Bugün, komik biçimde şarkıları bile platformlardan silinerek unutturulmaya çalışılan Grup Yorum’un “Kayıpların Ardından” şarkısı, “Adını verdim durgun göllere” sözleriyle başlar…
Kayıp yakınları için hayat böyledir.
Evlerini değiştirmemeye çalışırlar, görünüşlerini hatta.
Bazen, yolda gördükleri herhangi birini yakınlarına benzetirler, otobüsten, arabadan inip, peşlerine takılırlar o görüntünün.
Kaybolduğu günkü kıyafet, kaybolduğu gündeki görünüş kalmıştır akıllarında. O hayalin peşinden giderler.
Teselli bulacakları bir mezarları yoktur, teselli bulacakları bir bilgileri bile yoktur.
Herkesin aslında ne olduğunu çok iyi bildiği bir memlekette, yıllar boyunca geceleri uykusuz, küçük bir bilginin, küçük bir haberin gelmesi umuduyla geçirirler. O umudu diri tutabilmek ayrı bir direnç meselesidir.
* * *
Issız, karanlık bir gecenin yarısı, bir grup insan, elleriyle toprağı kazıyor.
Görülseler, belki orada vurulup öldürülecekler.
Haber bültenlerinde, “terörist” olarak geçecek adları.
“Ne işleri varmış orada?” denilecek, neden oradalar?
Ama kazıyorlar…
Hırsla, hızlıca, sessiz, kazıyorlar…
Yıllardır aradıkları yakınlarının öldürülüp bir toplu mezara atıldığını öğreneli birkaç ay olmuş.
DNA sonuçları beklenirken, henüz çıkmamışken, toplu mezarın baraj suları altında kalacağını da öğrenmişler.
Yıllardır aradıkları kemikler bunlar. Bir arada, gizli saklı, yıllardır yan yana toprak altında kalmış kemikler.
Ve su altında kalacaklar.
“Olsun” diyorlar, “varsın, kimin kemiğinin kime ait olduğu belirlenmesin”, “yine yan yana yatsınlar…”
Gizli saklı kazıp toplu mezarı, kemikleri çıkartıyorlar. Bir başka toplu mezara gömmek için…
* * *
Hasan Ocak’ın yakınları, günlerce küçük bir iz arıyorlar.
Oğullarının gözaltına alındığından, emniyete götürüldüğünden eminler.
Hem birlikte gözaltına alınan insanlar anlatımlarıyla doğruluyor bunu, hem de bilgi almak için geldikleri emniyetin otoparkında Hasan Ocak’ın arabasını görüyorlar.
“Bizde değil” yanıtı veriliyor.
Başka yanıt yok.
Hemen her gün gittikleri adli tıpta, tamamen tesadüf eseri, daha önce karşılaşmadıkları bir memurun verdiği dosyayla öğreniyorlar Hasan Ocak’ın Kimsesizler Mezarlığı’na gömüldüğünü.
O mezarlıktan aynı dosya sayesinde Ocak’la birkaç gün arayla kaybedilen Rıdvan Karakoç’un da cenazesi çıkıyor.
Kimsesiz olduklarından değil, yok edilmek istendiklerinden…
* * *
Yaşlıca bir adam geliyor bir gün Galatasaray Meydanı’na…
Cumartesi Anneleri yine ellerinde resimlerle meydanda…
1995’ten bu yana artık neredeyse üç kuşak geçti. Eylemi başlatan anne ve babaların büyük bölümü hayatını çocuklarının izini bulamadan kaybetti.
Önce çocukları, sonra kayıpları hiç görmemiş olanlar torunlar omuz verdi bu büyük direnişe…
Meydanda üç kuşaktan insan bekliyor.
Yaşlı adam, 1930’larda kaybedilen kardeşinden bahsediyor. Sosyalist bir işçi olan kardeşi Salih Bozışık, 1936’da gözaltına alınıyor ve bir daha bulunamıyor.
Mehmet Bozışık, kardeşinin kaybedilmesinden tam 60 yıl sonra elinde fotoğrafıyla adalet istiyor. Ölene kadar devam ediyor mücadelesi…

* * *
Hasan Ocak, 1995’te gözaltında kaybedildi.
O günden bugüne, Galatasaray Meydanı, Cumartesi Anneleri’nin adresi.
Tam 30 yıldır…
Defalarca yerlerde sürüklendiler, defalarca gözaltına alındılar, defalarca haklarında davalar açıldı.
Elleri bin yerden kelepçelendi de “kamerada görünmüyor” diye kelepçeleyenlerin dosyalarını kapattılar.
Şimdi yine meydandalar.
Anayasa Mahkemesi’nin iki ayrı kararına rağmen bariyerler arkasında sınırlı sayıda toplanarak basın açıklaması yapabiliyorlar.
Mahkeme kararını uygulamayan memleket polisi, bu kadarına izin veriyor!
Ama geliyorlar.
Meydanın tamamen yasaklı olduğu zamanlarda geldikleri gibi…

* * *
Bugün Cumartesi Anneleri’nin eylemlerinin 30. yılı.
Yıldönümleri büyük ayıpların bir göstergesi.
Tutulmayan sözlerin, işlemeyen adaletin, cezasızlık kültürünün, kayıp politikasının, sistemli yok etme isteğinin göstergesi.
Bir başka ülkede olsa her birinin öyküsü filmlere konu olur, her bir insan adına romanlar yazılırdı.
Görünmez kılınmak istenmelerine inat, kuşak kuşak mücadelenin ne olduğunu anlatıyorlar anneler…
Omuz verenler çok elbette Cumartesi Anneleri’ne.
Ama kaybedenlere omuz verenlerin sayısı çok daha fazla…
* * *
Şimdi gelip yeni anayasadan bahsediyorlar.
12 Eylül’ü tüm kurum ve yasalarıyla, politikalarıyla yaşatanlar, darbe anayasasından kurtulmak gerektiğini anlatıyorlar.
Darbenin ruhundan kurtulmak gerekiyor önce.
Çok da güç değil!
İnsanları kaybedenler, işkencede katledenler orada duruyor.
Yargılamayı bırakın, itibarları zerre eksilmeden, eksiltilmeden…
Boş söze, hamasete gerek yok.
Bir yandan Gazi Katliamı davası itinayla zaman aşımına sokulurken, Cumartesi Anneleri’nin adalet arayışına yanıt vermek yerine Cumartesi Anneleri yargılanırken, her gün gazeteciler cezaevine sokulup, her gün bir başka isim terörist ilan edilirken anayasa değiştirmek de yetmiyor ruhu değiştirmeye…
O ruh ki,
her gün, nerede ve ne koşullarda yaşadığımızı örneklerle gösteriyor bize…
* * *
Şimdi izleri bile silinmek istenen Grup Yorum’un, “Kayıpların Ardından” şarkısının İbrahim Karaca ve Muharrem Cengiz tarafından yazılan sözleri şöyle devam eder:
“Adını verdim durgun göllere
Düşmeyesin diye oğul uzak yollara
…
Sesini verdim akar sulara
Dalmayasın diye oğul kan uykulara
…
Sevdanı verdim dağlar başına
Üfleyesin diye oğul aşk ateşiyle
Aşk ateşiyle…”
Cumartesi Anneleri, tam 30 yıldır meydanda…
Bir mezar taşı için…
Bir haber için…
Hesap verilmesi için…
Adalet için…
Çocukların isimleri durgun göllere verilmesin diye…