“Günü Kurtaranlar” Değiliz, Sömürgeleştirilmiş Zamansızlığa Sürgün Edilmişleriz
“Günü biz bozmadık; gün bizi kırdı.”
— Bir Roman direnişçi sözü
Biz Romanlara yönelik en ısrarcı yargılardan biri, “günü kurtarmak” üzerinden kurulan aşağılayıcı kültürel okumadır. Bu okuma, bizlerin geleceği örgütlemediğini, plan yapmadığını ve uzun vadeli düşünemediğini iddia eder. Oysa bu iddia, Roman halkının tarihsel ve güncel gerçekliklerine bakıldığında yalnızca yanlış değil, aynı zamanda ideolojik şiddet içeren bir manipülasyondur.
İşte bu yazı, biz Romanların “bugüne sıkışmış” yaşantısını bir kültürel davranış değil, devlet ve toplum tarafından zorla üretilmiş bir zamansızlaştırma biçimi olarak ele alır.
⸻
Tarihsel olarak geleceği elinden alınmış bir halkı “günübirlik yaşıyor” diye suçlamak sömürgeci tutumdur
Biz Romanlar yüzyıllardır; yerinden edildi, canavarlaştırıldı, en dış ve tehlikeli mesleklerle sınırlandırıldı, kayıt altına alındı ve fişlendi; “gezgin”, “tehlikeli” ve “disiplin dışı” olarak damgalandı, gettolaştırıldı ve kentsel dönüşümle defalarca şiddete maruz bırakıldı.
Bu nedenle bizlerin yarına dair plan yapmaması bir tercih değil, yüzyıllık dışlama ve sömürü şiddet politikalarının sonucudur.
Sömürgeci devlet mantığı; evlerimizi, mahallelerimizi, işimizi, emeğimizi ve güvenliğimizi her defasında belirsizleştirmiş; böylece gelecek düşüncelerimizi kırılganlaştırmıştır, yok saymıştır.
O yüzden; “Günü kurtarma” söylemi, tarih boyunca geleceği sistemli biçimde elinden alınan bir halka yöneltilmiş haksız bir suçlama ve şiddettir.
⸻
Roman ontolojisinin “bugünle ilişkisi”: Plan yapamamak değil, plan yapacak yaşamın sürekli olarak tahrip edilmesi
Biz Romanların varoluşu bugünle sınırlı bir kültür değil; hayatta kalmanın deneyimsel bilgisidir. Bu bilgi, devlet müdahaleleri ve toplumsal dışlama nedeniyle “yarın denen olgunun güvencesiz ve ayrımcı bir alan” olarak deneyimlenmesinden ve dayatılmasından doğar.
Roman familyaları için en temel soru şudur:
“Yarın bizi yine yerimizden ederler mi?”
Bu kaygı bir kültür değil; sürekli olarak yaşamın içinden sökülmenin yarattığı ontolojik bir gerilimdir.
Eğitimde bu şiddetin yansıması; okul kaydında ayrımcılık, “Bu çocuk okumaz” etiketi, sınıf içi görünmez ırkçılık, rehberlik servisinde dışlayıcı tutumlar, devamsızlıkla suçlanan ama dışlandığı için okula gidemeyen çocuklar olarak kendini gösterir.
Böyle bir düzende ailelerin “uzun vadeli eğitim planı” yapamaması, kültürel bir eksiklik değil; eğitimin biz Romanlar için güvencesiz ve şiddet içeren bir alan oluşunun sonucudur. Bu iyileşme alanı bizler için yıkıcı zorbalıkların ve ayrımcılıkların meşrulaştırıldığı bir yer haline gelmektedir.
⸻
İş hayatında geleceksizleştirme: En güvencesiz emek Romanlara, sonra da suç yine Romanlara
Romanların işgücü piyasasında yaşadığı ayrımcılık ve ırkçılık; işverenlerin açık veya örtülü “Roman çalıştırmayız” tavrı, asgari ücret altı maaş teklifleri, sigortasız çalışma, Roman kadınlara yönelik ahlakçı ve aşağılayıcı yargılar, Roman mahallelerine iş servisi gönderilmemesi, uzun vadeli işlerde görünmez bariyerler bizler için bugünü kurtarmayı zorunluluk hâline getirir.
Ayrıca kapitalizm biz Romanları en güvencesiz emek biçimlerine iter; sonra bu güvencesizliği bizim kültürümüzmüş gibi sunar. Bu, sınıf temelli bir sömürünün üzerini örten ırkçı şiddetin bir çarpıtmasıdır.
O nedenle biz Romanların “günübirlik çalışması” bizim seçimimiz değil; iş piyasasının Romanlara dayattığı tek çalışma biçimidir.
