadın cinayetlerinin engellenmesi için ihtiyaç duyulan toplumsal destek ise sorunun kaynağını oluşturan ataerkil sistemi karşısına alan, muhafazakar politikalar karşısında kadın mücadelesini destekleyen, ama ve ancaksız erkek egemen dili ve şiddeti eleştiren bir tutum ile mümkündür. Bu nedenle artık bir adım daha kat edilerek Özgecan yasasından çok #nevinyıldırımiçintopumsalcinsiyetadaleti talep edilmelidir.