Gerçekler inatçı. Siz üzerine tonlarca çimento da dökseniz, her türlü insanlık dışı yöntemi kullanarak bastırmaya, yok etmeye de çalışsanız, gözünüzü yumup kafanızı kuma da gömseniz, gerekçeleri ortadan kaldırmadıkça türlü biçimlerde yeniden yeniden karşınıza çıkacaktır.
Kürt halkının eşit vatandaşlık talebi işte tam böyle bir gerçeklik. Söz konusu olan 101 yıllık cumhuriyet olunca başka sorunlar da var konuşulmayı bekleyen kuşkusuz. Ancak bugün en yakıcı, en aktüel ve diğer sorunların çözümünün önünü açmakta büyük etki kapasitesi olanı Kürt halkının eşit vatandaşlık mücadelesidir.
Öcalan’ın pozitifliği
Dünyada benzeri olmayan bir tecritle 25 yıldır bir ada hapishanesinde tek kişilik hücrede tutulan PKK lideri Öcalan, yaklaşık dört yıllık mutlak tecridin ardından (avukatları, yakınları, yoldaşları, milletvekilleri dahil HİÇ KİMSEYLE temas kurdurulmadı bu süreçte), bir kez daha belirleyici düzeyde siyasete dahil oldu, dahil edilmek zorunda kalındı.
Öcalan, onca kötü muamelenin ardından dışarıya seslenme imkanı bulduğu ilk fırsatta bir kez daha “Onurlu Barış ve Demokratik Dönüşüm” ihtiyacına işaret etti. Bu, gerek Türkiye halkları gerekse de bölge halkları açısından çok kıymetli ve yerinde bir çağrı şüphesiz. Filistin, Lübnan, Suriye kan gölüne dönmüşken, Irak, İran alarm halindeyken, 100 yıldır yok edilen ve yok sayılan bir halkın ağır saldırı altındaki örgütünün lideri, 25 yıllık tecride rağmen Türkiye halklarına seslenmek için yakaladığı ilk imkanda savaş tehlikesinin yayılma ve derinleşme riskine dikkat çekiyor, sınırlı imkanını barışı ve demokratik çözümü güçlendirmek için kullanıyor.
Devletin tutumu
Peki bu barışçıl, pozitif yaklaşım karşında Erdoğan’ın, Cumhur İttifakı’nın, devletin tutumu ne durumda? Öcalan’la görüşmelerin yeniden başlatılmak zorunda kalınması, Devlet Bahçeli’nin sonu nereye varacağı belirsiz tutarsızlıklarla dolu cümleleri dışında şimdiye kadar ortada bu barışçıl dile ve pozitif yaklaşıma denk bir devlet tutumu görünmüyor.
Aksine, yeni hamlelerini kamuoyuna ilan ettikleri 1 Ekim tokalaşmasından bu yana gerek ülke içerisinde gerek güney ve batı Kürdistan’daki icraatlarına bakıldığında tam saha bir “savaş pratiği” sergilenmekte. Suikastlardan bombalamalara, kimyasal silahtan SİHA saldırılarına, gözaltılardan davalara, tutuklamalara, kriminalizasyondan algı yaratmaya, tehditten hakarete bütün savaş enstrümanları tam kapasite kullanılmaya devam ediyor.
Egemenlerin hesabı
2009 yılının ilk aylarında gözlerden uzak kurulan Oslo Masası (birinci müzakere süreci), Habur’da davul zurnayla karşılanan Barış Elçilerinin Haziran 2010’da tutuklanmalarıyla dağıtıldı. Recep Tayyip Erdoğan’ın 28 Aralık 2012’de duyurduğu “Müzakere Masası” da yine bizzat kendisi tarafından 22 Mart 2015’te “onayım yok” diyerek devrildi. Ve ardından halen devam eden “çökertme operasyonu” başlatıldı.
Yaklaşık 10 yıldır hukuk tanımadan ellerindeki bütün imkanları, enstrümanları, bütün savaş gücünü kullanmalarına, NATO’dan, Rusya’dan, bölge işbirlikçilerinden aldıkları desteğe rağmen PKK’yi bitirmek şöyle dursun, bölgedeki inisiyatifini daha da geliştirmelerine engel olamadılar.
