Politik alan içerisinde veya karşısında, politik/pratik bir hat içerisinde yer almak ne anlama gelir? Ya da tersinden, politik bir mutasyonun aşamalarını, ideolojik bir alan içerisine sokarak karşıda yer almak “yeterince” politik bir tutum mudur?
Türkiye devrimci hareketinin, devrimciliği bir eylem olarak, bir fiil olarak devlet karşısında göğüsledikleri ve verdikleri bedel bir dinamiği temsil etmektedir ve ifade edilen bedel sadece Türkiye topraklarında değil aynı zamanda tüm dünya ölçeğinde de gözle görülür bir temsiliyeti ifade etmektedir. Türkiye devrimci hareketinin buradaki konum ve politik varlığı, herhangi bir politik referansa ihtiyaç duyulmaksızın vardır! Post-devrimcilik dönemi tanımlaması yapanların üzerinden atladıkları nokta ise, devrimciliğin niteliksel varlığını niceliksel veriler ile “ölçmeye” çalışmalarında yatmaktadır. Post-devrimcilk ilanı yapanların Okmeydanı önünden nasıl farklı bir politik çehreye büründüğünü izlemekteyiz. Devrimciliğin kendisine alan açması ile, bir dönem yenilgisi arasındaki farkı hasır altı eden bu çevreler; devrimciliğin varlığını da teknik bir iş bölümüne indirgeyerek betimlemenin rasyonel çizgilerini çekmektedirler. Çizgiler rasyoneldir ancak devrimcilik rasyonel olmayan hat üzerinden yürür ki yürümekte devrim ayracının bir zorunluluğudur.
Türkiye topraklarında mücadele yürüten devrimci öznelerin 71′den bu yana vermiş oldukları mücadele ile HDP’nin politik varlığını “subjektif” olarak bir analojiye tabii tutmak ilk elden, politik alan [mücadele ve özne] tanımlamasından sıyrılmak anlamına gelmektedir. Türkiye ile Kürdistan arasındaki verili coğrafik ayrım aynı zamanda mücadele araç ve biçimlerinin de ayrılaşması ve kurulumların farklılaşması anlamına gelmektedir. Öznelerin ayrılığı ile düşmanın aynılığı ilk elden bir önkabulümüz olmak durumunda, mücadele araçlarının poltik alana dahil olma gücü bu bağlamda idrak edilmelidir. Kürt özgürlük hareketinin, devlet ile girdiği mücadele kendi özgüllüğünde bir takım dengeleri beraberinde getirmek durumunda kalmış ve ortaya çıkan “denge” kendi doğasına içsel bir takım kürsüleri zorunlu olarak mücadeleye eklemlemiştir. İfade edilen dengelerin anlaşılması “durulan yerden” olamayacağı gibi, ilkeler doğrultusunda ortaya çıkan her tür “keskin” yaklaşım aynı zamanda da mücadeleyi körleştirecektir.
BDP’nin ezen devletin meclis kürsünü, ezilenlerin politik alanın bir mevzisi haline getirdiği/getirmeye çalıştığı açıktır. BDP niceliksel “milletvekili” sayısıyla, burjuva parlemontosunun kurumsal işleyişinde istikrasızlık yaratmaktadır. Sağcılar, merkez sağ partiye, solcular, merkez sol partiye, milliyetçiler milliyetçi partiye, müslümanlar müslüman partiye oy versin eski statüko devam etsin demek artık mümkün değildir. Meclis aritmetiğini bozan BDP milletevekilleridir. Müslümanlarla, merkez sağ’ın oylarını birleştiren AKP hep bu aritmetiğe takılmıştır. Bu aritmetik Kürt özgürlük hareketi’nin politik avantajına olmuştur.
HDP’nin sosyalist olup/olmaması gibi tartışmalar mücadelenin rengine yapılan bir betimleme uğraşıdır. Devletlûya ve onun faşist aygıtlarına yönelik olarak verilen mücadele içerisinde bir yer kaplayan HDP/BDP’nin seçim konjonktürü içerisindeki yeri; nesnesi itibariyle bir öneme sahiptir. HDP ilk elden faşizmin saldırı alanı içerisinde Kürd’ün temsiliyetini ifade etmektedir. İfade edilen kategori aynı zamanda, Türkiye devrimci hareketinin turnusol kağıdı olmakla birlikte; kağıdın ideo/politik varlığı objektif niteliği itibariyle kızıldır.
HDP, politik varlığımızın seçim konjonktüründe anti faşist hattı, verili durumda ise Gezi ayaklanmasının bütünleştirici unsurudur. Aynı zamanda Türkiye ve Kürdistan mücadele birliğinin seçim özelinde kapladığı alan gayet pratik bir mevzi niteliğindedir. Yukarıda ifade edilen kapsam içerisinde HDP’nin ve günümüze kadar BDP’nin mecliste oluşturduğu politik hat düşünüldüğünde, seçim konjonktürünün politik kapsamı elbette daha iyi anlaşılacaktır.
Yine dönen tartışmalar içerisinde HDP’nin sadece seçim bağlamında değil genel geçer bir cephe olması yönündeki tartışmalar ve ifadelendirmeler ciddi bir tartışmayı da beraberinde getirmekle birlikte, “devrimci politik özne” ile “verili bir anda anti-faşist birlik” arasındaki kategorik ayrım önsel niteliktedir. Ve ifade edilen ayrım devrimci politik hat bağlamında ayırt edici bir işleve sahiptir.
