Türkiye siyasetinde “komisyon” kelimesi iki anlam çağrıştırır: Biri sorunların çözüm yollarını araştırmak / tartışmak için oluşturulan siyasi komisyonu, diğeri ise ihale komisyonunu işaret eder. Siyaseti kamusal sorumluluk değil ticaret olarak gören, ülkeyi şirket gibi yöneteceğini ta başından ilan eden bir zihniyetin kuracağı komisyon söz konusu olunca kelimenin ikinci anlamının aklımızdan geçmemesi mümkün değil.
Erdoğan ve AKP çevresinin uzun yıllardır dahil olduğu pek çok büyük ihalede aracı şirketler ve yandaş müteahhitler üzerinden komisyon alındığı kamuoyunda defalarca gündeme geldi. 128 milyar dolar nerede sorusu, şehir hastanelerindeki örtülü ortaklıklar, beşli çeteye aktarılan milyarlar, KÖİ projelerinin arkasındaki karanlık sözleşmeler, uyuşturucu ticareti, mafya marifetiyle el konulan şirketler bu komisyonculuk düzeninin kilometre taşlarıdır. “Komisyonculuk” pratiğine bu kadar alışık bir siyasi iktidarla masa kurulmaya çalışırken hepimizin yoğurdu üfleyerek yemesi şart.
Ne var ki bugün, Erdoğan’ın mecbur kalarak kabul ettiği bir başka komisyon meselesi var önümüzde. Bu sefer mevzu para değil — en azından doğrudan değil. Bu sefer mevzu, Türkiye’nin 100 yıllık temel sorunu olan Kürt meselesi. Erdoğan, bu devasa tarihsel ve siyasal sorunu da esnaf aklıyla ele alıyor. Gerçek bir yüzleşmeden, samimi demokratikleşmeden, hesaplaşmadan yana değil. Yine “ne koparırım” derdinde. Zaten boyunca izlenen oyalama taktiği ve muhataplarını sistemin dışına itme siyaseti bu yaklaşımın açık bir göstergesiydi.
Bugün de benzer bir tabloyla karşı karşıyayız. Öcalan ve PKK’nin, tüm çabalarına ve yapıcı tutumlarına rağmen Erdoğan’ın dilinde hâlâ “terörsüz Türkiye” lugatı var. Bu dil, meseleyi güvenlikçi paradigmanın dışına çıkaramayan, hâlâ Kürt halkının haklı taleplerini “sorun” olarak gören bakış açısının devam ettiğini gösteriyor.
Bu anlayış kurulmaya çalışılan barış masasının doğasını da etkiliyor. Oysa barışın bir tarafı — ki bu tarafta başta Öcalan ve PKK olmak üzere, DEM Parti, Kürt halkı, sosyalistler, feministler ve demokrasi güçleri yer alıyor — masaya herkesi davet etme, tüm ülkeyi kapsayacak bir demokratikleşme sürecinin kapılarını aralama niyetini her seferinde açıkça dillendiriyor. Erdoğan ise Kürtleri yalnızlaştıracak, CHP’yi bu süreçten uzaklaştırarak demokrasi güçlerinin ortak davranma potansiyelini sabote edecek ve böylece kendi iktidarını biraz daha uzatacak bir formülün peşinde.
Nitekim TBMM çatısı altında kurulan ve 5 Ağustos’ta ilk toplantısını gerçekleştirecek olan komisyona dair tutumu, Erdoğan’ın yaklaşımının bir göstergesi oldu. DEM Parti ve CHP’nin TBMM Komisyonunun bağlayıcı olabilmesi için yasayla kurulması ve eşit temsil talebi dikkate alınmadı. Komisyon, Meclis Başkanı’nın çağrısıyla — yani Erdoğan’ın vesayeti altında — kuruldu. Erdoğan’ın planı komisyonda “salt çoğunlukçu” anlayışı işleterek AKP-MHP oylarıyla karar alabileceği dikensiz gül bahçesi yaratmak yönündeydi ancak CHP ve DEM’in bu konudaki ısrarlı muhalefeti kararların “Nitelikli çoğunlukla” alınmasını sağladı. Komisyonun ismine ve çalışma tarzına ilişkin tartışmalar ise devam ediyor.
Yani anlaşılacağı üzere kuruluş tartışmalarından itibaren komisyon önemli bir siyasal mücadele zemini niteliğini kazandı. Şayet Erdoğan’ın istediği biçimde salt çoğunlukla karar alabilen bir komisyon olsaydı, bu sorunlara ilişkin çözüm komisyonu olmaktan öte iktidarın “politikalarını meşrulaştırma” komisyonu olacaktı.
