Close Menu
Siyasi HaberSiyasi Haber

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    Onur Emre Yağan: Komisyon yetersiz, yanıltıcı, çözüm açısından engelleyici potansiyeldedir

    2 Eylül 2025

    CHP İstanbul’da kongre iptali: Yönetim görevden alındı

    2 Eylül 2025

    Balık sezonu başladı, ancak yüksek fiyatlar cep yakıyor

    2 Eylül 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Facebook X (Twitter) Instagram
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    • Güncel
      • Ekonomi
      • Politika
      • Dış Haberler
        • Ortadoğu
        • Dünya
      • Emek
      • Kadın
      • LGBTİ+
      • Gençlik
      • Ekoloji ve Kent
      • Haklar ve özgürlükler
        • Halklar ve İnançlar
        • Göçmen
        • Çocuk
        • Engelli Hakları
      • Yaşam
        • Eğitim
        • Sağlık
        • Kültür Sanat
        • Bilim Teknoloji
    • Yazılar

      Ulus-devlet: Fili tarif etmek?

      2 Eylül 2025

      90’larda diziler eleştiriyordu, bugün haberler susuyor

      30 Ağustos 2025

      Körlükler ve akılsızlıklar ülkesinde kadın olmak

      30 Ağustos 2025

      İklim politikalarında engelli hakları perspektifi: Adaletin ölçütü

      29 Ağustos 2025

      Bağımsız yaşam: Merhametin değil, adaletin eseri

      24 Ağustos 2025
    • Seçtiklerimiz

      Levant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu?

      1 Eylül 2025

      Irkçılığa dair

      31 Ağustos 2025

      Geç faşizme karşı bir anlamlandırma yöntemi önerisi: Konjonktürel analiz

      31 Ağustos 2025

      1970’lerin krizi: Sosyalist blok çözülürken Çin nasıl yükseldi?

      31 Ağustos 2025

      Trump’ın ‘güney’ cephesi: ABD donanması Venezuela kıyılarında

      30 Ağustos 2025
    • Röportaj/Söyleşiler

      Onur Emre Yağan: Komisyon yetersiz, yanıltıcı, çözüm açısından engelleyici potansiyeldedir

      2 Eylül 2025

      Mehmet Aytunç Altay: Faşist rejim yıkılmadan hiçbir temel mesele çözülmez

      2 Eylül 2025

      Berkay Ustabaş: Böyle barış olmaz!

      1 Eylül 2025

      Sezin Uçar: Adil ve demokratik bir barışın yolu faşizmin yıkılmasından geçiyor

      1 Eylül 2025

      Cemil Aksu: Ekolojik mücadele demokratikleşme mücadelesinin bir boyutudur

      31 Ağustos 2025
    • Dosyalar
      • 30 Mart Kızıldere Direnişi
      • 8 Mart Dünya Kadınlar Günü 2022
      • AKP-MHP iktidar blokunun Kürt politikası
      • Cumhurbaşkanlığı Seçimleri
      • Ekim Devrimi 103 yaşında!
      • Endüstri 4.0 üzerine yazılar
      • HDK-HDP Tartışmaları
      • Kaypakkaya’nın tarihsel mirası
      • Ölümünün 69. yılında Josef Stalin
      • Mustafa Kahya’nın anısına
    • Çeviriler
    • Arşiv
    Siyasi HaberSiyasi Haber
    Anasayfa » Onur Emre Yağan: Komisyon yetersiz, yanıltıcı, çözüm açısından engelleyici potansiyeldedir

    Onur Emre Yağan: Komisyon yetersiz, yanıltıcı, çözüm açısından engelleyici potansiyeldedir

