SEÇTİKLERİMİZ – Abdullah AYSU Yeni Yaşam için yazdı: Kırsaldaki olası bir korona salgını Türkiye’yi bugüne değin yaşanmamış bir kıtlığın cenderesine düşürür. Köyde sokağa çıkma yasağı uygulanmamalı! Çiftçi tarlasında, bağında bahçesinde üretimine özgür biçimde devam etmeli.
Abdullah AYSU'nun Yeni Yaşam'daki 'Amma olma gör gayri' başlıklı yazısı:
Çin Wuhan’da başladı. Bütün dünyaya yayıldı. Şimdi insanlar “içeri kapanmış” coronadan gizliyor kendini. Onunla ilgili gelecek haberleri kulakları kirişte, gözleri ekranda bekliyor. Tedirginlik had safhada!
Biyoçeşitlilik nereye düşer?
Yakın zamanda Türkiye’de Biyoçeşitlilik Yasa Taslağı hazırlandı. Meclis’in ilgili komisyonlarına sunulacağı konuşuluyordu. Gün döndü, gündem değişti. Corona gündemi ele geçirdi. Şimdi biyoçeşitliliğin coronadaki payı konuşuluyor kamuoyunda. Bilindiği üzere insanların beslenmesinde değerlendirilen temel bitkisel ürünler birkaç çeşide bağlı. Hayvansal ürünlerin elde edildiği hayvan çeşit sayısı da bir elin parmağından daha aza inmiş vaziyette. Ya bu az sayıdaki bitki ve hayvan çeşitlerinde bir salgın hastalık çıkacak olursa, insanların hali ne olur? Düşündük mü, düşünüyor muyuz hiç?
Biyoçeşitlilik buraya düşer işte usta! Merkezini de küçük köylü üretiminin sayısız yerel çeşitliliği yani yerel tohum ile yerel hayvan yetiştiriciliği keser be usta. Amma olma da gör gayri!
Meralar, hayvanlar ve corona
Hayvanların virüs yayıcısı, iklim krizinin virüs tetikleyicisi olduğu tartışılıyor.
Bilindiği gibi hayvan idrarındaki azot atmosfere hızla geçer. Hayvan dışkısındaki azot ise organik madde olarak toprağa geçer; toprak onu depolar. Yani meralar bu konuda yutaktırlar. Karbondioksiti salmayarak atmosferdeki yoğunluğunu azaltırlar. Kürenin ısınmasına değil, soğumasına katkı koyarlar.
Peki biz ne yaptık/yapıyoruz?
1970’li yılarda 21.6 milyon hektar olan mera alanımızı enerji şirketleri, maden ve turizm sektörünün talanına sunduk. Sonuç, 2019 yılında mera alanımız 14.6 milyon hektara geriledi.
Yani meraları azaltarak, carbon yutak depolarının kapasitesini düşürdük. (Ve tabii ki her türden orman katliamları buna eşlik kılındı.)
Hayvanları meralardan alıkoyduk, içeri kapattık. Endüstriyel hayvancılık yaparak onları tutsak, ürünlerini sağlıksız kılarak da bağışıklık sistemimizi bir güzel zayıflattık. Aynı zamanda merasızlıkla atmosfere carbon dioksit salınımını arttırdık, endüstriyel hayvancılıkla metan gazını bastık semaya, yani iklim krizini besledik. Ayrıca meraları azaltarak yaban ve evcil hayvanların yaşam alanlarını daralttık. Olmaması gereken oranda yaban hayatla insan yaşamını birbirine yaklaştırdık. Hayvanları doğadan, hijyen ortamlarından kopardık, kendileri ve bizler için hastalık üretim kaynağı haline getirdik. Şimdi virüs yarasadan mı, o hayvandan mı bu hayvandan mı bulaştı diye söyleniyoruz. Bütün bunların önünü, “küresel şirketler kasalarını şişirsin” diye, hükümetler açtı, belası geldi hepimizi buldu. Bu müsibetten ders çıkaracaksak ki çıkarmalıyız; küresel şirket yanlısı politik yapılanmalarla yolumuzu ayırmalıyız, şirket yanlısı siyasi oluşumlardan desteğimizi çekmeliyiz artık.
Varlığımızı nasıl koruyabiliriz?
Varlığımızı korumak elbette önemli. Ancak varlığımızı bir başkasının varlığını yok ederek, onun yaşam alanına tecavüz ederek değil onun varlığını sürdürmesine saygı duyarak ve onlarla birlikte yaşamayı kabullenerek koruyabiliriz. Ön koşul bu. Bu koşulun gereği için de, diğer canlıların, canların yaşam alanlarını tarumar edenlere politik destek vererek payanda olmamalıyız en başta…
… Abdullah AYSU'nun Yeni Yaşam'daki yazısının tamamını okumak için TIKLAYIN