Kuşkusuz tarih tekerrür etmez. Her dönem kendi özgün koşulları içinde ele alınarak değerlendirilmelidir. Bu genelleme doğrudur.
Ama bu genellemeden sosyal bilimin nesnesi olmadığı anlamı çıkarılamaz. Sosyal bilimin laboratuvarı tarihtir. Ondan toplumlar tarihinin yasaları çıkarılabilir. Bu yasaların yol göstericiliğinde geleceğe ilişkin kestirimlerde bulunulabilir.
Bütün devirlerin egemenleri, ardışık olay örgüleri zincirinden başka bir şey olarak görmezler tarihi. Ama yine de geleceğe ilişkin kestirmelerde bulunmaktan kendilerini alamazlar. Aynı pusulasız yola çıkan kaptanlar gibi…
Bütün devirlerin egemenlerine, bugünün burjuvalarına, onların mankafalı aydınlarına tarihten yasalar çıkarılabileceğini anlatmaya çalışmak yersizdir. Gündelik çıkarlarına ölesiye aşıktırlar. Bu yüzden kendi tarihlerini bile hasımlarından, bugünün dünyasında ise mezar(larının) kazıcılarından, proletaryadan öğrenmeye mahkumdurlar. Hem öğrenir hem korkarlar. Korkarlar zira, gırtlaklarına kadar yükselen tarihsel suçlarının proletaryayı öfkeyle bilediğinin farkındadırlar.
Siz bakmayın, o kistch gösteriye… 16 Türk devletini temsil ettiği iddia edilen 16 garip varlığın arasından aşağıya doğru süzülüşe… Tarihsizdirler. Tarihin tuvalini iki fırça ile boyamaya yeltenirler. Din ve milliyetçilik ile… Bu yüzden ne inançları samimidir ne yurtseverlikleri. Topu aynı soydan gelirler. Thiers’in soyundan.
Komün nereden bilecekti yurtseverlik söz konusu olduğunda burjuvaların bu kadar soysuz olduğunu? Komün’ü ezmek için 130 bin esir Fransız askerinin serbest bırakılması karşılığında, Thires’in işgalci Alman’la Fransa’nın onurunu iki paralık eden anlaşma imzalayacağını. Bismark esirleri Thiers’e verdi, Thiers Bismark’a Fransa’nın ruhunu verdi. Ne için? Komünarların katledilmesi için.
Kilise aristokrasisi soluğu Versailles’de, Thiers’in yanında aldı. Topu muzaffer Alman’ın uşağı oldu. Komün biçilsin diye Almanlar Fransız esir askerleri serbest bıraktıklarında Thiers’in eteğine yapışan ne kadar din adamı varsa tümü Komün’ü ezmenin Tanrı’nın emri olduğunu buyurdu.
Burjuva tarihsizdir. Çünkü tarih bu hikayeleri anlatır bize. Burjuvanın ne inançta ne yurtseverlikte samimi olmadığını, olamayacağını…
Tarihten söz etmemizin nedeni, Kürkçü’nün Meclis’te başına inen çekiçtir.
1929 büyük bunalımının geniş yığınlarda yarattığı hoşnutsuzluk, burjuva siyasal partilerin yetersizlikleri, Alman Komünist Partisi’nin hatalı politikalarıyla birleşince Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (NSDAP) hızlı bir yükselişe geçmekle kalmadı, henüz güvenilir bir seçenek olarak görülmüyor olsa da, ordu ve burjuvazinin ilgi alanına girme şansına da kavuştu. 1930 seçimlerinde yüzde 18 oy olarak ikinci parti haline gelen NSDAP, 1932 seçimlerinde yüzde 37 oy elde ederek Almanya’nın en güçlü partisi konumuna yükseldi. Ancak ordu ve burjuvaziden yeterli desteği alamadığı için hükümet kuramadı. Parlamentonun feshedilmesi üzerine aynı yılın sonlarında yapılan erken seçimlerde kısmi bir gerileme yaşayan NSDAP’ın oy oranı yüzde 33’e gerilemiş olsa bile seçimlerden yine birinci parti olarak çıkma başarısını göstermişti.
1930’lı yılların başı, koalisyon hükümetlerinin istikrarlı bir siyasal iktidar oluşturamamasına paralel olarak aynı zamanda burjuvazi için başkanlık rejimi arayışlarının da hız kazandığı yıllardı. Ordu da güçlü bir başkanlık rejiminden yana görünüyordu. Cumhurbaşkanı Hindenburg Hitler’e başbakanlığı vermek istemese de, 1933 yılının hemen başında büyük burjuvazinin ibreyi Hitler’e doğru çevirmesi ve “darbe” söylentilerinin de basıncı altında Hindenburg Hitler’i başbakan olarak atamak zorunda kaldı. Oluşturulan kabinede partisi azınlıkta olan Hitler Hindenburg’u parlamentoyu feshetmeye ve Mart ayında erken seçimlerin yapılmasına ikna etti.