    Kızıl Parti Genel Sekreteri Onur Emre Yağan: Temel fikrimiz; bu Komisyon’un yetersiz, sürecin çözümü açısından yanıltıcı ve mevcut bileşimiyle çözümün önünde bir engele dönüşme potansiyeli taşıdığı yönündedir. Her şeyden önce Komisyon’da iktidarın üstünlüğü ve geleneksel yasaklayıcı reflekslerin hâkimiyeti açıkça görülüyor. Oy oranları dikkate alındığında ya da yakın zamanda Komisyon’da Kürtçe konuşulmasının engellenmesi hatırlandığında, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır.
    Siyasi Haber2 Eylül 2025
    Facebook Twitter Pinterest LinkedIn WhatsApp Reddit Tumblr Email
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Kürt Sorununun çözümü yönünde tarafların farklı tanımlar yaptığı, farklı beklentiler içerisinde olduğu yeni bir müzakere süreci yaşanıyor. Her ne kadar tarafların nasıl bir yol haritasına sahip olduğu net olarak bilinmese de PKK Lideri Öcalan’ın 27 Şubat’ta ilan ettiği Barış ve Demokratik Toplum manifestosunun ardından PKK kongresini topladı ve Öcalan’ın önerdiği yönde kararlar aldı. 11 Temmuz’daki temsili silah yakma seremonisinin ardından TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş’un çağrısıyla TBMM çatısı altında “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” kuruldu ve çalışmalarına başladı.

    Emek, kadın, LGBTİ+, ekoloji, insan hakları, halk ve inanç hareketlerinin, gençlik örgütlerinin, sosyalist parti ve siyasal çevrelerin sözcülerine bu gelişmelere ve atılması gereken adımlara ilişkin görüşlerini sorduk.

    Onur Emre Yağan / Kızıl Parti Genel Sekreteri

    Siyasi Haber: Daha önceki süreçlerin (1993-2013/1) her birini katliamları izledi. (1993’ün ardından gelen sayısız faili meçhuller ve sınır ötesi operasyonlar- 2015’te ve devamında Kürt kentlerinin havadan ve karadan bombardımanı ve sınır ötesi operasyonlar). Sözü edilen süreçlerin barışla sonlanmamasında hangi faktörler rol oynadı, bugünün koşullarındaki değişiklikler nelerdir?

    Onur Emre Yağan: Aslında geçmişteki çözüm süreçlerinin başarısız olmasının hem iç siyaset hem de dış siyasetten kaynaklı nedenleri vardı. Bugün gündemde olan süreçten önce de devlet ile Kürt tarafı arasında farklı dönemlerde görüşmeler yapıldı ama özellikle üçü daha dikkat çekici girişimlerdi.

    Mesela, bugün de çok sık atıf yapılan, 1993’te Turgut Özal’ın adımlarıyla başlayan bir ilk süreç var. O dönemde PKK sadece silahlı eylemlerle bir düzeye ve sınıra ulaşmamış, sivil siyaset alanında da daha görünür hale gelmeye başlamıştı. Kürt halkı da örgütlü bir toplumsal özneye dönüşüyordu. Bu bile başlı başına Türkiye devletini meseleyi bütün yönleriyle ele almak zorunda bırakıyordu. Bundan daha belirleyici olan gelişme ise Körfez Savaşı’ydı. ABD ve NATO’nun Irak’a saldırısı bölgedeki tüm devletleri yeniden pozisyon almaya itti. Özal da ABD’nin planlarına dahil olmak istedi ve PKK’nin ateşkes ilanıyla birlikte bir barış zemini oluşacak gibi düşünüldü. Ama süreç kimi eylemlerle ve Özal’ın ölümüyle yarım kaldı. Sonrasında da her seferinde olduğu gibi Kürtlere ve devrimcilere dönük çok acımasız baskı ve saldırılar başladı.

    Çözümü umut etmek için henüz erken

    Aslında bütün bu başarısız girişimlerin ortak sonuçlarından biri şu: Her kesintinin ardından Kürt halkı ve sol muhalefet daha ağır bedeller ödedi. Bugün 1993 veya 2015 sürecine sık sık atıf yapılmasının bir diğer nedeni de o acı hafızası. Sanki bütün çukurlarını ezberlediğimiz bir yolda seyrediyoruz gibi bir duygu var. Hem 1993 sonrasında, hem de 2015 çözüm denemesi sonrasında artan devlet şiddeti, Kürtlerde yine aynı şeyler olacak diye bir kaygıyı uyandırıyor.