Bugün İmralı kapısının yeniden çalınmak zorunda kalınmasının önünü açan Kürt Özgürlük Hareketinin ve Kürt Halkının bu direnişidir. Elbette konjonktürel gelişmeler, bölgesel ve ülke içerisindeki sıkışıklar oldukça etkilidir ancak unutulmaması, üstü örtülmemesi gereken esas nokta Kürt Özgürlük Hareketinin bu süre zarfında Türk Devletinin her türlü saldırısını boşa düşürmesi ve kendisine yeni yollar açabilmesidir. Şayet bunu yapamasalardı çalınacak bir kapı dahi kalmayacaktı bugüne.
Bölge’de işgal ve hegemonya arayışı
Türkiye sermayesi, devleti ve siyasi iktidarının ortak motivasyonlarından biri Kürt halkının statü kazanmasını engellemekse diğeri de bölgede derinleşen kaosta pozisyon kaybetmemek, hatta imkanını yakaladığı oranda pazar ve enerji kaynaklarında payını ve etkisini güçlendirmektir.
ABD, İngiltere ve İsrail kontrolündeki son Suriye müdahalesiyle birlikte Türkiye açısından Suriye’de hem büyük imkanlar hem de büyük tehlikelerin kapısı açılmış oldu. Gazze’de başlayan, Lübnan’ın ardından Suriye’ye sıçrayan ve önümüzdeki süreçte Irak, İran ve Kıbrıs’a doğru genişlemesini bekleyebileceğimiz bu operasyon hazırlıklarını aylar öncesinden bilen Türkiye, Suriye’de SDG’nin inisiyatif almasının, Kürtlerin statü kazanmasının önüne geçmek, oluşacak yeni Suriye rejimi üzerinde etkisini arttırmak için aylar öncesinden harekete geçti.
Devlet Bahçeli “eli”yle başlatılan yeni sürecin temel parametrelerinden biri Suriye’de ve bölgedeki yeni gelişmelerdir yani. Yaratılan puslu havada becerebilirlerse hiçbir şey vermeden, mecbur kalırlarsa asgari düzeyde tavizler vererek işgal, ilhak ve vasallık ihtimallerini de içeren bölge hegemonu olmaya soyunuyor Türkiye.
Ülkede iktidarda kalma çabası
Erdoğan-Bahçeli iktidarını yeni sürece zorlayan diğer önemli parametre ise iç politikadaki sıkışmışlıkları şüphesiz. Yerel seçimlerde aldıkları yenilgi, faşizmi kurumsallaştırma sürecindeki sendelemeleri, ekonomik ve siyasal sıkışıkları, hızlanarak devam eden hegemonya yitimleri büyük ve etkili bir hamle yapmak zorunda bıraktı Cumhur İttifakını.
Dışarıda “İsrail işgali” ve “Suriye zaferi” palavrası, içeride Öcalan görüşmeleriyle erimeyi durdurma, iktidarlarını uzatma arayışındalar. Kafalarında kırk tilki dolandığına şüphe yok. PKK’nin silah bırakmasından kendisini lağvetmesine, Anayasa değişikliğinden seçim desteğine, Özgürlük Hareketini bölmekten Kürt halkını manipüle etmeye, hiç olmadı muhalefeti yan yana duramaz hale getirmekten demokrasi güçlerinin birlikte hareketini engellemeye pek çok plan kurdukları net.
Ancak evdeki hesap her zaman çarşıya uymaz malum. Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak da var!
Devlete rağmen barışı büyütmek
Öcalan ve yoldaşları neyle karşı karşıya olduklarını hepimizden iyi biliyorlar şüphesiz. Olan bitenin bilgisine en ince ayrıntısına kadar sahipler mutlaka. Karşılarındaki gücün gerçek, kalıcı ve onurlu bir barış, demokratik çözüm peşinde olup olmadığını tenlerinde, yaşamlarında, pratiklerinde hissediyorlar eminim ki. Buna rağmen barışa şans vermek, demokratik çözümün, demokrasi mücadelesinin önünü açmak istiyorlar.