Nasıl bir komisyon?
Peki nasıl bir komisyon barışa ve demokratikleşmeye hizmet eder, madde madde yazmaya çalışalım
• Komisyonun ilk kararı kuruluşunun bir yasayla TBMM açısından bağlayıcı hale getirilmesi yönünde olmalı.
• Komisyonun adının da çözüm sürecine etkisinin olacağının bilincinde davranarak “Terörsüz Türkiye” söylemine son verilmeli, barış, kardeşlik, çözüm ve demokrasi kavramlarını öne çıkartan yeni bir söylem geliştirilmeli.
• Kararlar nitelikli çoğunlukla almalı,
• Meclis dışındaki toplumsal aktörlerin, emek örgütlerinin, siyasi partilerin, kadın, ekoloji ve LGBTİ+ hareketlerinin, Alevilerin ve diğer inanç gruplarının, baroların, akademisyenlerin aktif şekilde sürece katılacağı alt komisyonlar kurulmalı,
• Tüm tartışmalar, halkın katılımına imkan sağlayan platformlar, forumlar ve kamu toplantılarıyla şeffaf ve kamu denetimine açık şekilde organize edilmeli.
• Dünya barış ve çözüm deneyimlerinden yararlanmak için uluslararası istişare komisyonları kurulmalı,
• Komisyonun önerilerinin “tavsiye” düzeyinde kalmaması, yasal yetki, yaptırım ve takip mekanizmalarının kurulması için yasa teklifine dönüşme süreci garanti altına alınmalı,
• Çalışmaların sonuçlarını takip edecek kalıcı “Toplumsal Barış ve İzleme Kurulu” kurulması kararlaştırılmalı.
Komisyondan kaç(ın)mak
Belli ki bu komisyon faşizmin kurumsallaşmasına karşı sürdürülen mücadelenin yeni bir mevzisi olacak. Erdoğan’ın hileli ve planlı bir başlangıç yapmasına rağmen, komisyondan kaç(ın)mak geleceği şekillendirme mücadelesinde etkili olmaktan imtina etmek anlamına gelecektir. İçerisindeki tüm çelişkilere ve eksikliklere rağmen, komisyon çalışmaları vesilesiyle barış ve demokrasi güçlerinin ortak davranış reflekslerini güçlendirmeyi hedeflemeliyiz.
Barıştan ve demokrasiden yana olan bütün güçlerin bu komisyonda savaş ve istibdat güçlerine karşı birlikte davranması, bu yönlü sonuçları çıkarması için komisyonu zorlamaları gerekmektedir. AKP ve MHP’nin barış ve demokratikleşmenin önünü kesmeye çalıştığı her hamle en güçlü şekilde teşhir edilmeli, her seferinde barış ve demokrasi güçleri onların karşısına dikilmeli.
Unutmayalım ki bu komisyonda ortak davranmayı başaramayan seçimlerde asla ortaklaşamayacaktır. O yüzden komisyon çalışmaları bütün çevreler için turnusol kağıdı niteliğindedir.
Önümüzdeki süreçte komisyon çalışmasının yanı sıra CHP’li belediyelere yönelik operasyonlar, Öcalan’ın durumuna ve kendini fesheden PKK’nin üylerine, cezaevlerindeki siyasi tutsakların serbest bırakılmasına yaklaşım, hukuki alanda zaruri olacak düzenlemeler, Suriye’deki dinamiklerle ilişkiler gibi önemli politik süreçlerde takınılacak tutumlar Türkiye’nin geleceğini belirleyecek önemli eşiklerdir.
Seçimlerin erken ya da zamanında yapılmasından çok bu konularda bir arada kalabilmek, barışı ve demokratik toplumu birlikte örmeyi başarmak geleceğimizi tayin edecektir. Bu birliktelik, duygudaşlık, politik ortaklık sağlanamadığı taktirde erken seçimin kaderi öncekilerden farklı olmayacaktır.
Yani esas olan; bu komisyon gibi süreçlerde ortaklaşmayı, birlikte davranmayı, barışı ve demokrasiyi birlikte örmeyi başarabilmektir. Bunu başaramayanlar, seçimlerde de başarıya ulaşamayacaktır. Zira Erdoğan’ın temel stratejisi oyunu artırmak değil (bunu yapamayacağının bilincinde artık), karşısındaki bloku parçalamak.
Bu nedenle bu komisyonun kaderi “komisyonculara” terk edilmemelidir.