    Kanımca ikinci önemli çözüm arayışı denebilecek süreç, daha çok Kürt tarafının çabalarıyla ortaya çıkmıştı. Abdullah Öcalan’ın 1999’da Türkiye’ye getirilmesinden sonra başlayan ve beş yıl süren bir süreç bu. Yine Irak’ın işgali, Saddam’ın devrilmesi, IŞİD barbarlığının tohumlarının atılması ve Ortadoğu’da yeni düzenlemelerin olduğu bir dönemi kapsıyor. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne girme çabaları, demokrasi söylemleri de var tabi. Ortadoğu’nun o uğrağından Türkiye devleti somut bir kazanım elde edemedi, PKK ve Kürtler ise bölgede ortaya çıkan boşluktan faydalanarak siyasal ve askeri alanlarda güçlendi. Devletin, Kürt tarafı karşısında dezavantajlı duruma düşmesi, güvenlikçi politikalardan vazgeçmeye hazır olmaması, “demokratik konfederalizm” veya “özerklik” gibi taleplerin ise karşılık bulmaması, sonrasında Oslo Görüşmeleri’ne kadar uzanan çeşitli müzakerelerin başarısız olmasındaki temel etkenler olarak sayılabilir sanıyorum.

    Son olarak daha yakın zamanda, 2013-2015 arası yaşanan süreç var. Bu süreç, bugüne benzer biçimde, İmralı, Kandil ve HDP gibi Kürt hareketinin farklı alanlardaki temsilcilerinin devreye girmesiyle ilerledi, ancak Mart 2015’te Dolmabahçe Mutabakatının hemen ardından Erdoğan tarafından sona erdirildi. Yine Ortadoğu’da “Arap Baharı” denilen dönemde ve Suriye’ye dönük emperyalist müdahale koşullarında gündeme gelen bu süreçte AKP, Kürtleri kendi işgal ve yayılma planlarının bir parçası haline getirmeyi başaramadı. Üstelik içeride iktidarını kaybetme tehlikesiyle karşılaşınca, Kürt düşmanlığını yükselterek kendi iktidarını tahkim etme yolunu seçti ve süreci bitirdi.

    Dikkat ederseniz bütün bu denemelerde Ortadoğu’daki gelişmeler, emperyalizmin yeni düzen arayışları belirleyici oluyor. Kürtler bölgede önemli bir siyasi güç, Türkiye devletini yönetenler ise her defasında hem kendi iktidarını korumak hem de bölgesel hesaplarını yürütmek için Kürtleri yanına çekmeye çalışıyor. Bu son süreç de aynı gerekçelerle gündeme geldi. Bu açıdan geçmişle çok büyük benzerlikler var. Ama aynı şekilde, başarısız mı sonuçlanacak, bunu göreceğiz. Türkiye’de siyasal ve toplumsal alanda Kürtlere karşı yıllardır üretilen bir düşmanlık var, ırkçı-faşist partiler bu zemini kaybetmemeye çalışıyor. Öte yandan, devletin düşman üreterek inşa ettiği güvenlik politikaları neredeyse bütün iktidarların dayanağı olmuş durumda. Kenan Evren’den Tansu Çiller’e, oradan Erdoğan’a kadar uzanan bir süreklilikten söz ediyoruz. Siyasi öznelerin güncel hesapları da temel belirleyenlerden biri. Tüm bunlar olumsuz olasılıkları da artırıyor elbette.

    Özetlersek, bugünkü sürecin daha somut ve hızlı ilerlediği algısı var ama bize göre “Kürt sorunu çözülüyor” diye umut etmek için henüz erken.

    “Devlet aklı” mı “Erdoğan-AKP aklı” mı?

    Mevcut iktidar ve devlet aklının bir barışa izin vereceğini düşünüyor musunuz?

    Mevcut devlet aklı dediğimiz şey bugün ne mesela? “Devlet aklı” kavramı, aslında geçmiş deneyimlere, yani AKP öncesine çok daha uygun bir kullanım. Kapitalist bir devlet var ve o devlet, sermaye sınıfının sömürü koşullarını daha rahat sürdürebilmesi için toplumun uyumunu, bütünlüğünü, bir hukuk zeminini ve burjuva anlamda temel insan haklarını da gözeten bir rasyonaliteyle hareket etmek zorundaydı. Bugün ise durum böyle değil. AKP, devlet aygıtını neredeyse tamamen kontrolü altına aldı ve baskıyla birlikte kendi çıkarlarına göre yeniden düzenledi. Devlet, artık toplumun bütününü gözetir gibi bile yapan değil, sadece piyasayı düzenleyen ve şiddet uygulamalarıyla sınırlı bir aygıta dönüştürüldü. Kapitalist devlet, işçi sınıfı ve ezilen kesimler için geçmişte de güvenilecek bir aktör olmadı. Ancak bugün, burjuva hukuk rasyonalitesini de yitirmiş, denetlenemez bir devlete hiç güven olmayacağı çok daha açık.