Hitler derhal iktidarı kendi ellerinde toplamak için bir tertibe girişti. Göring Reichstag Parlamento Binası yangınını tezgahladı. Bunu bahane eden Hitler “Temel Hakların Askıya Alınmasına Dair Yasa”yı çıkarttı. Ardından 100 bin insan tutuklandı, akıl almaz bir baskı ve şiddet dalgası Almanya’yı sardı.
Mart 1933 Seçimleri’nde oyunu yüzde 44’e çıkaran NSDAP birkaç ay içinde bir dizi yasal düzenleme gerçekleştirerek iktidarını mutlaklaştırdı. Temmuz ayında çıkarılan bir yasayla da NSDAP Almanya’nın tek partisi ilan edildi. Artık Almanya’da seçimden söz edebilmek mümkün değildi. Faşizm iktidara yerleşmişti.
Hitler’in iktidara yürüyüşünde Reichstag Yangını özel bir yere sahipti. Burjuvazinin, onun temsilcilerinin her türlü soysuzluğu yapabileceğinin çok çarpıcı bir örneğiydi.
6-8 Ekim tarihlerinde yaşanan olaylarda yaklaşık 50 kişi yaşamını yitirdi. Hayatını kaybeden insanların çok büyük bir çoğunluğu yurtsever olduğu halde, AKP iktidarının sözcülerinin ısrarla Kürt Özgürlük Hareketi’ni suçlayan açıklamalar yapması, meclise indirilen yeni güvenlik paketinin gerekçesini bu olaylara bağlıyor olmaları bir dizi kuşkuyu akla getiriyordu. Ancak dün, 17 Şubat’ı 18 Şubat’a bağlayan gece Meclis’te yaşananlar, hiçbir tartışmaya yer vermeyecek ölçüde 6-8 Ekim olaylarının AKP iktidarı eliyle tezgahlandığını, devlet aygıtının boylu boyunca bu provokasyonun aktif bir unsuru olduğunu gösteriyor.
İçte yüce divan, dışta Lahey’de yargılanma basıncı altında bunalan, iktidardan düştüğü anda, bütün kurmay heyetiyle kodesi boylayacağı artık gün gibi ortada olan AKP kurmay heyetinin, kaderinden kurtulmak için Türkiye’yi bir yangın yerine çevirmekten asla imtina etmeyeceği, elindeki bütün olanakları kullanarak gerekirse Türkiye’yi bir iç savaş arenasına dönüştüreceği gün gibi meydanda. Dün gece yaşananlar bunu gösteriyor.
Kuşkusuz AKP, NSDAP değil. Böyle ama Alman faşistlerinin göze aldığı her şeyi göze alabilecekleri, Alman faşistlerinin çevirdiği tezgahların benzerini çevirebilecekleri, Alman faşistlerinin başvurdukları provokasyon yöntemlerine aynıyla müracaat edebilecekleri meydanda. Daha da önemlisi, Alman faşistlerinin arzu ettikleri gibi sessiz, suskun, dilsiz bir Türkiye arzu ettikleri de ayan beyan ortada. Parlamento’da elinde çekiçle parlamenter avına çıkanların halkın çanına ot tıkayacak bir sırtlan olduğundan kim kuşku duyabilir.
“Kimse parlamentonun bizim Kudüs’ümüz olduğunu sanmasın. Oraya, düşman olarak giriyoruz! Kurtların koyun sürüsüne dalması gibi giriyoruz!” Goebbels’in bu sözleri Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kubbesi altında dün gece yankılanmıştır. Bunlar aynı soydandır. Seçim, Meclis edebiyatı palavradır. Fırsatını bulduklarında seçimi de, meclisi de askıya alacaklarının kanıtı dün gecenin manzarasıdır.
AKP İktidarının başkanlık rejimi yoluyla totaliter bir rejim kurmaya çalıştığı, bunun için hiçbir sınır tanımayacağı, parlamentonun saygınlığının AKP İktidarı için beş kuruşluk değerinin olmadığı dün gece anlaşılmıştır.
Kitlendikleri hedef başkanlık rejimidir. Ne demişti Hitler:
“Anayasa mücadele zeminini belirliyor, varılacak hedefi değil. Biz yasal organlara girerek partimizi belirleyici güç haline getireceğiz. Ancak anayasal yetkiye kavuştuğumuz zaman, devlete doğru bildiğimiz biçimi vereceğiz.”
Hitler’in bu sözleri Erdoğan’ın sözlerinin tıpa tıp aynısıdır. Fark olduğunu iddia eden, Kürkçü’nün kafasına vuran çekiç kendi kafasına vurunca mı ayılacaktır.
Bunlar aynı soydandır…
Her kim ki, Kürkçü’nün kafasına vurulan çekicin sadece Kürkçü’nün kafasına vurulduğunu sanır, o iflah olmaz bir aymazdır. Dün gece Meclis’te yapılan prova, olası bir başkanlık rejimi altında meclisin lağvedilmesinin provasıdır.