⸻
Sağlıkta dışlanma: Bir tedavinin bile garanti olmadığı düzen gelecek inşasını imkânsız kılar
Biz Romanlar sağlık sistemine erişimde; aile hekimi kayıtlarında ayrımcılık, hamile Roman kadınların aşağılanması, acil servislerde fişlenme, “sosyal sorunlu aile” damgalamaları, sürekli adres ve evrak engelleri, kronik hastalıklarda süreklilik sağlanamaması, Roman yaşlıların bakım hizmetlerinden dışlanması gibi engellerle ve ontolojik şiddet çemberleriyle karşılaşırız.
Bu engeller bizlerin sağlık nedeniyle iş kaybetmesine, çocuklamızın okula gidememesine ya da kalmasına, sosyal desteğe erişememesine yol açar. Sonuç olarak “gelecek planı” yapmak fiziksel olarak imkansız hâle getirilir.
⸻
Toplumsal dışlama: Devlet gibi toplumun kendisi de Romanların zamanını daraltıyor
Biz Romanların geleceksizleştirilmesi sadece devlet politikasıyla değil; günlük yaşamda karşılaşılan; ev kiralamak isteyen Romanlara ayrımcılık, tüm halk alanlarından dışlanma ya da güvenlik tarafından takip edilme, işyerlerinde çalışan Romanlara yönelik kuşkucu tutumlar, Roman çocuklara yönelik alay, hakaret ve dışlama, seçim dönemlerinde Romanlara “kiralık oy” muamelesi, sokakta Roman kadınlara yönelik ahlakçı yaftalar gibi sosyal ırkçılıkla da sürmektedir.
Bu dışlama biçimleri bizlerin toplumsal olarak da yarını küçültmesine neden olur. Gelecek ufku daraltılan halk “bugüne hapsolmuş” gibi görünür; ama bu görünüm toplumsal ırkçılığın sonucudur, kültürün değil.
⸻
Egemen şiddetin bir gerçeği: Geleceğimizi çalanlar, sonra da bizi “günübirlikçi” ilan ediyor
Dekolonyal perspektiften bakıldığında “günü kurtarmak” söylemi, devletlerin ve toplumların Roman halkı üzerinde kurduğu sömürgeci zaman rejimini görünmez kılmak için üretilmiş bir dildir.
Bu şiddet ve inkar sistemi; biz Romanların mekânlarını alır, emeğini güvencesizleştirir, eğitimde dışlar, sağlıkta engeller, toplumsal alanda kuşatır, sonra tüm bu sonuçları Romanların kültürüne mal ederek, ontolojik inkarı meşru bir zemine yerleştirir ve bu sayede kültürel soykırımın devamını sağlar.
Bu, yalnızca haksızlık değil; aynı zamanda bizlerin siyasal özneleşmesini engellemeyi hedefleyen ideolojik bir inkar stratejisidir.
Sorulması gereken; biz Romanların geleceği kuramaması değil, bir halkın geleceğini kimlerin dağıttığıdır.
⸻
Yarınsızlaştırmaya karşı kolektif bilinç ve örgütlü mücadele
Biz Romanların “bugüne sıkışmış” yaşamı; bir kültürün değil devletin, sermayenin ve toplumun sistemli biçimde yarattığı geleceksizleştirme şiddet rejiminin sonucudur. Bu rejim ancak bireysel çabalarla değil; kolektif bir bilinç, ortak bir hatırlama ve örgütlü bir mücadele hattı ile aşılabilir.
Roman Halkının tarihsel deneyimi gösteriyor ki; bizim geleceğimiz ancak birlikte kurulduğunda gerçek bir geleceğe dönüşür.
Aile içinde, mahallede, derneklerde, kadın ağlarında, gençlik inisiyatiflerinde ve kültürel alanlarda üretilecek ortak bilinç, yarınımızı gasp eden mekanizmaların karşısında bir direnç hattı yaratır.
Bu nedenle bugün ihtiyaç duyduğumuz şey, yalnızca ayrımcılığı teşhir etmek değil, geleceği kolektif bir hak olarak yeniden inşa etmektir.
Bu da üç temel alanda örgütlü bir yaklaşımı zorunlu kılar:
1. Kolektif bilincin inşası: “Kültür” masalını dağıtmak
Roman halkının geleceksizleştirilmesini kültürle açıklayan bütün söylemleri açık biçimde reddeden bir kolektif bilinç, biz öznelerin kendi gücünü görmesini ve göstermesini sağlar. Bu mücadele bilinci; eğitimsizliği değil eğitime erişim engellerini görünür kılar, işsizliği değil bizlere kapatılmış iş alanlarını açığa çıkarır, güvencesizliği değil bizlere dayatılmış emek sömürüsünü ifşa eder, toplumun önyargılarını kırmayı amaçlar ve bu önyargıları besleyen devlet politikalarını hedef alır.