    Bunu söylerken devlet içinde farklı çıkar grupları ya da siyasi klikler yok demek istemiyorum. Varsalar bile kaç yazar, ne etkileri var diye söylüyorum. Mesela Kemalist odaklar var vesaire, o kadar çaresiz ve dağınıklar ki, sol partileri devşirip siyasi temsiliyet oluşturmaya çalışıyorlar şu an. AKP ve Erdoğan, devletin tüm yönelimlerini belirleyebilecek bir hakimiyet kurdu. Dolayısıyla “devlet aklı” mı, yoksa “Erdoğan-AKP aklı” mı diye sormak daha doğru olur.

    Bu sorunun cevabında ise ikili bir yan var. Bir yandan, iktidarın Türkiye’nin hegemonya mücadelesinde ve bölgesel planlarında üstünlük sağlayabilmesi için; örneğin, bugün İsrail’le rekabet edebilmek, ABD’nin planlarından daha fazla pay alabilmek, enerji yollarının kontrolünde rol üstlenebilmek için, bölge gücü haline gelen Kürtleri yanına çekmesi ya da en azından onlarla çatışmalı durumunu dengeli bir noktaya oturtması gerekiyor. Bu öyle kolay bir iş değil tabi o bir yana. Öte yandan, bunu yaparken Erdoğan iktidarını sürdürebilecek mi? Erdoğan-AKP aklının karıştığı nokta burası. Çelişki tam da burada ortaya çıkıyor.

    Peki bu çelişki neye yol açar? Eğer çelişki baskın hale gelirse sürecin bitirilmesi söz konusu olabilir. Erdoğan’ın bugüne kadarki pratiğine, yıkılan ve bombalanan kentlere, cezaevlerine atılan siyasi liderlere bakınca; yeniden iktidar olabilmek için her şeyi feda edecek bir siyasi figür olduğunu söylemek abartı olmaz. AKP ve Erdoğan’ın, böyle bir süreçle iktidarını yeniden kazanamayacağını ya da aynı anlama gelmek üzere kaybedeceğini gördüğü anda süreci bitireceğini öngörüyoruz biz.

    Peki bunun önünde engel var mı? Uluslararası güçler, MHP ya da Türkiye sermaye sınıfı böyle bir inisiyatifin karşısına çıkabilir mi? Bu soruya net bir yanıt vermek, “evet çıkar” demek kolay değil.

    AKP-MHP emek düşmanlığında ortaklaşıyor

    Tam bu noktada o zaman MHP ve Devlet Bahçeli’nin pozisyonunu soralım. AKP’den farklılaşıyor mu? Şu ana kadar sürecin esas aktörü görünmesini nasıl değerlendiriyorsunuz? 

    İki parti arasında, 2015’ten bu yana hem Kürt düşmanlığının öne çıktığı dönemlerde hem de şimdi “çözüm” adı altında atılan adımlarda büyük ölçüde bir uyum olduğunu görüyoruz. Ancak bir noktada fark olduğu da muhakkak… AKP ve MHP, süreci ortaya çıkaran temel faktör olan Türkiye’nin bölgesel hegemonya arayışında ortaklaşıyor. Bunu topluma “beka sorunu” ya da dış tehdide karşı “iç cephenin güçlendirilmesi” gibi daha yumuşak milliyetçi söylemlerle aktarıyorlar. Fakat ne derlerse desinler, herkes Ortadoğu’da yayılmaya çalışan bir Türkiye hedefini ve Osmanlıcı hayalleri paylaştıklarını biliyor. Bu hedefe ulaşmak için yeri geldiğinde İsrail’le birlikte İran’a da saldırırlar, ABD ile savaş planlarına da dahil olurlar. Türkiye kapitalizminin bölgesel çıkar heveslerini gerçekleştirmek için aralarında mutlak bir uyum olduğu açık. Bu nedenle Kürt sorununun çözümü başlığı altında adım atıyorlar.