Bu, barıştan ve demokrasiden çıkarı olan tüm kesimlerin sıkı sıkıya tutunmaları gereken saygı duyulacak bir irade. Sermayenin gözü dönmüşlüğünden, devletin ne yapmak istediğinden, Bahçeli’nin hangi puslu havayı kolladığından, Erdoğan’ın neyi hedeflediğinden bağımsız olarak hepimizin sahip çıkması gereken onurlu bir çağrı. Sadece Türkiye’nin değil tüm Ortadoğu’nun en organize, en örgütlü, en etkili halk örgütlenmesinin savaşı değil barışı, tekçiliği değil çoğulcu demokrasiyi, dinci örgütlenmeyi değil seküler, laik bir yapılanmayı, ayrışmayı değil eşit ve özgürce bir arada yaşamı savunması sadece Kürt halkının değil, bölgenin tüm halklarının çıkarınadır.
Bu gerçekliği görmezden gelerek Öcalan’ın barış çağrısına sadece iktidarın basit hesaplar penceresinden bakmak hem fırsatları hem de riskleri hafife almak anlamına gelecektir.
Onurlu barış, demokratik dönüşüm
Öcalan’la yapılan ilk görüşmeden kamuoyuna yansıyan yedi maddelik yaklaşım metninin kilit kavramları onurlu barış ve demokratik dönüşüm kanımca. Bu kavramlar esasında Öcalan’ın uzunca süredir savunduğu paradigmaya işaret eder. Kalıcı, onurlu barışın sağlanması ve Kürt sorununun çözümü ancak Türkiye’nin demokratik dönüşümüyle birlikte düşünülebilecek, birbirini besleyecek, büyütecek, önünü açacak bir süreçtir.
Nasıl ki Kürdistan’da savaş, katliam, faşizm varken batıda demokrasinin olması mümkün değilse, batıda faşizm inşa ediliyorken Kürdistan’da barışın gelişmesi de mümkün değildir. Barış ve demokrasi birbirlerini güdüleyen, geliştiren oluşlardır.
Dolayısıyla Öcalan barış ve demokratik dönüşüm çağrısı esasında “Demokratik Özerk Kürdistan Demokratik Türkiye” çağrısından başka bir şey değildir. Yani Türkiye halklarına, eşit, özgür, adil bir arada yaşam çağrısıdır.
Barışı biz kazanmalıyız
Barışı ve Türkiye’nin demokratikleşmesini Cumhur İttifakının ya da bu tablonun ortaya çıkmasının diğer müsebbiplerinin keyiflerine, iradelerine bırakamayız. Barıştan ve demokratik dönüşümden çıkarı olan bütün kesimler şimdi bu mücadelenin aktif bir bileşeni olarak denkleme dahil olmalı, hep birlikte sürecin ezilenlerin ve emekçilerin lehine ilerlemesini sağlamalıyız. AKP’yi de MHP’yi de sermayeyi de devleti de savaş politikalarından vaz geçmek zorunda bırakıp kalıcı barışın önünü açacak tek güç budur.
Özgürlük Hareketinin ve Kürt Halkının direnişi, Öcalan’ın siyasi ferasetiyle bir kez daha aralanan Kürt sorununun siyasi çözüm kapısının, ilk fırsatta bu kapıyı yeniden kapatmak isteyecek güçlerin hesaplarını bozarak onurlu barış ve demokratik dönüşüm yönünde sonuna kadar açılmasını sağlayacak olan demokrasi güçlerinin birlikte mücadelesidir.
Grevleri yasaklanan ve sefalet ücretine mahkum edilen işçiler, gözden çıkartılan emekliler, yaratılan faşizm ve dinci gericilik ortamında daha çok katledilen kadınlar, inançları yok sayılan Aleviler, gelecekleri çalınan gençler, her gün hedef haline getirilen LGBTİ+lar, doğa savunucuları, hala konteynerlerde yaşayan depremzedeler sürece kendi talepleriyle Kürt halkının barış talebini birleştirecek tarzda dahil olmalı, geleceği birlikte kazanmalıyız.