HDP’nin politik bir güç olarak sandıkta kendisini hissetirmesi önem arz etmektedir. Bunun önemi, yalnızca teknik bir işlem değildir. Sandık konjonktürel olarak politikanın nesnesi olarak ezilenlerin ve mazlumların gündemine girmiştir. Sandığı boşa çıkaracak, anti-faşist bir cephe kurumsal boyutlarıyla oluşamadığı içinde, bu konjoktürden vazgeçmek düşman bölgesine girmeyi reddetmek ve politika dışı kalmak anlamına gelecektir.
HDP’yi sosyalist olmamak ile değerlendirmek ve içerisinde yer almamak ile devrimci bir özne olduğunu ifade etmek arasında, paralel politik problemler bulunmaktadır. İlk olarak, seçim evresi verili bir dönemi ifade etmektedir ve verili bir dönem içerisinde stratejiksel olarak çeperler geliştirilmelidir, ancak devrimci özne verili bir evrenin değil politik bir tarihin muhattabıdır. İki belirleme arasındaki ayrım zamansal ve mekansaldır. Politik devrimci özne ifade edilen seçim konjonktürünün öznesi olabilir ancak “belirli bir evre” politik tarihin öznesi olamaz.
Mücadele pratiği içerisinde komünist ya da sosyalist olmak ne anlama gelmektedir! Ya da farklı bir bağlamda bir mücadele biçiminin sosyalist ya da komünist olarak adlandırılabilmesi için hangi “şablona” ihtiyacımız vardır? Burada verilecek olan yanıtların aynı zamanda bizi yazımsal bir analojiye iteceği gerçeğini nasıl ortadan kaldırabiliriz? Ya da farklı bir düzeyde, devlet erkine karşı savaşan politik öznenin “ideo/politik ve ideo/teorik” varlığı ve bilişsel düzeneği, aracın varlığını farklılaştırabilir mi? Kürdistan coğrafyasında politik bir güç niteliğinde olan öznenin devletlû karşısındaki pratiğini nasıl kategorize edebilir ve sosyalist mücadeleden ayırabiliriz? İfade edilen bu sorulara verilecek olan her yanıt liberal/reformist bir tehlike barındırmakla birlikte, bir doktrinin içerisinde kalmak anlamına gelmektedir.
Komünist ve sosyalistlerin, bir politik veri bağlamında ezen ezilen ilişkilenişini dikine kesen çizgileri söz konusu değildir. Olmadığı için ezen ile ezilen kavramları birer politik kategori olarak yerini almıştır. Komünistlerin verili bir durum içerisinde ezilenin kimliğine başvurarak buradan “tarihsel” sonuçlara varması ilk elden politik bir tutum değildir, dahası komünistlerin ezilen bölükler karşısında “dışsal” sesleri yoktur/olamaz! Ezilenin devlet aygıtı karşısında ezilmesi başlı başına, politik bir reaksiyondur ve bu reaksiyonun “ideo/politik” rengini tartışmak komünistlerin işi ve görevi değildir. Burada bir tarih araştırması yapmak, komünistlerin tarih yazımı içerisindeki verili durumlarından “örnekler serpmek” pratik politikayı yazımın içerisine gömmek anlamına gelmektedir. Oysa ki pratik, verili an içerisindeki haliyle, “hala” yazım dışıdır.
Sokakların devrimciler tarafından birer kale haline getirildiği günlerden, sokakların homojen olmayan kentliler tarafından barikat haline getirilmesi arasındaki kategorik politik ayrım, devrimci sayfalarımıza yazılmış durumdadır! Ayrımların verili durum içerisindeki önem ve yeri, kapladığı alan içerisinde bir öneme sahiptir. Önem, Türkiye devrimci hareketinin kıpırdayan alanlarda bulunmak zorunluluğu ile ilişkilidir ve seçim konjonktürü böyle bir alanı tanımlamaktadır.
Devrimcilerin kendi alanları içerisinde bir takım sorunların ya da örgütlenme açısından değişen politik evrimin varlığına içsel olamamaları elbette bir takım özeleştirileri beraberinde getirmek durumunda kalmış, dahası ezberin bozulması için bir takım eşiklerin aşılması zorunlu kılınmıştır.
HDP/BDP’nin politik varlığını bir ideopolitik alana indirgemek, pratik politik tutumunu politik nesnelerle keserek “yapmak”, alan tanımlamalarını “alansız” ve “düzlemsiz” bir düzey içerisinde kurmaya çalışmak sadece laf ü güzaftır!
HDP’nin anti-faşist cephe olarak kurumsallaşması, onun içinde yer alan pratik-politik öznelerinde geleneksel kurumsal yapılarını kırması ile mümkündür. Ancak bu konuda bu geleneksel yapılar kendi içlerinde direniş göstermektedir. Eğer anti-faşist barikat, şuan gün ve gün kuruluyor olsaydı, evet sandık “bu haliyle” ezilenlerin ve mazlumların mücadelesinin alanı içine dahil edilemezdi ya da dahil edilmemesinin gerekçesi barikat gösterilerek aşılabilirdi! Ki dahil ediliyorsa, anti-faşist cephe oluşmamış, ya da devrimci bir politik özne henüz politik bir güç evresine gelememiştir demek pekala mümkün.
HDP’nin anti-faşist bir cephe olarak kurumsallaşması, içindeki geleneksel pratik-politik öznenin direncini de kıracaktır. Bu nedenle sandıktan güçlü çıkmak KCK’nin de muhataplığını belirleyici güçte olacaktır. Kürt özgürlük hareketi yıllardan beri faşist devlet karşısında Türkiye topraklarında dengeleyici bir güç aramıştır. HDP’nin sandıktan güçlü çıkması; Türkiye ve Kürdistan halklarının kul olmadan devrime yönelmesinin kritik eşiğindedir!