    Buna ek olarak, Kürtlerle “barış” gibi görünen bir süreç işletirken, diğer alanlarda baskıya devam etmek, örneğin CHP’ye dönük hukuksuz operasyonlar yapmak, yoksullaştıran ekonomik programı sürdürmek, işçi eylemlerini yasaklamak, hak mücadelelerini engellemek konularında da iki parti iki yüzlü bir “demokrasi” söyleminde, bizim terminolojimizle söylersek, emek düşmanlığında ortaklaşıyorlar.

    Şunu da geçerken ekleyeyim; süreci başlatan veya garantör gibi görünen unsurun MHP ve Devlet Bahçeli olması hem Kürt hem de Türk halklarının atılacak adımları daha kolay kabul etmesini sağlamak açısından iktidar kanadında bir gereklilik olarak görüldü. “Yılların faşistleri bile bu sorunu çözmek istiyorsa çözülür” yanlış algısı Kürt siyasal hareketi tarafından da güçlendirildi. AKP ise iktidarını koruma kaygısıyla sürece daha geriden dahil oldu; oy kaygısı nedeniyle inisiyatifi öncelikle MHP’nin taşıması sağlandı. Bahçeli’nin süreci tek başına sırtlandığı şeklinde bir kanı ise yanlış olur. Mevcut devlet ve siyaset yapısında Erdoğan onaylamadan Bahçeli’nin süreci ilerletecek bir inisiyatifi kurulamaz; burada net bir iş bölümü söz konusu.

    Gelgelelim, Erdoğan’ın yeniden iktidar olmak için süreci bitirme kararı ortaya çıkarsa, onda anlaşırlar mı o kısmı tartışmalı. MHP daha çok Türkiye’nin “genel çıkarları” veya “bekası” olarak tanımladığı başlıklara odaklı görünüyor. Türkiye’nin bölgede etkisini kaybetmemesi ve mümkünse daha hegemonik bir güce dönüşmesi MHP’nin önceliği. Bu sürecin içinde, Erdoğan’ın yeniden başkanlığı ise onların da tercih edeceği bir sonuç şüphesiz. Ancak yukarıda bahsettiğimiz çelişki aşılamaz ve Erdoğan’ın başkanlık hevesi Türkiye’nin bölgesel çıkarlarıyla çatışırsa, MHP ile AKP arasındaki potansiyel ayrışma görünür hale gelebilir. Bu noktada MHP’nin iktidar içinde bir kriz yaratma olasılığını öngörebiliriz. CHP zaman zaman, AKP ile MHP arasında çeşitli gerilimlerin olduğunu söylüyor, hatta MHP seçmenlerine sık sık çağrı yapıyorlar. MHP yalanlıyor falan tabi ama, bu konuda CHP’nin kimi duyumlarla hareket ettiğini de düşünebiliriz.

    Tabii, bu potansiyel gerilimden bazen Kürt siyasetçilerin ve Öcalan’ın yaptığı gibi “MHP tutarlılığı” ya da övgüsü çıkarılacak bir durum da yok. Düzen içi iki aktörün, halklara yeni acılar getirecek bölgesel savaş planlarında anlaştığı bir gerçeklik var. Bunun için Kürtleri yakmak gerekiyorsa, ilk sırayı MHP’nin alacağını görmek için biraz tarih bilmek yeterlidir zaten.

    Sürecin kaderi bu komisyona bırakılamaz

    TBMM’de kurulan komisyon, şu ana kadar biri gizli olmak üzere toplam beş toplantı yaptı. Bu komisyonun bileşenini ve ilan edilen çalışma perspektifini nasıl değerlendiriyorsunuz? Komisyonun çalışmalarına ilişkin eleştiri, öneri ve değerlendirmeleriniz neler?

    Kızıl Parti olarak, 17 Ağustos’ta Diyarbakır’da yaptığımız basın toplantısında, son çözüm sürecine ve bu kapsamda kurulan komisyona dair değerlendirmelerimizi kamuoyuyla paylaştık. Meclis komisyonuna ilişkin temel fikrimiz; bu Komisyon’un yetersiz, sürecin çözümü açısından yanıltıcı ve mevcut bileşimiyle çözümün önünde bir engele dönüşme potansiyeli taşıdığı yönündedir.

