Mehmet Kaplan, devlet tarafından katledilen abisinin cenazesini almak için gittiği Mardin’de önce gözaltına alınmıştı. Ardından; çıkarıldığı ilk mahkemede 5 dakikalık savunması alınmış, tüm talepleri reddedilmiş ve 7 yıl 6 ay hapis cezası verileerek tutuklanmıştı. Mardin E Tipi Cezaevine konulan Mehmet Kaplan kamuoyuna bir mektup yazdı.
Mehmet Kaplan'ın Mardin E Tipi Cezavi'nden yazdığı mektup şöyle:
Değerli Dostlarım Merhaba;
Sizlerle yüz yüze konuşmak yerine, mahpusluğun ortamı içinde mektuplaştığım için üzgünüm. Yine de, özgürlüğe susamış arzumla oluşan bu kederimin, açık seçik mağrur bir ifadesi de var: bir zamanlar risk alarak yaptığım/yapabildiğim her şeyden gelen tevazu bir sevinç. Bilindiği üzere, güç ilişkilerinin konturlarını çizdiği bir hukuk (!) düzleminde , ilk celsede yargılanıp ceza aldım. Etik olarak hiçbir savunmaya ihtiyaç hissetmediğim halde, sırf bedenen alınan tutsaklığı aşmak için yapacağım savunma da, ilk duruşmada aldığım cezayla boşa çıktı.
Savunma hakkım elimden alındı. İç hukuk yolumun bütünüyle tükenmesiyle yani Yargıtay’ın cezamı onamasıyla, siz dostlardan uzun bir süre ayrı kalacağım. Sevdiğim her şeyden koparıldığım için üzgünüm.
Mahpusluk hakkında çoğumuzun bildiği hikayeler var. Ya yakın çevremizden birinin deneyiminin anlatımıyla ya da bizzat yaşayarak biliyoruz. Yine de hep eksik bir yanı vardır anlatıların. Bir duyum olarak bildiğimiz mahpusluk sanılandan daha zor, daha ağır bir süreçtir. Bizzat yaşayanlar da, yaşanmış ve sonlanmış bir zaman aralığı olarak mizahın hafifleten neşesiyle anlatırlar. Anlaşılacağı üzere, mahpusluk acının bir itirafı olarak dile gelmez. Güçsüzlüğü kendi dışımızda, başka bir bedende gördüğümüz içindir belki de bu. Disiplin toplumunun en ağır bir mekanı olarak mahpusluğu, gizlenmiş bir övünçle, direnişin biricik babındaki değerlendirmeleri hep abartılı buldum. Bu ağır şartlarda geçen insanların dram(lar)ı zamanın öğütücü dişleri arasında unutuluşa terk edilir. Her biri farklı, yaşamın bütün ağırlığını soluyan özgün dramlar iken major siyasetin anlatısı içinde aynı mecraya akar.
Övgüye mahzar tüm kahramanlıkların, toplumsal bir riyanın zehrine bulandığını asla unutmayarak kendim için şunları söyleyeceğim: uzun erimli bir tutsaklığın yol açacağı her ağırlığı üzerimde hissediyorum. Dostlarımı, arkadaşlarımı bu uzun erimde kaybetme korkusuyla anacağım. Dileğim odur ki kaybedeceğim tek şey korkularım olur.
Ölümü en kötü bir karşılaşma olarak yorumlayan etik filozofum Spinoza’yla çelişen bu düşüncemi paylaşmadan geçemeyeceğim: bir zamanlar yaşamın tüm işaretlerinin çölleştiği ölümü arzuladım. Bunu ustaca, toplumsal bir dramla birleştirerek kişisel bir yok olma fikrini ikame etmeye çalışarak. Fakat gerçekleşmedi. Gerçekleşmediği gibi, acısını sonsuza dek yaşayacağım. İnsanların ölümleriyle karşılaştım. Savaş insanların kanından çekildiği, tüm mutsuzlukların kaynağıdır. Herkes maruz kaldığı şeye göre eşitsiz payını alır , ben de payıma düşeni aldım. Amacım umutsuzluk vaaz etmek değil, fakat umudu çağıracak güçte de değilim.
Hepimizin, hiçbir karanlık elin ulaşmaya kudretli olmadığı bir yanı vardır. Benimde vardı. Çocukluk arkadaşım , her zorlukta çağırdığım ağabeyimi kaybettim. Belleğimin içinde yeri asla dolmayacak birini kaybetmenin yeşilliği ve yası var üzerimde. Bu uzun süre de devam edecek. Belki de hayat boyu… Acıyı erken keşfeden bir coğrafyanın çocuğuyuz hepimiz birer Zeze'yiz. Acıyla erken tanışmış lanetli bir mağrurluğunu taşıyoruz. Bir insandan çok davranış biçimi olarak yaşam bulan bu coğrafi yazgıya çok öfkeliyim.
Tutsak alındığım günden bugüne selamını, sevgisini esirgemeyen siz değerli dostlara derinden şükran borçluyum. Bazılarınız kitap , bazılarınız mektup , bazılarınız da içtenlikle selam gönderdiniz. Bir kısmınızın düştüğüm durumdan erken sıyrılacağımı düşünerek ve bir parça "güçlü" duracağımı tahmin ederek sessiz kaldığını biliyorum. Bu süreçte bir kez daha anladım ki – dostlukları biriktirmek lazım – çocukluğumuz da bilye biriktirmek gibi.
Mektubumun sonunda biraz kendimden bahsedeyim, neler okuduklarımdan. Başlangıçta kendime misafir gözüyle bakıyordum. Bu yüzen keyfi davranıyordum. Yine de yoğun bir okuma yaptım. Arkadaşlarımın siz dostlarımın gönderdiği kitapları da okudum. Davamda lehime sürpriz bir gelişme yaşanmazsa okuyacağım nice kitaplar olacak. Kafka'yı bir kez daha okudum. Edger Pou'nun bütün öykülerini, İnce Mehmed’i, Zweıg'ın nerdeyse bütün kitaplarını okudum. Sanırım kırk, elli kitap okudum. Hiçbir arkadaşımın masrafa girmesini yeni kitap almasını istemiyorum. Dileyen, raflarındaki okumuş kitaplarından üçünü – beşini gönderebilir. Şöyle ki benim ilgi alanıma göre on-onbeş kitap arkadaşlar tam adresini yazsın, yine gönderirim. Bu şekilde gönderen arkadaşların küçük bir mektup, bir not yazması iyi olur böylece hangi kitapların geri gönderileceğini öğrenmiş olurum. Kitaplarınız küçük bir gezintiye çıkmış olacak. 'Görülmüştür 'kaşesi vurulacak ve azıcık yıpranmış sayfalarla geri dönecek. Emektar olmayı hak edecekler – kötü mü? 🙂
Bir daha yolumuz nerde karşılaşır bilemiyorum. Umarım bu yol sabırlı olmaz ve uzamaz. Her birinizin adını içimden geçirerek sevgiyle selamlıyorum. Amed , Batman , Mersin, İzmir ve İstanbul’daki bütün Anarşist arkadaşlarımı özelikle selamlıyorum .
MEHMET KAPLAN
E TIPI KAPALİ CEZAEVI /MARDİN