Böylece örgütlü mücadele; suçlanan kültürü değil, suç üreten sistemi her yönüyle görünür kılar.
2. Örgütlü mücadele: Romanların kendi siyasi muhatabını oluşturması
Gelecek ancak örgütlü bir halk tarafından kurulur. Roman Halkının ihtiyaç duyduğu şey, yalnızca kültürel savunma değil politik bir hattır.
İşte bu hattın bileşenleri öncelikle şunlar olmalıdır:
– Mahalle ve sonrasında yerel yönetim ölçekli Roman meclisleri
– Roman kadın örgütleri (çünkü yarınsızlaştırmanın en sert yüzü kadınlara vuruyor)
– Roman gençlik kolektifleri
– Hukuki savunma ve hak izleme ağları
– Kolektif eğitim dayanışması (çocukların okuldan düşmesini engelleyen yapılar)
– Emek ve güvencesizlik karşıtı Roman işçi birlikleri
İnşa edilecek bu örgütlenmeler devlete, biz Romanları “kültürel bir sorun” olarak değil siyasal bir özne olarak muhatap alma zorunluluğu getirir.
3. Eylemsellik: Yarınsızlığı kırmanın pratik yolları
Biz Romanların yarınını geri almak, yalnızca teorik bir mesele değildir; somut eylemler gerektirir.
İşte bu ontolojik ve epistemolojik mücadelemiz için kollektif bazı eylemsellikler geliştirilmelidir:
– Okulda ayrımcılık izleme ağları kurmak
– İş başvurularında ırkçılığı belgeleyen mekanizmalar oluşturmak
– Mahalle yıkımlarına karşı hızlı reaksiyon grupları belirlemek
– Hak arayan kamusal protesto biçimleri geliştirmek
– Sağlıkta ayrımcılığa karşı Roman kadınlar için savunma hatları kurmak
– Roman gençlerin kamusal alandaki görünmezliğini kıran kültürel ve politik etkinlikler düzenlemek
– Medya ve sosyal medyada ırkçılık karşıtı hızlı yanıt geliştirmek
İşte bu eylemler, “bugünü kurtarmak” değil eşit, özgür ve demokratik yarınları geri alma mücadelemiz için yol gösterici olacaktır.
——
Yarınsızlığı yıkan, Roman Halkının örgütlü gücüdür
Biz Romanların “günü kurtardığı” iddiası kültürel bir mesele değil; devletin, sermayenin ve toplumun ortaklaşa kurduğu yarınsızlaştırma şiddet sisteminin sonucudur. Bu sistem; sadece ayrımcılık üretmediği gibi; Roman halkının zamanını, emeğini, mekânını ve öznesini kontrol edip sömürmektedir.
Bu nedenle mesele, bizlerin niyetleri veya bireysel çabaları değildir. Mesele, biz Romanların, siyasal bir halk olarak örgütlenme kapasitesidir.
Gelecek, ancak kolektif iradeyle geri alınabilir.
Biz Romanların geleceği; hayırseverlik projeleriyle, folklorize edilmiş kültür etkinlikleriyle, devletin “katılım” adı altında sunduğu danışma masalarıyla masallarıyla, oy dönemlerinde verilen vaatlerle kurulmayacaktır.
Geleceğimizi kuracak olan şey; Roman halkının kendi adını, kendi sözünü ve kendi örgütlenmesini yaratmasıdır.
Bu örgütlenme; mahalle meclislerinde alınan kararlar, Roman kadınlarının kurduğu özerk dayanışma ağları, Roman gençlerin kamusal alanı geri alma pratikleri, işçi Romanların güvencesizliğe karşı bir araya gelişi, okulda ayrımcılığa karşı ailelerin kolektif tavrı, sağlıkta dışlanmaya karşı geliştirilen direnç hatları ile büyüyecektir. Biz Romanların geleceğini gasp eden düzen, ancak böylesi bir iradeyle kırılacaktır.
Eylemsellik yalnızca protesto değildir:
Eylem; mahalleyi savunmaktır.
Eylem; çocuğu okulda yalnız bırakmamaktır.
Eylem; işyerindeki ırkçı tavrı ifşa etmektir.
Eylem; şiddet politikalarının yüzünü teşhir etmektir.
Eylem; dayanışmayı bir kültür değil, bir siyasal tutum hâline getirmektir.
Bu kolektif mücadelemiz, Roman halkını bugünün kıskacından çıkararak yarına bağlayacak olan tek güçtür. Çünkü bizlerin “bugüne sıkışması” kader değildir; öyle görünmesini isteyen bir düzen vardır.
Ve o düzen, biz Romanlar örgütlendiğinde çatlayacaktır.