    Her şeyden önce Komisyon’da iktidarın üstünlüğü ve geleneksel yasaklayıcı reflekslerin hâkimiyeti açıkça görülüyor. Oy oranları dikkate alındığında ya da yakın zamanda Komisyon’da Kürtçe konuşulmasının engellenmesi hatırlandığında, ne demek istediğimiz daha iyi anlaşılacaktır. Devletin şu ana kadar attığı en somut adım olmasına rağmen Komisyon’un nasıl çalışacağı, yetkileri, katılımcılığı sağlayıp sağlayamayacağı ve denetim mekanizmasının olup olmayacağı belirsiz. Ayrıca toplantılarda konuşulanlara dair halkın bilgilendirilmesi de söz konusu değil.

    Yaratabileceği bir diğer sorun, sürecin kaderi bu komisyonla eş tutulduğunda ortaya çıkacak. Sürecin tüm boyutlarıyla Meclis’in, yani sınırlı sayıda elit siyasetçinin çözeceği gibi bir algı yaratıldığında, süreç toplumdan kaçırılmış olur. Oysa barışın inşası, toplumun dışarıda bırakıldığı bir tabloda gerçekleşemez. Bu nedenle komisyon dışında toplumsal alanda da bir kurumsallaşma ihtiyacı var. Komisyon’da sol partilerin ya da DEM Parti’nin bulunması da bu eksikliği gidermiyor. Nitekim ilk örneklerden birinde, Komisyon kapalı toplantı kararı aldığında buna itiraz edip toplantıyı terk etmeyi bile düşünemeyen bir bileşimle karşı karşıya kaldığımız görüldü.

    Özetle, Komisyon kurulmuş, taraflar ikna olmuş olabilir; ancak toplumu sürece ikna etmek için bu Komisyon yeterli değil, mutlaka dönüşmesi ve aşılması gerekiyor.

    Barış ve demokrasi ancak mücadeleyle kazanılır

    Cumhur ittifakının “terörsüz Türkiye” diyerek hayata geçirdiği “süreç”, hala binlerce kişinin hapiste tutulması ve bunlara her gün yenilerinin eklenmesi, DEM Parti belediyelerine atanan kayyımların yanında, iktidarın en güçlü alternatifi olarak görünen CHP’nin belediyelerine olan saldırılar, Cumhurbaşkanı adayının tutuklanması ve aday olamaması için 35 yıl geriye giderek diplomasının iptal edilmesi faşist blokun demokrasi ve Kürt halkının kolektif haklarının gerçekleştirilmesinden ziyade başka hangi amacı esas aldığına işaret etmektedir?

    İktidarın, CHP’ye ve Erdoğan’ı seçimde yenmesi en muhtemel aday olan Ekrem İmamoğlu’na dönük hukuksuz saldırılarının açıklaması yalnızca birazdan vereceğim yanıtla sınırlı tutulamaz elbette. Ancak bir boyutu şöyle: Seçim zemininin inandırıcılığını yitirdiği bir faşist siyaset ve psikoloji, en radikal ve hukuken açıklanamaz saldırılarla topluma kabul ettirilmeye çalışılıyor. Her ne olursa olsun, toplumun bir kesimi AKP’ye karşı kazanamayacağına inandırılmak isteniyor ve siyasal alanın dışına itilmeye, birkaç yılda bir oy veren seçmen olarak dahi edilgen kılınmaya çalışılıyor.

    Bu saldırıların diğer bir boyutunu ise çözüm süreciyle ilişkilendirebiliriz. Geçtiğimiz 10 yılda, şu ya da bu biçimde, örtük ya da açık şekilde ittifak halindeki iki politik odak olan Kürt hareketi ve CHP, birlikte hareket edemez, ittifak yapamaz hale getirilmeye çalışılıyor. Erdoğan’ın alelacele “AKP-MHP-DEM ittifakı” varmış gibi söylemlerde bulunması da bunun göstergesi. İktidarın beklentisi, Kürtlerin mümkünse Erdoğan’a teveccüh göstermesi, oy vermesi; bu gerçekleşmezse de en azından CHP’ye oy vermemesi, nötr ve tarafsız hale gelmesidir. Yani muhalefeti parçalayacak bir tablo yaratmaya çalışıyorlar. Bu oldukça görünür bir iktidar hedefi.

