Bahçeli’nin 1 Ekim 2024 tarihindeki Meclis açılışında DEM Parti eş başkanlarının elini sıkmasıyla başlayan süreç; Abdullah Öcalan’’ın 27 Şubat’ta yaptığı ‘Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve sonrasında PKK’nin örgütsel varlığını sonlandırdığını söylediği video mesajı ardından, PKK bir nevi irade beyanı olan Süleymaniye’de 11 Temmuz’da gerçekleştirdiği silah yakma töreniyle devam etmişti. Nihayet sürecin ilerlemesini sağlayacak müzakereleri olgunlaştırıp yasa tekliflerini hazırlayacak “Milli Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu” 4 Ağustos 2025 günü ilk toplantısını yaptı. “Milli” olmayı elden bırakmayan isim zaafıyla hayatımıza girmiş bulunuyor. İlk toplantının ışığında komisyonun izini sürmeye başlamak gerekiyor. Başlayalım.
“Çözülmesi istenmeyen işi komisyona havale etmek”
Halk arasında olması istenmeyen işi komisyona havale edeceksin ki sürüncemede kalsın denir. Komisyonun yasayla değil de, Meclis başkanının inisiyatifinde kurulması işlerin yolunda gitmeme ihtimalinin baştan öncelendiğinin işaretimi dersiniz. Yaşayıp göreceğiz. Umarım komisyon işin olmamasının değil olmasının/çözümünün aracı olur. Olmak zorunda. Bunun için İktidar karşısında müzakere masasında konumlanmış siyasi partiler bir ve dik durmak zorundalar. Yasayla kurulmama zayıflığını siyasi iradenin gücü ve birlikte davranma enerjisiyle telafi etmek durumundalar. Tersi davranan her komisyon üyesi, komisyonun, iktidarın bekasını garantileme aracı haline gelmesinin vebalini taşıyacaktır.
Komisyon zihniyet değişikliğine vesile olabilecek mi?
İktidarın beka taktiklerine rağmen Kürt sorununun barışçıl demokratik çözümünden söz edilebilir olması umut verici bir gelişme. Elbette süreç ciddi risklerle birlikte ilerliyor/ilerleyecek. Zira tarafların beklentileri farklı. Ekim 2024’de başlayan bu süreçten tarafların beklentilerinin farklı olduğu süreci farklı adlandırmalarından da görülebilmektedir. Devletin hedefinin bu topraklarda Kürt, Türk ve diğer ulusların eşitlik temelinde yaşayacağı barış ve demokratik toplumu inşa etmek olmadığı açık. Devletin hedefi sadece “Terörsüz Türkiye”dir. Kendi bekasını garantilemektir. KÖH’ nin hedefi “Barış ve demokratik toplum.” Ve bu süreç özellikle de devlet için zihniyet değişikliğinin sonucu başlamadı. Süreç, taraflar açısından farklı nedenselliklere dayalı zorunlulukların ürünüdür. Eğer tespit bu ise; komisyon öncelikle zihniyet değişikliğine kapı aralayacak konuları tartışıp olgunlaştırmalı ve Meclisin önüne koymalıdır.
Barışın toplumsallaştırılması komisyonun toplumsallaştırılmasını gerektirir
Toplumsal irade müzakere masasında buluşabilmelidir. Komisyon toplumsal dinamiklerin katılımıyla toplumsal iradenin ortaklaşma zemini haline getirilmelidir. N. Kurtulmuş’un komisyon çalışmalarının şeffaflık ve açıklık içinde sürdürüleceği ifadesi anlamlıdır. Ama yetmez. Toplumsal dinamiklerin doğrudan komisyon çalışmalarına katılımının ve iradelerinin komisyon kararlarına yansıtılmasının mekanizmaları oluşturulmalıdır.
Komisyon: Mücadeleyi arkasına alan müzakere masası
Komisyonun barış ve demokrasinin inşasının aracı olabilmesi için, rejimle müzakereye oturan tarafların yaklaşımı önem arz etmektedir. Bunun için mücadele ve müzakere diyalektiği iyi kurulmalı ve önde tutulan mücadelenin gücüyle müzakerede başarı sağlanabileceği yaklaşımından taviz verilmemelidir. Bu perspektiften verilecek ödün, barış ve demokrasiden öden vermek olacaktır. Komisyona üye veren muhalefet partileri rejimin tutumuna karşı SOKAK siyasetini yükselttikleri ve birleşik mücadeleyi arkalarına aldıkları ölçüde, komisyon üyeleri daha başarılı müzakereciler olacaktır. Sokak siyaseti de dahil topyekûn mücadele olmadan komisyondaki müzakereyi ve süreci halklar lehine geliştirmenin mümkün olamayacağı biran olsa bile akıldan çıkarılmamalıdır.
Kürdün onuru Türkün gururu
Komisyon dakika bir dedi ve “batı cephesinde yeni bir şey yok” kaygısını güçlendiren ifadelere sahne oldu. Nitekim Meclis Başkanı N. Kurtulmuş açılış konuşmasında “Kürdün onurunu korumayan bir dil, Türk’ün gurunu hiçe sayan bir söylemin barışa değil yeni kırılmalara neden olan yaklaşımlar olduğunu ifade etmek isterim.” sözleriyle rejimin eşitlenmeyi değil eşitlenmemeyi öncelediğini açığa vurdu. Eğer Rejim demokratik toplum zemininde eşitlenmeyi önceleyen zihniyet ve irade sahibi olsaydı, N. Kurtulmuş başka türlü konuşurdu.“ Türkün ve Kürdün onurunu korumayan ve hiçe sayan bir söylemin barışa değil yeni kırılmalara neden olacak yaklaşım olur” derdi. Gururla donanmış üstenci bakış yerine, onurlu insan, onurlu toplum ve onurlu yaşamda ortaklaşmayı öncelerdi.
Zira gurur “kendini beğenme, büyüklenme, böbürlenme, çalım” anlamına gelir. Onur ise “kişinin kendi varlığına, kendi kişiliğine karşı beslediği saygı, insanı insan yapan iç değerdir” Büyüklenme ve böbürlenmeyi bırakmadan eşitlenme olmaz. Kürdün onurunun korunmasını Türkün gururu önünde biat etmeye endeksleyen zihniyet koşullarında komisyon barışa yol olamaz. Büyüklenmeden sıyrılıp eşitlenmeye dönüşebilen zihniyetle yapılacak müzakereler komisyonu başarılı kılar. Barış ve demokratik toplumun inşasının yolu açılır.
” Aklın kötümserliği ile iradenin iyimserliğini“ birleştiren müzakere
Komisyon her şeyin başlangıcı ya da sonu olmayacak. Ama sürecin ilerlemesinde önemli bir işlev yüklenebilir. Bunu başarmak komisyon üyelerinin ferasetine ve arkalarındaki siyasi güçlerin mücadelesine bağlı. İlk olumsuzlukta geri adım atmak ve saha dışına çıkmak kadar, ilk olumlu işaretle coşkuya kapılıp mücadeleyi tavsatmak da barış ve demokrasi güçlerini, komisyonda da toplumsal yaşamda da kaybettirir. Kaybetmemek için sabır, inat, kararlılık ve kolektif iradeyle mücadele edilmelidir. Aklın kötümserliği ya da iradenin iyimserliğiyle değil, ikisinin birlikteliğiyle hareket etmek kazandıracaktır.
Bu daha başlangıç, mücadeleye devam!