    Bu röportajda bir süredir konuştuğumuz gibi, dikkat ederseniz AKP ve MHP’nin Kürtlerin hakkını, hukukunu ya da toplumun demokrasi arayışını önemsedikleri için attıkları tek bir adım yok. Bu durum, sürecin kırılganlığını gösterdiği kadar, esasen şunu da ortaya koyuyor: Türkiye’ye barış gelecekse, Kürt sorunu çözülecekse bu AKP ya da Erdoğan’ın marifetiyle değil; Kürt ve Türk devrimci, sol muhalefetin birlikte barışı talep etmesiyle ve toplumun farklı kesimlerini bu talebin sahibi haline getirmesiyle mümkün olacak.

    AKP-MHP İktidarında yeni anayasa olmaz

    Komisyon hem barış hem demokrasi vurgusuyla kurulmuş olsa da iktidar blokunun faşizmi kurumsallaştırma yürüyüşü kesintisiz devam ediyor. Öte yandan kamuoyu araştırmaları iktidar blokunun çoğunluğu kaybettiğini gösteriyor. Hız kesmeyen CHP mitingleri farklı kesimlerin rejimden hoşnutsuzluğunun sokaklarda dile getirildiği kitle gösterilerine dönüşüyor. Bu koşullarda muhalif güçler, özel olarak DEM Parti ve CHP ne türden bir ilişki içinde olmalıdır? Müzakere ve mücadele diyalektiğinin hayata geçirilmesi ve en geniş antifaşist güçlerin birliği açısından erken seçim talebi ön açıcı bir rol oynayabilir mi?

    Bu çok kapsamlı bir soru. CHP, DEM ya da sol muhalefetin birlikte davranması gerektiğini, AKP-MHP’nin bu ittifak zeminine de saldırdığını daha önce söyledik, tekrar etmeyeyim. Şunu ekleyebiliriz: Bu Meclis’in, yani AKP-MHP faşizminin belirleyici olduğu bir Meclis’in anayasa yapma meşruiyeti bize göre yoktur. İsterse bu anayasada Kürtlere bazı haklar verileceğini de söylesin, bu kararlılığı esnetmemek gerekir. Erdoğan’ın iktidarını sürdürmeye ya da faşist rejimin kurumsallaşmasına hizmet edecek anayasa tartışmalarını biz en baştan reddediyoruz. Bizim için bu Meclis’te anayasa değiştirme girişimlerini reddetmek, rejimi reddetmekle eşdeğerdir. Bu net olmalıdır.

    Öcalan’ın çağrısından sonra Türkiye’de silah bırakmak, masaya oturmak, komisyon kurmak gibi ilk adımların atılması bir açıdan kolay oldu. DEM ile MHP’nin buluşmaları, silah yakma töreni, Kürt tarafının Türkiye içindeki ilk taleplerinin daha çok temel hak talepleri olması gibi nedenlerle sürecin ilerleyebileceği yönünde bir algı da oluştu. Ancak Rojava için aynı durumun Türkiye’deki gibi olmasını beklememek gerekir. Çünkü artık bölgesel Kürt sorununun merkezi haline gelen bir odaktan bahsediyoruz; bunun kabul edilmesi lazım.

    Geçmişte Kürt sorununun merkezi Türkiye idi. Türkiye’de yaşanan ihlaller veya mücadeleler, Kürt sorununun gidişatını belirliyordu. Şimdi ise bu merkez Rojava oldu ve buradaki siyasal statü arayışı öne çıktı. Bu nedenle Türkiye ve Kürt tarafı arasındaki asıl müzakerenin de orada yürütüleceğini düşünüyoruz. Suriye’de Kürtlerin statüsü ve varlığı kabul edilmeden, “silahları bıraktık, cihatçı yönetime teslim olduk, şeriat devleti altında yaşamaya razıyız” demeyecekleri ortada. Fakat hangi düzeyde anlaşılacağı, Türkiye devletinin Kürtlerin Suriye’de statü kazanmasını sindirip sindiremeyeceği, 100 bin kişilik Rojava ordusunun gelecekte hangi misyonu üstleneceği gibi sorular, aynı zamanda kriz dinamiklerini de gösteriyor.

    Bizim açımızdan iki temel çizgi tarif edilebilir:

    Birincisi, Kürtlerin Suriye’de talep ettiği statünün Türkiye devleti tarafından kabul edilmesidir. Bunu söylediğimizde “Suriye bölünüyor” diye feveran ediliyor. Oysa Şam’da bugün IŞİDperver bir iktidar var. Böylesi bir şeriat yönetimi altında geri çekiliş ve teslimiyet yaşanmasındansa, Kürtlerin kendi yönetim alanlarına sonuna kadar sahip çıkması çok daha devrimci bir tutum olacaktır.

    İkincisi çizgi ise anti-emperyalizmdir. Kürtlerin, emperyalizmin bölgesel savaş planlarına karşı direnmesi ve bağımsız kalması gerekir. Örneğin, yakında İran’a yeni bir saldırı da gündeme gelecek. Kürtlerin kendi hak mücadelesini, emperyalist planların hayata geçirilmesinin bir sonucu olarak kendilerine dayatılmasına karşı, kendi gücüyle koruması lazım. Elbette bu meseleler söylendiği kadar kolay ya da basit değil. Ama emperyalizmin bölgesel savaş ve işgal planlarına karşı çıkmak, halkların eşitliği ve özgürlüğünü kazanmak için bir zorunluluktur. Biz kendi sınırımızı buradan çiziyoruz.

    Share. Facebook Twitter Pinterest LinkedIn Tumblr Telegram Email

    İlgili İçerikler

    Mehmet Aytunç Altay: Faşist rejim yıkılmadan hiçbir temel mesele çözülmez

    2 Eylül 2025

    Berkay Ustabaş: Böyle barış olmaz!

    1 Eylül 2025

    Sezin Uçar: Adil ve demokratik bir barışın yolu faşizmin yıkılmasından geçiyor

    1 Eylül 2025
    Destek Ol
    Yazılar
    Mehmet Ali Ayan

    Ulus-devlet: Fili tarif etmek?

    Mehmet Murat Yıldırım

    90’larda diziler eleştiriyordu, bugün haberler susuyor

    Mine Söğüt

    Körlükler ve akılsızlıklar ülkesinde kadın olmak

    Elif Gamze Bozo

    İklim politikalarında engelli hakları perspektifi: Adaletin ölçütü

    Bağlantıda Kalın
    • Facebook
    • Twitter
    Seçtiklerimiz
    Fehim Taştekin

    Levant’taki İsrail düşü Türkiye için kâbus mu?

    Ohannes Kılıçdağı

    Irkçılığa dair

    Şebnem Oğuz

    Geç faşizme karşı bir anlamlandırma yöntemi önerisi: Konjonktürel analiz

    Ümit Akçay

    1970’lerin krizi: Sosyalist blok çözülürken Çin nasıl yükseldi?

    Güncel Kalın

    E Bültene üye olun gündemden ilk siz haberdar olun.

    Siyasi Haber, “tarafsız” değil “nesnel” olmayı esas alır. Siyasi Haber, işçi ve emekçiler, kadınlar, LGBTİ+’lar, gençler, doğa ve yaşam savunucuları, ezilen etnik ve inançsal topluluklardan yanadır.

    Devletten ve sermayeden bağımsızdır.

    Facebook X (Twitter) YouTube
    EMEK

    DEM Parti’li Altın: Mevsimlik tarım işçisi kadınların güvencesizliği sona ermeli

    22 Ağustos 2025

    BM: Küresel ısınma 2,4 milyar işçiyi tehdit ediyor, hızlı önlem şart

    22 Ağustos 2025

    TÜMTİS: Platform Turizm 500 çalışanın maaşını ödemedi

    22 Ağustos 2025
    KADIN

    Temmuz ayında en az 28 kadın katledildi: Şiddet yayılıyor, sessizlik büyüyor

    6 Ağustos 2025

    Patriarkayı yık

    22 Haziran 2025

    Kadının İnsan Hakları Derneği, İstanbul Sözleşmesi’ni AİHM’e taşıdı

    3 Mayıs 2025
    © 2025 Siyasi Haber. Designed by Fikir Meclisi.
    • Home
    • Buy Now

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.